30.08.2011

Üsteleşmeden Uyumayalım


- Merhabalar, el öpmeyi şeyapmıyorum ben sevmiyorum. (tokalaşılır, öpüşülür) İyi bayramlar olsun.
+ Sana da iyi bayramlar. Öpme tabi el, bana da yaşlıymışım gibi hissettiriyor o durum zaten. (Böyle aptal saptal muhabbet esnasında çaktırmadan elime harçlık tutuşturulmaya çalışılır.)
- Yok! Yok valla, 24 yaşında adamım ben ya. Bıyığım var!
+ Ha öyle mi? Tamam o zaman. Merve, al kızım abininkini de sana vereyim madem.




Sakın aramızdaki olaylar böyle cereyan etmesin tamam mı?

Ben kendimi hep o ikinci üstelemene endeksliyorum. İnan ikinci defa üstelesen, 'Al yavrum sen bizim gözümüzde işe girene kadar hep gençsin, ihtiyacın olur, al!' desen, ben zaten 3. zorlamaya gitmeyeceğim.

Sana hiç bahsetmedim ama maddi yönden birçok sıkıntım var ey bayram harçlığı beklediğim. Ama gel gör ki utangacım, mahcubum 24 yaşıma bakmadan 'iyi bayram' diyerek 50lik banknot peşinde koştuğum için.

Ben; senin bana, ben turuncu 50lik banknot beklerken laaaps diye masmavi 100lük çıkarma ihtimalini sevdim.

23.08.2011

Mabel'i Düşürme!



