23.11.2012

Dünya Evine Ayakkabıyla Giremem. Sokaktan Geliyoruz Netçede


"...Aslında şu iç içe geçmiş üç halaya dikkatlice bakacak olursan toplumun ve sistemin işleyişi hakkında fikir sahibi olabilirsin. İç içe geçmiş üç halaydan en iç ve en dıştakiler saat yönünde var güçleriyle dönerlerken, ortadaki halay saat yönünün tersinde ama diğer iki halaya ve dolayısıyla bütüne ahenk katan bir şekilde dönmeyi becerebiliyor. Bu üç halayın oluşturduğu TOTAL HALAY da gücünü bu kaotik ama bir o kadar da uyum içindeki döngüden alıyor diyemez miyiz? Ve yine bu total halay, bu üç halaydaki kişilerin yanyana dizilerek oluşturacağı başka bir halaydan bin kat daha egzantrik ve büyüleyici değil mi sence de?
Halaaay on the waaaater. Fire in the skyyy


Sahi biz ne zaman, nerede unuttuk beraber yaşayabilme, farklılıkları ahengin bir parçası yapabilme, hoşgörü niteliklerimizi? Nedir bu alıp veremediğimiz, nedir bu bitmek bilmeyen iç savaş?" diye sordum. 'Sabahtan beri aptal saptal şeyler zırvalamak için mi baktın o kadar?' dedi. O sırada halay kalabalığını dağıtma maksatlı Alişan'ın ölümsüz eseri Ah Le Yar çalmaya başladı. Çalan şarkının yumuşaklığına karşın o hala sinirliydi. 'Bim'de satılan sevgiliye ne denir?' diye sordum ve komikli cevabı olan soruları sorarken yaptığım gibi tek gözümü kısıp ağzımın sağ tarafını orantısızca kulağıma doğru yanaştırdım. Uzun uzun baktı. Bu susuşmanın sonu bir ağızdan öpüşmeyle sonlanır diye korktuğum için benden tiksinmesi için adeta bir Hakan Ural gibi bıyıklarımı yaladım. Susuşunun sonunda üzerinden paltomu bir hışımla çıkarıp bana verdi ve dönüp arkasını gitmeye kalktı. Varsın gitsindi. İyiki de gidiyordu. Fakat espri havada kalmasın maksadıyla sağ koluna elimden geldiği kadar nazikçe yapışıp onu kendime çevirdim. Yine klip tadında bir an yaratmıştım ister istemez. Ağzına yapışsam yapışırdım. Soran ve sinirlenen gözlerle baktı. 'Le Yar' dedim. 'O ne be ?' diye çirkin çirkin yüzünü ekşite ekşite bağırdı. 'Le Yar.. Bim'de satılan sevgiliye Le Yar denir.' dedim. Tısısı mısısı diye güldüm. Gülmedi. Gülüşemedik.

------------------------------------

Limonata ve kuru pasta olacak demişti Gökhan. Limonata mı kaldı monako Pepsi dağıtırlar demiştim. Nostradamus halt etmiş ve ben yanılmamıştım, Pepsi dağıtıyorlardı. Benden yaşça ufak bir adamın dünya evine giriyor oluşu, aynı gezegende yaşamakta olan benim 'Damsız girilmez' denilerek dünya evinin  kapısından it gibi, zağar gibi kovuluşum. 'İçerde arkadaşım var abi, Gökhan. Daha demin girdi, ona birşey verip çıkıcam.' dememe rağmen terslenmem, itilmem, örselenmem ve dahilinde mekana alınmamam. Bunlar çok can sıkıcı şeylerdi. Garson Pepsi'yi koyar koymaz bardağa davrandım ve bir dikişte bitirdim Coca Cola'nın ezeli rakibin. Yanımdaki arkadaşın bardağını doldurmaya çalışan garsonun koluna yapıştım ve sağ elini kendime çekip içine beş lira koyarken bir yandan da doldur bir daha dedim. Abi, maabi, ık, gık birşeyler der gibi oldu. Cebimden ikinci bir beşlik daha çıkardım ve onu da eline tutuşturdum 'O elindeki iki litreliği bana bırakıyorsun!'

Tek çatal bırakılmışsa yine iyi. Normali 5-6 çatal.

