29.06.2011

Yılın En'leriyle İşim Olmaz, Yılın İçinde Boy Veririm Maksimum


Hacettepe Üniversitesi öğrencileri bu sene şahsımı bu plaketle onurlandırdılar. Öğrenciler arasında yapılan ankette oy birliğiyle 'Yılın en iyi mizah blog'u' dolma biber tezgahı seçildi. Ödül törenine ödülü almak için beni temsilen ben katıldım. Ödülü almam için sahneye çağırıldığımda bir ara Marlon Brando misali ödülü reddedip acayip havalı olmayı ve sonrasında ödül töreninde bu tavrıma hasta olan birkaç kızla takılmayı düşündüm. Ama kürsüye çıkanda civelek oldum tezcanlı oldum 'Ver bakiym bi la' diyerek aldım ödülü hemen rektörün elinden. Rektör bi de beni böyle giydirdi kuşattı sağolsun (Sanırım 1,5 yaşımda sünnet olduğumu, dolayısıyla sünnet düğünümü hatırlamadığımı ve bunun yüzünden arada eksikli hissettiğimi duymuş olacak) fahri doktora veriyorum sana kisvesi altında maşallahsız sünnet kostümüne oturttu beni sağolsun. Buradan seçimlerini blog umdan yana kullanan tüm Hacettepe Öğrencileri'ne bilhassa kızlarına kıp kıp kıpstaaa! diye bağırır boyunlarından öperim.

24.06.2011

ŞIPOYLIR ŞIPİLBÖRG

... İçmiştik. Çok içmiştik ve Semih sinirliydi.. Eve girer girmez yıllardır Çakıl'ın evinde kalan çok çok eski çıktığım Fatma'yi evire çevire dövdü. Sinirini ex yarimden çıkarıyordu 'Sarhoş Semih'. Bir ara sarhoşluğunun da verdiği özgüvenle 'Ben bu Fatma'nın ağzına vericem' diye tutturdu. Emin o gece ayıktı ve Emin'in dediğine göre 'Ver la şu Fatma'nın ağzına' diye Semih'e akıl veren benmişim. Emin sarhoşluk verici maddelere mesafelidir, kullanmaz. Emin içmez, 7 ölümcül günahtan oburluk, şehvet, kumar, anaya küfretmek, nimetle şaka, Allah'a şirk koşmak Emin'de vardır ama Emin kattiyen içmez. Ben Fatma'yla ilgili ricada bulunduğumu hatırlamıyorum. Hatırladığım tek şey Semih'in ağzında yılbaşı kukuletası, boynunda yılbaşı süsüyle Fatma'nın ağzına vermeye çalışmasıydı. Semih o gece Fatma'yı çok kırmış. Sabah kalkınca gördüm ben de. Anladım ki Semih Fatmayı çok kırmış.

...


Yazı hazır fakat yazıyı okuyanın mutlaka görmesi gereken caps'in hazırlanması için birkaç güne ihtiyacım var. Umarım spoiler bile güldürür, yazıyı beklersiniz.

14.06.2011

Nağber?

Sakız uzattı. Dışarda sakız çiğnemekten hoşlanmam. Dışarda sakız çiğneyen insanın evde dişini fırçalamaya 3 dakikasını ayıramayan, ama ağız kokusundan korktuğu için sakıza başvuran bir insan olduğunu düşünürüm. 'Sağol' diyerek geri çevirdim uzattığı sakızı. Öyle yürüdük durduk, ne ben ona sordum yorulup yorulmadığını ne o bana sordu. Sıkılmıştım, ama ne o bana sordu sıkılıp sıkılmadığımı ne ben ona sordum. Her sıkıldığımda yaptığımı yaptım, bir sigara yaktım. Çok mutlu olduğum zamanlarda da yakarım. Beni tanımıyordu, o yüzden ne zaman sigara yaktığımı bilmiyordu ve bu sefer hangi nedenden ötürü sigara yaktığımı...

Yürüyüşünü izledim. Bir ayağını alıyor öne atıyor, diğerini de sonra öne attığından daha öne atıyordu. Bu şekilde ilerleme kaydediyordu. Ben de böyle ilerliyorum diye düşündüm. Beden eğitimi derslerinde bir türlü senkronize edemediğim el ayak koordinasyonu (sol adım atarken sağ el ileri, sağ adım atarken sol el ileri) gördüm onda. Şöyle çaktırmadan bir de kendime baktım. Ben de doğru yapıyordum. Çaktırarak baksaydım kesin yine yanlış yapardım, lise zamanlarındaki gibi.

Oturduk bir yere, yemek yedi. Vücudun gerekli enerjiyi sağlayabilmesi için yemek denilen yenilebilir şeyi yeme organı olan ağza götürme işine yemek yeme deniyor. Toprakta yetişen bir canlıyı almışlar, kesip doğramışlar. Yağlamışlar, tuzlamışlar ve o, bu süslenmiş canlıyı, 4 tane sivri ucu olan çatala batırıp vücudunun en tepesinde yer alan kafasının ortasının biraz altında duran içi dişlerle bezeli ağız diye anılan yere koyuyor. O diş dedikleri öğüteçlerle iyice ufaltıp, parçalayıp sonra basit bir dil hareketiyle yutuyor ve 36,5 derece santigrat sıcaklığındaki içine gönderiyor.

Çok yabancılaşmıştım herşeye.

Canım birşey yemek istemedi. Mutsuz olduğunda yemek yeme işini daha bir şevkle yapıyor kimileri. Ben mutsuzken yiyemiyorum. Midemden ve hücrelerimin gereksinim duyduğu ATP'den ziyade göğüs kafesimi aklıma takmamdan dolayı yiyemiyorum. Tişörtüme takılıyor gözüm, uzuvlarımı çıkarmam için yapılmış deliklerine... Aklım daralıyor, içim gibi. Bir tişört giymeye çalıştığımı düşünüyorum. Tişörtün kafamı çıkarmam için tasarlanan yeri çok küçük. Veya tişörtün kafamı çıkarmam için tasarlanan yeri çok büyük ama kafam 'Padişahım senden büyük Allah var.' dercesine daha da büyük. Tişört kazağa dönüşüyor, saçlarım statik elektriğin etkisiyle hareketleniyor. The ebonit çubuk who wasnt there.


Eve dönmüyorum. Çünkü canım istemiyor. Canımın ne istediğini bilmiyorken eve gitmek istemediğini bilmem garip ama isteğini yerine getiremiyorsam istemediğini yerine getireyim diyip kırmıyorum paşa gönlümü. Nereye gittiğimi de bilmiyorum. Telefonumdan rastgele birini arıyorum. Sırf 'Nasılsın?' soruma cevap olarak verilen 'İyiyim sen...' den sonra söylenen bir "...Nasılsın?" duyayım diye. Hem belki sevişesi vardır.


(The Beatles'ı çok dinliyorum bu ara ama uzun zamandır dinlemediğim 'Hey Jude' bu şarkının son paragrafını yazarken çalmaya başladı karışık listeden fırlayıp. )