Demirbey : Geldim işte. Yani bekliyodum çok zamandır ya geldim işte.
O: Adın neydi?
D: Ya ama adımı mı unuttun. Benim sende telefonum var. Onu nasıl kaydettin ki adımı soruyorsun?
O: Şimdi demin senin aklına rezalet bi espri geldi ya hani, onu yapman için işte pas atıyorum sana. Müebbet muhabbet bi yerde.
D: Haa. Sen çok güzel insansın. Güzelsin demiyorum bak. Güzel insansın. Çirkin değilsin tabi de, güzel ve güzel insansın. Adım Demirbey benim.
O: Demirbey mi? Demir yeterliyken bey mi koymuşlar bi de sonuna?
D: Evet. Kalkıp çocuklarına Oğuzhan, Tunahan koyunca oluyor ama? Adamdaki egoya bak, oğluna han diyor, sultan diyor, padişah diyor. Bizimkiler bey demişler en alçak gönülle. Bozma, kabullen. Espri bitti burada, dönelim mi normal dialoğa?
O: Yakından daha çirkinmişsin yalnız.
D: Dediğim kadar varım di mi ehheh? Dedim kızım sana çok çirkinim diye.
O: E ne bu özgüven o zaman?
D: Ne bileyim? Ağzımdan çıkan yüzümü rötuşlamaz mı? Belki sözlerim kulak zarın yerine retinanı titreştirir. Bişey olur da Kıvanç Tatlıtuğ görürsün beni.
O: Tıpta var mı öyle retina titreşimleri?
D: Genelde erkek çok zenginse var. Misaaal. Hah misal Donald Trump, Ali Ağaoğlu, Halis Toprak.
O: Sen zengin de değilsin bildiğim kadarıyla.
D: Senin bildiğin kadarıyla ben iftara çağırırım eşe dostu. Elimdeki avucumdaki zaten o senin bildiğin.
O: Hmm. E neden seni seçeyim?
D: Mülakaat gibi oldu bu.
O: Boşver, ciddi sordum ama neden ?
D: ...
0: Cevap?
D: ...
O: Yok mu cevabın? Sokakta laf atandan farkım yok mu diyorsun? Güzelsin, hoşsun. Etkilendim. Ellesem, öpsem ne güzel olur mu diyorsun?
D: Ben demem öyle. Hep şarkı sözü olmuş nedenlerim. Şiir olmuş... Yeter ki sen sev, sevebil beni ki ben yeni şarkılar şiirler yazayım sana. Kitap yazayım tuğla kalınlığında, 8 puntoyla hem de. Baştan sona da seni tasvir edeyim.
O: Ya yok dersem şimdi?
D: Ben hiç onu düşünmedim.
O: Düşün hadi. Gözünün içine dahi bakmadan 'Yok!' dediğimi düşün.
D: Gözümün içine baksan demezsin zaten.
O: Ne var gözlerinde ki?
D: Bilmiyorum. Beynime en yakın delik orası. Kulak ya da burun deliğine bakmaktansa gözüme bakman daha hoş olur. Belki görünüyordur içerisi diye.
O: Görmek isterdim ama şimdilik gözükmüyor.
D: Görebilsen hoş olurdu. O minik minik kıvrımlarda, sinirlerde neler var senle alakalı.
O: Şimdilik göremiyorum bence, belki ilerde hep görürüm. Göremediğime göre sen cevap ver madem: Kitap okur muyuz hep? Müzik dinler miyiz mesela?
D: Bir ömür boyu sen bana bişeyler kat, ben sana katayım. Öyle alelade bilgi değil ama işte.'Aa bak bu el. Tutuyoruz bunla, dokunuyoruz, ayakkabı bağcıklarını bunla bağlıyoruz' şeklinde bi bilgi aktarımı bayık değil mi?
O: Onu ben de biliyorum zaten, o yüzden bu bilgi paylaşımı olmaz ki.
D: İkimizin de bildiği şeyi tartışırız bak. O da çokzel. Ama kitap okunur, onu okumadan sen bana ne katacaksın ki? Ben sana ne katabilirim birşeyleri okuyup öğrenmeden... Hem ne yaparız ki başka? Benim tek hayalimdir 'İki berjer'. Saklıyorum yıllar yılı. Oturursun sen kitabınla. Ben müzik ayarlarım, yanındaki berjere gelirim. Ha bi de o berjerlerin baktığı manzara.
O: Ne var o manzarada?
D: Mamak çöplüğüne baksa kaç yazar. Yeter ki ya güneş batımına ya da güneş doğuşuna bakmamıza izin versin. İzin verdiğini seçer izleriz.
O: Kotta yaşanmaz tabi.
D: Rutubetten hep dökülür sıvalar.
O: E su da basar orayı.
D: Değil mi ya? Altyapı yok hiç bi kentte doğru düzgün, kesin en ufak yağmurda su basar. Gider tüm elektronik cihazlar.
O: Adam akıllı bir yağmuru izleyemedik.
D: Suya basarsan bi de böbreklerin hep üşür.
O: Böbreklerimi sevebilir misin?
D: Her bir hücreni ayrı ayrı sevmek, azıcık sevgimle dahi hücrelerinin tabanını kapladığımda daha fazla sevgi sokabileyim diye kaçak kat çıkmak için imar izni almaya geldim ya ben işte karşına.
O: Peki ya o hücrelerde öncelerden kalan hafriyatı ne yapacaksın? Hafriyat alanını gören sıçmaya geliyor. Türk'üz bi yerde. Ya gelip sevgililerinin adını yazıyolar -kim görecekse- ya da sıçıyorlar.
D: Kesin önce adı yazıp sonra 'Uyy sıkıştım' diyip sıçan vardır.
O: Love diarrhea!
D: Bir insan ıssız, terkedilmiş hafriyata sıçmaya gider mi hususi olarak?
O: Bizzat hafriyattan başka yere sıçamayanlar var.
D: Ben çok gerilirim şahsen. Kapı yok, duvar yok. Böcek var, yılan olur fare de olabilir mesela.
O: Onun da manyağı var demek. Demir! Peki gün gelir de o binbir emek diktiğin binayı beğenmezsen... Sinmezse içine...
D: ...
O: ...Yıkar mısın?
D: Yıkmak nereden çıktı şimdi, daha dikemeden?
O: Yıkman gerekse, yıkar mısın?
D: Yıkmam lazım. Binayı öylece bırakıp kaçamam, başkasının mahremime girmesi hoş değil zaten. Ama ben öyle güzel temizlerim ki tüm arsayı. Hiç hafriyat kalıntısı bırakmam. Cidden. Tertemiz bırakmaya çalışırım. Da boşver daha dikmeden yıkacağım tarihi.
O: Dikmeden mi? Kaç gündür hiç mi harcını karmadın, hiç mi tuğla koymadın sence?
D: Harç gece gündüz kardım. Tuğlaları dizemedim daha üst üste. O araziye giriş iznim sende.
O: Başla madem kitabına, şiirine, şarkına.