Bütün gece içip durdum. Hüzünlendim. Duygularımı pek dışa vurmam ama kola burnumdan geğirttikçe gözlerim yaşlandı. Ben de hazır gözlerim yaşlanmışken ve hazır bolca hüzünlüyken az ağlayayım da açılayım dedim. Niye ağladığımı soran oldu, 'Kola..' dedim. '.. Kola burnumdan geğirttiriyor.' . Yatağın soğuk tarafından bahsedilen şarkı sırasında ben sarhoş olduğuma kanaat getirdim. Kuru sulu hiçbir şey tüketmemiştim; fakat aşırı simli kadın tuvaletlerine, daha da fenası aşırı simli kadın tuvaleti giyen küçük kızlara baka baka ben kafayı on numara yaptım. Alkol alırken, o hep pişman olunan son kadehin o gecemdeki karşılığı da gelin sırtıydı. Allem ettim kullem ettim bir türlü göremedim gelin sırtını. En son oynamaya kalktım, gelinin arkasına geçtim. Sırtına şöyle bir göz attım. Simliydi. Varooooo! Çiki çiki çiki çiki diye bağırarak ceketimi çıkardım. Laylay laylay laylay laylay laaay yataaaağın soğuk tarafııııı diye verdim eşliği. Benim bilhassa yaz aylarında arayıp da zar zor bulduğum yatağın ve zaman zaman da yastığın soğuk tarafından şikayetçi olan denyo bir adamın şarkısında patladım. Daha da fena şeylere imza atmadan Fatih bey yanıma geldi ve kendimi aşırı bozduğumdan, Demirbey'liği vestiyere bırakıp adeta bir Demo olduğumdan dem vurdu. 'Haklısın abi..' dedim '.. ama yar buyursun ısıtsın dört bir yanını döşeğin. Ben zaten duvar tarafında yatmayı seviyorumki. El ayalarını, ayak altını; hadi olmadı götü, sırtı duvara dokundurdum muydu değme keyfime.' dedim. Şimdi düşünüyorum da şarkının ana temasından da Kardeşler 58 Düğün Sarayı'ndan da çok çok uzaklaşmıştım. Fatih abiyle yerime oturanda sağa sola bakınmaya başladım. Kah muhteşem oynayabilene imrendim ve anasına küfrederek övdüm oynayışını, kah oynayamayanı eğlence ettim kendime. Ve sonra ne olduysa oldu, ağzına kadar tıka basa dolu olan göynümün kabına kabına bir güzel çarptı. Değmesin yağlı boya, sevdam taşıyor.

Ben ol güzel bana bakasıya dek ondan gözümü ayırmam aga inadıyla kestim ha kestim. Bir ara elim cebimde pozlu kestim. Sonra cepte duran elin düğün ahalisinde yanlış çağrışımlar yaratabileceği, çağrışım tetiklemeli şahane dayak yiyebileceğim aklıma geldi ve elimi cebimden çıkarıp Kenan Işık misali çeneme koyarak kestim. Amerikalı fotoğrafçı bir arkadaşıma 'Nolur beni bi çek la, facebook'a koyarım.' diye fotoğrafımı çekmesini rica etmiştim. Sağolsun o da herhangi bir yerde bir kadını etkilemek için bakıyormuşum gibi bakmamı istemişti objektifine. Mel mel baktıydım. Densiz kız, henüz kimseyle yatmadığıma, böyle bakmaya devam edersem de dünyadan kız oğlan kız gideceğime kanaat getirmişti. İngilizcemin yetmemesi bir yana, onunla seviyesiz bir sohbete dahil olmama maksatlı he he, zaten seks benim için ikinci üçüncü planda falan diyerek mevzuyu kapatmıştım. Zamanında bakışlarımla ilgili böyle bir tepkiye maruz kalan ben, şimdi düğünde muhteşem güzel bir kızı bakışlarımla baştan çıkarmaya çalışıyordum. Artık katil gibi mi uğursuz gibi mi nasıl baktıysam kızcağız güldü. Ben durur muyum? Ben de güldüm. Gülümseme konusunda örnek aldığım kişi Burus Vilis. Ağzımın solunu stabil tutarken sağını yukarı attıra attıra gülümsedim.

Ben ömrüm boyunca hep birilerinden etkilendim. Birilerinin benden etkilenebileceği ihtimalinin yanına sıfır yazarak. Kim benden bir bakışta etkilensin dedim hep. Fakat oturalım konuşalım etkilenir dedim.
Gogol Bordello da Roman Adnan da

