Sakız uzattı. Dışarda sakız çiğnemekten hoşlanmam. Dışarda sakız çiğneyen insanın evde dişini fırçalamaya 3 dakikasını ayıramayan, ama ağız kokusundan korktuğu için sakıza başvuran bir insan olduğunu düşünürüm. 'Sağol' diyerek geri çevirdim uzattığı sakızı. Öyle yürüdük durduk, ne ben ona sordum yorulup yorulmadığını ne o bana sordu. Sıkılmıştım, ama ne o bana sordu sıkılıp sıkılmadığımı ne ben ona sordum. Her sıkıldığımda yaptığımı yaptım, bir sigara yaktım. Çok mutlu olduğum zamanlarda da yakarım. Beni tanımıyordu, o yüzden ne zaman sigara yaktığımı bilmiyordu ve bu sefer hangi nedenden ötürü sigara yaktığımı...
Yürüyüşünü izledim. Bir ayağını alıyor öne atıyor, diğerini de sonra öne attığından daha öne atıyordu. Bu şekilde ilerleme kaydediyordu. Ben de böyle ilerliyorum diye düşündüm. Beden eğitimi derslerinde bir türlü senkronize edemediğim el ayak koordinasyonu (sol adım atarken sağ el ileri, sağ adım atarken sol el ileri) gördüm onda. Şöyle çaktırmadan bir de kendime baktım. Ben de doğru yapıyordum. Çaktırarak baksaydım kesin yine yanlış yapardım, lise zamanlarındaki gibi.
Oturduk bir yere, yemek yedi. Vücudun gerekli enerjiyi sağlayabilmesi için yemek denilen yenilebilir şeyi yeme organı olan ağza götürme işine yemek yeme deniyor. Toprakta yetişen bir canlıyı almışlar, kesip doğramışlar. Yağlamışlar, tuzlamışlar ve o, bu süslenmiş canlıyı, 4 tane sivri ucu olan çatala batırıp vücudunun en tepesinde yer alan kafasının ortasının biraz altında duran içi dişlerle bezeli ağız diye anılan yere koyuyor. O diş dedikleri öğüteçlerle iyice ufaltıp, parçalayıp sonra basit bir dil hareketiyle yutuyor ve 36,5 derece santigrat sıcaklığındaki içine gönderiyor.
Çok yabancılaşmıştım herşeye.
Canım birşey yemek istemedi. Mutsuz olduğunda yemek yeme işini daha bir şevkle yapıyor kimileri. Ben mutsuzken yiyemiyorum. Midemden ve hücrelerimin gereksinim duyduğu ATP'den ziyade göğüs kafesimi aklıma takmamdan dolayı yiyemiyorum. Tişörtüme takılıyor gözüm, uzuvlarımı çıkarmam için yapılmış deliklerine... Aklım daralıyor, içim gibi. Bir tişört giymeye çalıştığımı düşünüyorum. Tişörtün kafamı çıkarmam için tasarlanan yeri çok küçük. Veya tişörtün kafamı çıkarmam için tasarlanan yeri çok büyük ama kafam 'Padişahım senden büyük Allah var.' dercesine daha da büyük. Tişört kazağa dönüşüyor, saçlarım statik elektriğin etkisiyle hareketleniyor. The ebonit çubuk who wasnt there.
Eve dönmüyorum. Çünkü canım istemiyor. Canımın ne istediğini bilmiyorken eve gitmek istemediğini bilmem garip ama isteğini yerine getiremiyorsam istemediğini yerine getireyim diyip kırmıyorum paşa gönlümü. Nereye gittiğimi de bilmiyorum. Telefonumdan rastgele birini arıyorum. Sırf 'Nasılsın?' soruma cevap olarak verilen 'İyiyim sen...' den sonra söylenen bir "...Nasılsın?" duyayım diye. Hem belki sevişesi vardır.
(The Beatles'ı çok dinliyorum bu ara ama uzun zamandır dinlemediğim 'Hey Jude' bu şarkının son paragrafını yazarken çalmaya başladı karışık listeden fırlayıp. )
cok güzel olmuş bu yazın.sanki sankiii şey gibi böyle insanın iç dünyasının yansımaları, bişiy yapmak istemezken bişiyler yapma çabası belki, görünmezlik belki de.. bilmiyorum iştee bu saatte anca bunları düşündürdü.. pek bi hoşuma gitti ama.seni de bu saatte bilg basında görmek hoş ;))
YanıtlaSilvalla çıkaramıyorum seni. ama bu yazıda çok eğlenerek çok gülmeceli bi yazı yazdığımı düşünüyorım, pkudukça tekrardan ehin ehin takılıyorum
YanıtlaSilaynennnn suratımda acaip bi gülümseme takip ediyorum vala seni.bunda da cok eğlendim okurken..ayrıca devamını da bekliyorum.ha beni şu durumda çıkaramaman normal :p
YanıtlaSilBeğendiğine sevindim. Teşekkür ederim
YanıtlaSilBen nie hic eglenemedim. Bazen dunyanin sesi kesildiginde bi bana boyle oldugunu dusunurdum hatta niye niye niye niye sorup dururken kendi kendime. Ayni hissiyat olmasa da benimle ayni seyler yasayanlarin oldugunu gormek e gormus oldum.
YanıtlaSil