14.08.2011

Gillette Sensor Ne Ben Söyleyeyim



Bir hafta öncesinden randevusunu vermiştim o günkü röportajın. Bir de şart koşmuştum: 'Erkeklerle konuşurken geriliyorum, lütfen röportajı yapacak arkadaşımız bayan olsun.' . Sağolsunlar kırmadılar, istekleriniz yerine getirilecek dediler. O bir hafta geçmek bilmedi. Annemleri tatile yolladım. Köyle bağlarını koparmış ebeveynler oldukları için 'Annemler köye gitti' karizmasını yaşayamadım ama olsun. Röportaj gününden 2 gün önce tıraşlarımı oldum. Bir gün kala tüm vücudu yıkadım, pudraladım kremledim. Röportaj günü de erken kalkıp beni daha karizmatik kılacak detayları sağa sola fırlattım. Sanki sürekli Edgar Allan Poe okuyomuşum da, sanki her gün Louis Armstrong dinlemezsem bir yanım eksik kalıyomuş da vs vs havaları verdim evin dört bi yanına. Dantelleri kaldırdım ve sonunda hazırdım.

Kapı çaldı, karizmatik kıyafetim ve görgüsüz gibi evin içinde taktığım güneş gözlüğümle kapıyı açtım. Gayet makul bir kadındı. Aslında baya hoştu. Her hoş olan kadına aşık olduğum gibi kendisini de pas geçmedim ve aşık oldum. Şimdi gönül ister ki ben o bayanı Rus edebiyatında olduğu gibi paragraf paragraf anlatmalara doyamaya doyamaya tasvir edeyim. Ama bu tasvirleri okuyup otuz bir çeken olur diye korktuğumdan şimdilik haberci arkadaşın gayet hoş, alımlı bir bayan olduğu bilgisini vermem yeterli diye düşünüyorum. Adı da Bilgeymiş. 'Ne Bilgeyts mi ahhahaha!' diye ayı gibi espri yaptım ona. Güldü, gülüştük.

İçeri geçtik, kendisini oturması için şık bi berjere yönlendirdim. O oturur oturmaz birşeyler içip içmeyeceğini sordum. 'Korkma hap atmam ahhahaha' diye zengin zengin, edebiyatçı edebiyatçı güldüm ortada aslında hiç olmayan espriye. Şarap istedi. Beklediğim cevap da buydu zaten. Tanrıların içkisi şarabı sunacağım kadehleri arıyordum yana yakıla ama sadece bir kadeh bulabilmiştim. O an hatırladım. 6'lı setin diğer kadehlerini üretim sancısı içindeyken artistliğine, adeta bir Soner Arıca klibindeymişimcesine kapıda duvarda fırlata fırlata kırmıştım. Ona kadehte, kendime ise dibi çok kalın su bardağında servis ettim şarapları. Bozuntuya vermemek için, anlam veremeyen gözlerle elimdeki dibi çok çok kalın su bardağına bakan Bilge'ye 'Bak! Al sana mizah ahhahahah!' diyip yine patlattım zengin kahkahasını.

Hey hat! Kitabım çıkalı röbdeşambırsız, fularsız günüm geçmez; ağzım, zengin kahkahasından eksik kalmaz olmuştu.Böyle yavaş yavaş Hıncal Uluç'a dönüşüyordum her geçen gün. Fular sıktı diyip, müsaadesini de alarak fuları çıkardım. Hem daha benim çene altım kırışmamış, sarkmamıştı ki. Neden takıyordum o boyun bağını bilmiyorum.

Adeta ateş almaya gelmiş gibi hal hatır faslını hızlıca geçip 'Röpörtajımıza başlayalım isterseniz.' dedi. 'Müzik olmadan şarap içilir mi, şarap içmeden sohbet edilir mi? Lütfen böyle bir eziyet yapmayalım bu iki güzel bedene.' dedim. Sanki 3 ay önce soda içip geğire geğire arkadaşlarla iddaa kuponu tartışması yapan ben değilmişim gibi. Müzik desen o da sikimde değildi. Yine de jazz içerikli plağı bulup gramofona yerleştirdim. Gramofona saygım vardı, ama jazz'dan cidden bi bok anlamıyordum. Sırf gramofon-jazz ikilisinin kadınlar tarafından aşırı sevildiğini bildiğimden eve gelen her kadına aynı tarifeyi uyguluyordum. Sevmediğim şarkıları dinleye dinleye geçiyordu ahir ömrüm. Gramofon saksofon sesi, zenci sesi falan vermeye başlamıştı. 'Şimdi oldu ahhaha' diye gülüp onun berjerine yakın bir koltuğa oturdum.

O 'kitap' dedikçe, ben 'seks' dedim. O 'Nobel' dedikçe, ben 'erotizm' dedim. O 'edebiyat' dedikçe, ben 'En az 3 çocuk' dedim. Psikolojideki terimleri bilmem. Bu uyguladığım zihin etkilemeye çalışma metodunun kesin özel bir adı vardır psikolojide. Bense bu yöntemi 'Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek' diye adlandırıyorum. Seks diye diye, benle sevişesinin gelmesi için uğraşıyordum.



O ilk kadehini, ben ilk bardağımı bitirdiğimizde ben olmuştum. Su bardağı fena çarpmıştı beni. Baya bi olmama rağmen o içtikçe 'Kadın kısmısından az mı içicem lan? Senin içtiğini kulağıma damlatırım.' iddialarıyla içmeye devam ettim. 2 saatlik röpörtaj boyunca içtik. Az önce de daha ilk bardakta olduğundan dert yandığım kafam 2 saatin sonunda nal gibi olmuştu. O iki saat boyu sürekli aklım fikrim sekste olduğundan, röpörtajın sonlarına doğru 'Nasıl seks başlar acaba?' düşüncesi aklımı ele geçirdi. Cnbc-e açmayı düşündüm. Ama sevdiğim bir programın denk gelmesi durumunda kitlenip kalabilirdim. Ek olarak, cnbc-e ye ulaşana kadar, negatif iq ile izlenebilen başka bir program görürüm takılırım endişesi ile bu fikrimden vazgeçtim.
Çok sarhoştum ve yavaş yavaş halvete olan alakam ayakta düzgün durabilmeye, kusmamaya çalışmaya dönüyordu. Sarhoş özgüveninin, sarhoş cesaretinin yerini de sarhoş naifliği ya da halk arasında bilinen ismiyle 'Öpüjeaaam!' almıştı.

Keşke Salinger gibi kaçsaydım muhabirinden de, okuyucusundan da.Şu düştüğüm hale düşmezdim kaçsaydım. Şöhretle gelen seks şansı gözümü kör etmiş, maymun olmuştum. Ben öleyim diye iç sesimle feryad figan kopardım. 27 yaşımı da geçmiştim, ölsem de sansasyon olmazdı ki. Kitap satışım patlar matlar belki ama parasını ben yiyemedikten sonra neyleyim patlamayı.

Ben bunları düşünedurayım karşı taraftan hiç ama hiç beklemediğim ataklar gelmeye başladı. Vay efendim 'Yalnız mı yaşıyorsunuz?', vay efendim 'Saat de geç oldu, taksi gece açacak çok yazar taksiyle eve gitmek.', vay efendim 'Ramazanda iftardan sonra sevişilebiliniyor muymuş, gusülü tazeleyip sahura kalksan olur muymuş?'. Son sorusunu Ramazan öncesinde gazete kuponu biriktirerek aldığım Elmalı'lı Hamdi Yazır kitabını açıp karıştırarak cevaplarım diye düşündüm. İçkili ağızla kutsal şeylere dokunursam ağzım götüme döner, sonra Türkiye'nin dört bir yanında yıllar yılı 8-12 yaş arası çocukların ağzında bi şehir efsanesi olarak hikayem döner dolaşır düşüncesiyse beni epey bi korkutuyordu. Birkaç dakikalığına lavaboya gitmek için izin istedim. Hemen orada kutsal şeyler meyler çarpılmayalım lan düşüncesiyle abdest aldım, dişleri fırçalayıp şarabı en azından ağız içimden silip attım. Odaya dönüp kütüphaneden kitabı bulup çıkardım. Aradım, taradım ama sorunun cevabını bulamadım. Ben de kendime yontup, 'Yok balım hiç bişey olmuyormuş. İyi yıkanman gerekiyomuş sadece, bilhassa kulak arkası ve apış arası.' dedim. Cümlemi bitirmemle ağzımı örten bıyıklarımı yukarı itip dudaklarıma yapışması bir oldu. Sevdi, sevdim, seviştik.