Fazlaca taciz ettiğim fikri Fatih abinin uyarısıyla kafama dank ettikten sonra da bıraktım bakmayı. Dışarıda bir sigara içmek için paltomu aldım. Dışarı çıkarken pistte Balkanlardan gelen roman hava dalgasına denk geldim. Bu havalara dair tek bildiğim, Adnan Şenses oynamasından ibaretti. Ceketimi belime bağlamak için paltomu da çıkarmam gerektiği için üşendim. İstifimi bozmadan kapı doğrultusunda yürümeye devam ettim. Fakat yerde, dizleri üstünde, ceketiyle çiğ köfte yoğurma hareketi yapan bir adama takıldım düştüm. Toparlandım kalktım, güç bela attım kendimi dışarıya. Sigaradan iki nefes çektim çekmedim içeride 'Sen yine gözlerimin hapsindesin' dilber geldi. Elini uzattı. Sağ elim onun olduğu için sol elimi uzattım. Onu aldatacaksam ona ait elim en azından buna dahil olmamalıydı. Tanıştık. İsimler söylendi. Sigara uzattım, kullanmadığını söylederek reddetti nimeti. Ne iş yapıldığı konuşuldu. Sigara içtim. Fakat tüm bunlar yapılırken o kesintisiz üşüyordu. Ayva tüylü alt çenesi zangır efektiyle bıyıksız üst çenesine çarpıp duruyordu. Kıyamadım montumu verdim. Erkek montu içinde üşüyerek kollarını bağlamış duran her kadın gibi o da çekici duruyordu. 'Gel girelim, üşüdün çok.' dedim. İçeri geçtik. Yer altındaki bu düğün salonuna bir merdivenlerden inerek giriliyordu. Merdivenlerin başında durup içeriye göz attık. İçerdeki gürültüden önce, veda edip ayrılmadan önce son bir şeyler söylenmesi gerekiyordu. Ve doğru olanı, bu veda öncesinde iletişim bilgilerinin alınmasıydı. Tüm hamleleri o yapmıştı. Bu iletişim bilgileriyle ilgili hamleyi de o yapmaya yeltendiği anda yazının başındaki konuşmayı yaptım.



------------------------


 Fatih abinin yanındaki yerime seğirttim. 'Senin kız da senin arkandan sigaraya çıktı.' dedi Fatih abi. 'Yanıma geldi.' dedim. Eee diye boşluğumu işaret parmağıyla dürterek mutlu sonla biten hikayeyi anlatmamı bekledi. En sevdiği masal Kibritçi Kız olan bir adamın hiç bir gerçeği mutlu sonla bitmiyor. Bitecek gibi olduğunda da o adam olaya müdahale edip alıştığı, sevdiği sona uyduruyor mutlu sonu. 'Yine aldatamadım.' dedim. Birşey demeden birkaç saniye bakıştık. Ağzına yapışsam yapışırdım. Fatih abi benden, ben de benden tiksiniyordum. Belki daha bir çok neden var ama bir şekilde ağızlarımız yapışmadı. Çok şükür o gece de onu aldatmadım.




Edit: İki tane soundtrack olsun bu sefer. Soundtracklerden ilki yazı konusundan bağımsız.  Çok eski ama çok da güzel diye, unutmayalım diye.. İkincisi ise duruma uygun şarkı.






5.11.2012

Episode I - A New Hope

Önsöz: Blog blog olarak kullanılıyor bu yazıda.


'Sakızım Düştü' başlıklı Umut Sarıkaya yazısına, tüm duygu yoğunluğu barındıran Umut Sarıkaya yazıları gibi ayrı bir hayranlık besliyorum. Hatta açık sözlü olmak gerekirse her yazım bu örnekteki gibi yoğun olsun; boğaza kayalar, mideye yumruklar doldursun isterim. Uğraş dur..

Sakızım Düştü, "Ben hiç çok ciddi kararlar alamadım, karar alanlara arkadan baktım." cümlesiyle son bulur. Yazının sonlarına doğru Sarıkaya'nın boğazınıza dizdiği ufak ufak taşların ardından o son cümle bir kaya boyutunda gelir ve o minik taş yığınının üzerine oturur. Yutkun yutkunabilirsen..

Namık Ciddiyeti


Yaklaşık iki hafta önce hayatımda belki de ikinci defa ciddi bir karar aldım, ki ilki Ankara'yı terkedip İstanbul'a yerleşmekti. Ama biliyorum ya nötral bir ortamda hayatta almazdım bu ikinci ciddi kararı. Zorunda kaldım. 'Sana iki seçenek sunuyoruz. Birincisi şu, ikincisi ise birincisini seçmek zorundasın' dediler. Böyle net bir durumda dahi kararsız kaldım. Korktum birşeylerin değişmesinden. Ben değiştirmeyeyim istedim. Çok kısa sürede değişti herşey. Ben değiştirmek zorunda kaldım. Gülücükler saçtım 'Kaç aylık bu?' diye soranlara; annesinin, nazar değmesin diye 6 ay fazlalıkla söylediği tosun bebeler gibi. Ama içim dışım bir değil, nasıl korku doluyum hala. Çok şükür dik durabilmesini öğrendim İstanbul'a geldim geleli. Sağlam duruyorum içinde bulunduğum ahval ve şerait ne olursa olsun.