Seviştiğim kadınla uyanmaktan, kahvaltı yapmaktan, oturup Sünger Bob izlemekten umumiyetle tiksinirim. Bu yüzden kaçacak yer arıyordum. Sahur saatine geliyordu vakit ve henüz uyanmadığını sanıyordum, ama ben skinny model pantolonumu giyerken baya bi debelenip baya bi ses çıkarmış olacağım ki uyandı. 'Artık herşey daha farklı olacak değil mi?' diye sordu. Piii! Öptüğüm iki dudağın değişik şekiller alarak harflerini oluşturduğu şu cümle de nasıl tiksinç bi cümledir. Suratım ekşi bi hal almıştı. O ekşi halle 'Tağbi canığğm!' dedim. Eğilip çıplak göbeğine Bruppppssss diye osuruk sesli şirinlik yaptım. Sonra da tüm samimiyetimle röpörtaj kasedini rica ettim. Nal gibi kafalarla yapılmış bu röpörtajın ikimizin kariyerini de sikip atacağına inandığımı; haftaya kadir gecesi sebebiyle oruç tutacağımız gün, oruç ağızla yapacağımız röpörtajın daha harikuleyt sonuçlar vereceğini belirttim. İkna olmadı. Göbeğine bi Bruuuuppppps daha yaptım, ikna oldum diye bağırıp kasedi verene kadar da kesmedim. İkna oldu. Kasedi alıp kırdım, çöpe attım. 'Şömineye atsaydın ya, daha havalı olmaz mıydı aşkım?' diye sordu. Aşkım lafına ayrı bi taktım aslında ama üzerinde durmamaya çalışıp 'Yok canım, o şömine değil. Alttaki odunlar plastikten hep bak. Dikkatli bak ama! O alev sandığın şey de alev rengi peçetemsi bişey, öyle fili fili sallanıyo alev efekti katıyor. Ey benim Kerizullahım, nasıl da yedin ahahhahaa!' diye itin götüne sokarcasına güldüm. Ellerimle dizlerime şaap diye çaaat diye vura vura çok güldüm. Alınıp da trip yapmadı, alınıp da evi terk etmedi. Baktım o gitmiyor, ben pantolonu biraz daha zorlayıp giydim. Üstüme de bi tişört geçirip hazırlandım. 'Nereye gidiyorsun?' diye sorum sorum sordu. Bir ramazan davulcusunun hayatıyla ilgili bir romana başladığımı, ramazan davulcularıyla beraber gezip onların iç dünyalarını çözmeye çalıştığımı söyledim. 'Haydi ben geç kaldım, çıkıyorum. Sen de beni bekleme, kahvaltını yap git sabah. Zira ben çok geç geliyorum. Önce davulcu arkadaşlarla davul çalıyoruz, sonra sabahleyin hep beraber Akasya Durağı ve Cennet Mahallesi izliyoruz. Öğleden sonra da bi tur Doktorlar izleyip akşam haberlerine kadar uyuyoruz canısı.' dedim. Bu sefer ikna olmadı. Öyle göbek osurtmayla falan da ikna olacağa benzemiyordu. Zor kullanmak zorunda kalmıştım. Kolunu burdum, el ense çektim. Atalarımız gibi bu olayı güleşle halletmek en makuluydu. Çok uzun sürmedi güzel kızı tuş etmem. Sersemlemişti. Pijamasının altını dizlerine kadar indirdim ve ayağa kalkıp hızlıca kaçtım. Biliyordum ki dizlerde toplanmış bir pijamayla değil ardım sıra koşmak, yürümek, ayağa kalkmak bile zor işti. Dışarıdayken klimama 'Soğut - Aramızı' yazıp yolladım.


Ben sorumluluk sahibi olmaktan hep kaçtım. Ben kaçanlardan çok korktuğum için artık 'kaçan'dım.




(Tek tek fotoğrafları şaapmak istiyorum, açıklamak. İlki Blog hediyelerinden en güzeli, en anlamlısı. İkincisi röpörtaj sırasındaki üst baş tasviri, üçüncüsü öyle Demirbey için iki hatta belki de üç anlamlı şeyi içeren bir fotoğraf(Bıyık, Beşiktaşk ve İ. Üzülmez), son fotoğrafsa giymelere doyamadığım ve aynı anda kıyamadığım montun siftahından bir görüntü.)
(Hepinizi seviyorum canısılar. Umarım baya gülersiniz)

4! (faktöriyel değil, ünlem o, girilen yaşa dikkat çekmek istiyorum)

İşin komikli kısmı daha sonra,akşam vakti paylaşılacak baştan söyleyeyim.

Bir süredir kopardığım yaygaradan da bildiğiniz üzere 4. yaşını doldurdu blog'um. 126 yazı var, 15 tanesi spoiler, dert yanma vs fasa fiso güldürüden uzak şeyler olsa 100-110 arası komik şey yazmışım, yazmaya çalışmışım. Bu rakam gerçekten mutluluk verici.
Çok çok önceleri karikatür çizmeye çalışmıştım. Bileğimin yetmediğini anladığım yerde - ki bu 2006 yılına denk geliyor düz yazıya geçiş yaptım. Bana komik gelen ama çizerek bir türlü anlatamadığım şeyleri yaza yaza anlatmaya başladım. Böylesi daha güzel daha anlaşılırdı. Tabi daha güzel,açık anlatmaya kelimelerin de yetmediği şeyler var. Onun için de görsel sanatlar gerekli. Bir gün yaparım birşeyler yine daha önceden de yaptığım gibi.

Okuyan, tıklayan, yeni bişey var mı diye soran, yeni yazı yolunu gözleyen tüm okurlarıma imkanım olsa tek tek teşekkür ederim böyle sarılıp. Ama imkanlar sadece sözlü bir teşekkürü mümkün kılıyor. Sözlü olarak bu teşekkürümü ileteyim yazının en başında, buradan bir kelime dahi olsa okumuş tüm güzel insanlara. Özel isimle teşekkür etmem gerekirse de bunu Didem Toprak'a etmeliyim. Beni blog açmaya yönelten, ilk yazıma ilk yorumu 'Space Jumpin' nickiyle bırakan Didem sayesinde var böyle bir yer.

4 yıl önce alel acele adını bile doğru dürüst düşünemeden açmıştım dolma biber tezgahını. Yaklaşık iki hafta önce de isim değişikliğine gidip "demirbey ve bıyıkları" diye isimlendirdim yazım alanımı. Görünürde 119, ama ben de biliyorum ki çok daha fazla insanın okuduğu, belki okurken biraz da güldüğü bu yer adeta çocuğum gibiymiş meğer. Yeni yaş telaşesi bunu hissettirdi bolca. Bir twitter veya başka bir sosyal paylaşım sitesi asla yerini alamıyor bu çocuğun.

Ben bu 4 yıl boyunca kimi zaman sık, kimi zaman seyrek yazdım ama hep yazdım. Burası sayesinde yazmayı alışkanlık haline getirdim ve yazdığım şeylerin kaybolup gitmesinin önüne geçmiş oldum. Bu blog vasıtasıyla Aras, Okşan, Cüneyt, Sevgi'yle tanıştım. İçi ayrı dışı ayrı güzel insanlar...

Kinimi de burada kustum, mutluluğumu da burada dışına taşırdım. Sıkıldığımda burada eğlenerek eğlendirmeye çalıştım, sırf siz de gülün diye. Yakınım olsun olmasın, üzgün insan görmeye dayanıklı bi adam değilim.

Sözün özü, canım Didem Toprak'ın sözüne uyup burayı açışımın 4 yılı geride kaldı. Güzel blog umun yeni yaşı kutlu mutlu olsun.

(yazının başında da söylediğim gibi, asıl komikli upuzun yazı akşam saatlerinde burada yerini alacak.)

Ama Çokzelsin

Ya cidden öyle böyle değil. Yazı mazı bi yerlere yazmam lazım bunu. Şu anda bilmiyorum tabi dünya kız popülasyonunun alayını görmedim ama dünyanın en güzel kızıyla konuşuyorum sanırım. kızlar ne zamanki sevgilim olur biraz daha bi güzel gelir gözüme. 'vay güzel manita yapmışım' demek için belki, rahatlamak için... ilk defa birini benim olmadan öyle böyle güzel bulmuyorum. ya neyse benim elimden çıkanla gözümün ekranda gördüğü bir olduğu ne zaman yani şey olmayacak birazdan. kesiyorum çaav.

edit: 4. yıl yazısı yarın panpişlerim

7.08.2011

Tırtlığa Giriş 101

Vedat'la Beşiktaş'ın adı ayrılmaz olmuş ya bir dönem, şimdi kimse inanmıyor Vedat'ın Beşiktaş'tan ayrıldığına. Vedat'ın oraya olan aidiyetini görmüş ya herkes "Bitti orası, kovuldum. Takım arıyorum valla" dese de kimse inanmıyor, çalmıyor hiçbir kulüp kapısını, almıyor ciddiye.
Bundandir ki her şike söylentisi hoşuna gider olmuş Vedat'ın. Kafası da böyle pis çalışır hale gelmiş. Bir iki takım teklif yapmış, "Ben Beşiktaş'ta oynadım lan, size mi dusucem?" diyip terslemiş onları da.

Koşularla hazırlıyor kendini yeni takımına. Bir takımı olmadıgından yaptıgı koşu takımdan ayrı düz koşu bile sayılmıyor. Bildigin koşu işte, Sergio Tacchini giymiş emekli zengin koşusu.
'Yorumcu mu olsam' diyor? 'Oynayamadigim seyin yorumunu yaparak mı ekmek yesem?' Hayret ki yakistiramiyor kendisine.
Taraftar da unutuyor onu yavaş yavaş. Aynada Yusuf Tunaoglu'nu görmeye başlıyor her kendine bakışında.
Şarkıcı olsa sabah programlarına ikar hatirlatirdi kendini. Belki bir iki sansasyon... Bilmiyor.
Twitter hesabından gündem yaratıp hatırlanmak? Beşiktaş'ın ekmegini yemiş ya yediremiyor kendine bu kambur halleri. Adaşı Vedat Okyar'ın orta sahada top sürdüğü gibi durmalı,yürümeli. En has mankenin bile podyumda yürüyemeyeceği kadar dik...
Evine yürürken bir mahalle maçının ortasında buluyor kendini, sokağın ortasında. Cocuklar tanıyor onu, güçsüz takımın en kötüsünü çıkarıp Vedat'ı alıyorlar. Vedat Beşiktaş'tan ayrıldıktan sonra toptan ne kadar sogudugunu anlıyor. Artık buralarda top oynayası yok. Bir pozisyonda basıveriyor iki cocuk sıkıca. Vedat yardıma gelen bir arkadasinı arıyor, bulamıyor. Vuruyor topu taca. Ne rezillik hey Hat! Cocuklar ona 'Napiyorsun?' diye bakıyor. O ise cocuklara 'Niye yardıma gelmiyorsunuz? Muhtactim.' diyen gözlerle sitem ediyor. İki taraf da birbirinin bakışlarından bı bok anlamıyor. İncinip ayrılıyor maçtan o dakika.
Evine gider gitmez de veriyor kararını, alıyor biletini. Rastgele bir ülkeye. Sadece gidiş. Yeni arkadaşlarla tanışıp gittiği yerin Beşiktaş'ında oynamak var aklında.