Çalıştığım şirketi değiştirmemle beraber birçok şey de beraberinde değişti. Hala anlamaya, adapte olmaya çalışıyorum. İstanbul'a ilk geldiğim zamanlara geri döndüm. Bir çöpe atılan yıl. Bir yıldır kimi tanıdıysam, kimi anlamaya çalıştıysam, hangi işi öğrenmeye çalıştıysam, hangi şartlara adapte olmaya çalıştıysam ve hangi yere göre hayaller kurduysam hepsini çöpe atmış oldum bu değişiklikle. Bir sene önce Ekim ayında şehre ayak basan Demirbey gibi püripak halde, sıfır birikimle yeniden başlıyorum gibi hissediyorum. Elimdeki 23 Beşiktaş maçı bileti hatırlatıyor bir yıldır bu şehirde bir hayat yaşadığımı. Onun tetiklemesiyle tanıdığım insanları, yaptığım işleri, belli başlı hatıraları hatırlıyorum..

Bu bir sene zarfında iyi bir adam olabildiğimi bana işaret eden, hemen hemen son dakikaya kadar benden habersiz benim için çok ince bir düşünceyle, bir vedalaşma gecesi minvalinde etkinlik düzenleyen iş arkadaşlarıma da ayrıca teşekkür etmem lazım buradan da olsa. Gerçekten ben , onlar kadar ince fikirli bir adam değilim. Aşağıdaki fotoğrafta orada olup da çıkmayanlar var, orada olmak isteyip de şartlar gereği olamayanlar var. Hepsi sağolsun onların sayesinde, ucu ne kadar iyi yerlere çıkarsa çıksın totalinde adı 'Ayrılık' olan ve adının geçtiği yerde istemdışı kafa düşüren o gün, saat bilmem kaçı vurup da ben evin yoluna düşene dek harikulade, ayrılık fikrinden de temasından da, havasından da uzak geçti. İncelikleri için tekrar tekrar teşekkür ederim.

May the force be with you..




Yeni bir defter aldım. Hikaye-yazı vs yazma maksadı dışında en son, okulumun uzayışının ilk senesinde annem almıştı bir defter. Aklım uçmuştu güzelliğinden. Spiralli, sert kapaklıydı. Ben en son defter aldığımda bizim maddi durumumuz spiralli defter almak için pek de uygun değildi. İyiki de değilmiş. Zira bu spiralli defteri ilkokulda bana verseler mühendislik falan okumaz, aklımı zihnimi hiç geliştirmez salt katip olur çıkardım. Aklıma birşeyleri tutmaya çalışa çalışa hafızam gelişti. Atmaya kıyamadığınız şeyleri depoladığınız çekmecelerden farkı yok kafamın içinin çok şükür. Neyse ben ilk iki-üç hafta en güzel şekilde yazmıştım o deftere de sonra hevesim geçmişti. Yalan ettim canım defteri, tabi alışık olmayınca. Şimdiki işim gereği de sürekli not tutmam gerekiyormuş. Telefona yazarız dedim, olmaz dediler. Aklımda tutarım, gelince size söylerim siz yazın dedim, olmaz dediler. Gittim ajanda bakmaya Kabalcı'ya. Dev muhasebeci ajandalarının yapay deri kokusundan aklım şaştı. Ece ajandasının yeni sezon ürünlerini bekleyen insanlardan yapmaya başlıyor bu sistem beni, ama 'Diren ve efsane ol!'. Sonuçta gittim ve yine çokzel kapaklı bir defter aldım. Veresiye defteri gibi, fahri müfettiş defteri gibi defter alırsam yarın bir gün Sözcü okumaya başlar, olan biten her şeye sinirlenirim; o çirkin ajandaya aldığım notlar da Posta gazetesinin şiir köşesinde "Demirbey mahlasıyla 13 yıldır şiir ve yazılar yazıyor. Bu şiiri memleketi Gaziantep'e ithaf etmiş" şeklinde çıkar diye büyük korktum. Çokzel kapaklı defterimin sayfaları üzerinde umarım son birkaç aydır hayalini kurduğum yazıyı da bitirebilirim. 


Star Wars Episode VII'ı da daha sonra konuşuruz. Soundtrack de anlam yüklü bu sefer hadi bakalım: