1.12.2007

ALTI

(kaldığımız yerden devam ediyoruz...Sayfayı ilk kez açanlar için not,bu yazıyı anlayabilmek için önce sayfanın daha altlarında yer alan Bir-İki-Üç-Dört-Beş başlıklı yazıları sırasıyla okuyunuz.Bu bir yazı dizisidir!)

PART VI

Filmlerde olur ya hani,ensesine vurulan kişi gözlerini döndüre döndüre “ananskiym” diyerek zımp şeklinde bayılır kalır.Bu bayılmanın nedenini tartışmıştık vakti zamanında.Tartışma sonun da kadınlardaki G noktasına benzer bir şekilde,ensemizde de bir B noktası,yani bayıltma noktası bulunduğunda hemfikir olmuştuk.B noktasını bulma maksatlı birbirimizin ensesini vura vura domates kıvamına getirmişliğimiz vardı, ama o lanet noktayı bulmuşluğumuz yoktu.Bu bulunması zor noktayı enseme sille aşk eden kişi de bulamamıştı.İyi ki de bulamamıştı.Zira bulması durumunda az önce toksin boşalttığım pisuvarla öpüşecektim,yetmezmiş gibi bin bir zahmetle,özene bezene yapmış olduğum ‘F’harfim de bozulacaktı.

‘Uyyy!’ diye döndüm arkama.Oldukça kıyak bir poz halinde arz-ı endam eyleyen Mehmet ve tanımadığım iki arkadaşını gördüm.Mehmet üçlünün ortasında durduğuna göre beni en çok dövmek isteyen Mehmet olmalı diye düşündüm.Uzun bir süre susuştuk,bu susuşmamızı bakışmakla pekiştirdik.İşteş fiil manyağı bünyeler olduk çıktık adeta.Nihayet sessizliği Mehmet bozdu:

-Sen kimsin de bana laf sokuyorsun lan ibne?

-Hafız alınmaca gücenmece yok.Oyuna hiç girmeseydin o zaman başından.

-Cevap vermesene lan!

-Yalnız sen soru zamiri kullanınca insan kendini cevap vermek zorunda hissediyor.

…diye lafımı bitirmemle beraber ‘Ehehhe,oğlum bu dünyanın en gereksiz buluşu ısısısısı.’şeklindeki tepkimi engelleyemedim.Bu tepkim Mehmet’in eldivenlerineydi.Parmakları kesik yün eldiven oldum olası güldürmüştür beni.Motorcu asiliğiyle ana kucağına duyulan özlem arasında sıkışıp kalmış olan ruhların vazgeçilmez aksesuarı parmağı kesik yün eldiveni Mehmet,seri yumruk darbeleri sırasında ellerinin üzerinin çizilmemesi için takmaktaydı.Ellerine bu denli dikkat eden Mehmet’in Nütricina el kremlerini tercih eden Norveç’li bir balıkçı olması kuvvetle muhtemeldi.

Dünkü müdür yardımcısı dayağının ardından bugün de bir dayak yemem durumunda,bileklerimi kesmek suretiyle intihara kalkışabilecek bir ruh haline sahip olabilirdim.O yüzden fiske dahi yemeden karşımdaki sınıf arkadaşım ve onun yandaşlarını atlatmam lazımdı.Nedim belki söylediklerimi kale almamış,dövmüştü beni ama Mehmet’in Nedim kadar büyük tokatlama arzusu taşımadığından emindim.Tek yapmam gereken dikkatini dağıtmaktı ve bunu Norveçli balıkçılar üzerinden yapmaya karar verdim.

Eldivenlerine güldüğüm andan itibaren Mehmet’in gözleri,acılı çiğ köfte yemeyi bilmeyen ama ısrarla yiyebildiğini söyleyen kimselerin ilk lokmayı ağızlarına attıktan sonraki şekline büründü.O bürünüş az sonra dayak olarak vücudumda yankılanabilirdi.Hemen başladım kumpasıma:

-Dünyadaki her 1000 kişiden biri Norveç’te balıkçı,düşünebiliyor musun?

diye sordum.Bu soru doğru yolda olduğumu gösterdi.Mehmet afallamış,iki yanında duran elemanlardan biri ise ‘Omega 3’ diyerek şaşkınlığını ifade etmişti.Hız kesmeden devam ettim.

-Bir düşünsenize dostlarım.Adam Norveçli.Bu da yetmezmiş gibi bir de balıkçı.Akıl alacak gibi değil.Okulu varmış bunun bir de.Nütricina Üniversitesi’nde Norveçli balıkçılık bölümü mevcutmuş.Çok da puan istiyor.Benim Norveçli bir arkadaşım puanı tıpa yeterken Norveçli balıkçılık bölümüne giremediği için tercih yapmadı.Bir sene daha hazırlandı.

Bu okulun eğitimi sekiz sene sürüyormuş,bu sekiz senenin de biri hazırlık.Ama hazırlık sınıfını ilk senesinde geçebilen neredeyse yok denecek kadar azmış.Ha siz diyeceksiniz ki : sen kalk onca puan yapİngizlizce’yi bir türlü öğreneme.

İşin aslı öyle değil işte!Hazırlık sınıfı yabancı dil üzerine değil.Tamamen el kremleri ve bunun tene tatbiki üzerine eğitim alıyorlar bu hazırlık yılı boyunca.Sene sonunda,finalde de tek soru soruluyor: ‘Risk nedir?’ diye.Bu salakların alayı malum rivayetten etkilenerek boş kağıdın orta yerine ‘Risk budur!’ yazarak sınavı henüz birinci dakikası dolmadan terk ediyorlarmış.Hoooop al sana bir sene ekstra eğitim.Sekiz senedir ‘Risk budur!’ yazıp veren arkadaşım da var benim ama neyse,konuyu saptırmayalım.Asıl meselemiz Norveçli balıkçı olabilmek…

Diye uzayıp giden bir sıkış konuşması yaptım.Dün müdür yardımcımız karşısında tek cümlede tıkanan beynimin Norveçli balıkçılar hakkında saatlerce dil dökebilmesi ise tek kelimeyle gariplik.

Yaklaşık bir-bir buçuk saat sonunda ‘Hadi Norveçli balıkçı bulup onlarla muhabbetimizi sürdürelim’ önerisinde bulundum ve bir Norveçli balıkçı bulabilmemiz için dağılmamız gerektiğini söyledim..Karşımda aval aval bakan üçlüyü kuzey,güney ve batıya dağıttım.Ben de doğuya gitme kisvesi altında başarıyla kaçımımı gerçekleştirdim.

23.11.2007

BEŞ

PART V :


(Lütfen bu yazıdan birşey anlamak için önce sayfanın aşağı kısmında bulabileceğiniz "Bir","İki","Üç","Dört" başlıklı yazıları sırasıyla okuyunuz.sayfayı aşağıya çekmeniz için mouse unuzun ortasındaki dönen tekerleğe "klikata" demeniz kafidir.Teşekkürler...)


Eğer dımdızlak kalmışsanız koca şehirde;üşüdüğünüzde elinizden tutacak,gecenin sessizliğinde arayarak sesiyle sizi neşelendirecek,anne öpüşünden tiksindiğiniz anlarda güzel dudaklarıyla yardımınıza koşacak bir sevgiliniz yoksa ve hemen yeni bir ilişkiye başlama durumunuz da bulunmuyorsa reçete bellidir:

Erkek cemiyetinin içine girip laf sokmaca oynamak.

Hep geç kaldığım ilk derse bu sefer daha kimsecikler teşrif etmeden gelmiştim.Sağlık karnem elimde doktorumu,daha doğrusu doktorlarımı bekliyordum.İlk olarak Mürsel girdi sınıftan içeri.Bir yandan yanıma,arka sıralara doğru yürürken bir yandan da eldivenlerini çıkarmadan önce son kez burun temizliğini yaptı.Malum Ankara soğuğu insanın burnunu hayrata çevirir.Sıra arkadaşım olduğundan yanıma oturdu,eldivenlerini çıkardı ve sıranın altına koydu.Gözlerim eldivenin işaret ve baş parmak kısımlarında boy gösteren parlaklıklarda kalmıştı.Lakin gün aklı lüzumsuz detaylara takma günü değildi.Konuşmamız lazım dedim.Onaylarcasına gözlerini kırptı ve burnundaki son sümük akıntısını kıhırk sesiyle boğazına aldı,yuttu.Ayrıntılara takılmamaya kararlıydım ve devam ettim.Bizim takımın tamamı geldiği an laf sokma yarışı yapalım dedim.Gözleri parlamıştı.Hemen aceleyle çantasını karıştırmaya başladı,bir defter çıkardı ve ortasından bir yaprak kopardı. “Hadi takım yapak!” dedi.Takımı gönlünce kurmasını,zira bugünkü laf sokma yarışında yenilmenin de yenmenin de hiçbir şekilde sikimde olmadığını dile getirdim.Felsefe dersi sınavında bile bu denli düşünmeyen Mürselim hesap kitap içinde kaybolup gitti.

Üçüncü dersin ortasına geldiğimizde takım sonunda toplandı.Cemil okula 2 kilometre uzaklıktaki evinden zamanında gelmeyi becerememişti yine.Otobüs motobüs bir şeyler zırvaladı hocaya,hoca dinlemedi.Cemil bu tavra alındı ve “Baklavasıyla değil mi lan?Yok yaz yok,her sene sıfır devamsızlıkla bitiriyorum ben bu okulu he heeeey!”diye çemkirdi hocaya.Gözbirliği etmişçesine ‘Ulan ne adamsın Cemil!’ der gibi baktık.

Kadro tamamlandığından mütevellit Mürsel heyecanla yarışmanın anonsunu yaptı.Hoca kara tahta önünde kendi çapında sinüs kosinüs yaza dursun bizler takımlarımıza göre ayrıldık.Herkes kendi takımının elemanlarıyla,94 Dünya Kupası’nda Brezilya Milli Takımı’nın İtalya karşısında penaltılara kalan maçta penaltı atışları sırasındaki duruşları gibi omuz omuza kenetlendi.Mürsel’in beni oldukça kötü bir takıma verdiğini fark ettim karşımda duranlara bakınca.Nereden bilebilirdim Mürsel’in vur deyince öldüreceğini?

İlk vuruşu onlar yaptılar ve üç kişilik takımımızın sağ başında duran arkadaşımızın Atakule’nin üzerine oturduğunu ve bu güzel yapıyı yok ettiğini belirttiler.Üzerine oynanan takım arkadaşım ise ikiz kulelerin aslında uçak faciasıyla yerle bir olmadığını,bunun tamamen bir palavra olduğunu belirtti.İşin aslınınsa karşımızdaki üçlünün sol başında duran Mehmet’in kulelerin üzerine oturup onları yok ettiği olduğunu açıkladı.Ve sıra Mehmet’te idi.Mehmet benim peri bacalarına oturmamı emretti,beni ancak onların keseceğini de ekledi.İnce bir sssh alaysamasından sonra Mehmet’ e cevabımı ilettim.İstanbul Boğazı’na bırakın 3. köprüyü aslında 26. köprünün bile dikildiğini ama Mehmet’in hepsini içine alarak yok ettiğini,sadece iki tanesini göstermelik olarak bıraktığını söyledim.Mehmet biraz atar yapmaya meraklı,arkasını sağlam sanan bir arkadaşımız olduğundan bana kafasını salladı,akabinde ise kimse görmediği bir anda elinin işaret parmağıyla kendi boğazını kesme hareketi yapıp bitiminde işaret parmağını tehditkarca salladı.

Bu şekilde birileri oralara oturdu,birileri Dikembe Mutombo’yla aynı yatağa girdi,biri birkaç gezegeni yok etti,vs…Ruhum hafifledikçe hafifledi ama ters giden bir şeyler vardı.İçimdeki kız arkadaş özlemini atamıyordum.Onlar birbirlerine bir şeyler soka dursun ben reçetemdeki eksik ilacı aramaya koyuldum.Tam biri bana dünyadaki tüm internet kablolarının girdiğini söylediği sırada eksiğimi buldum.Eksiğimi giderme maksatlı ortamı terk etmeliydim lakin laf sırası bana gelmiş olduğundan olası bir kaçışım bir daha laf sokma yarışından ömür boyu menime sebep olacaktı.Bana laf savuran arkadaşa Niagara şelalesini soktuğumu söyledim.Sesimi değiştirerek “Aha dışarda kavga varmış lan ben gidiyorum izlemeye” dedim.Küfür ederken gözlerini kıstıklarından lafı ortaya atanı,yani beni göremediler.Tırıs tırıs kaçtım sınıftan.Hedefim amcamın muhasebe bürosunda çalışan Ayten isimli şahısla makara yapmaktı.Öncelikli hedefim ise çişimi yapmaktı,zira kendisi fena sıkıştırmaya başlamıştı.Paytak adımlarla tuvalete girdim,pisuvara yöneldim.Çiş yapımım sırasında pisuvar içindeki naftalin toplarıyla adımı yazmaya çalıştım.Beceriksizliğim sebebiyle ‘E’ bile yapamadan kuru bir ‘F’ harfi yapabildim sadece ve tanker boşaldı.Fermuarımı çekmiş ve arkamı dönmeye başlamıştım ki ensemde acı bir tokat ve o tokat sistemine bağlı bir şloksle sesiyle irkildim…

Devam edecek...

22.10.2007

Dört

PART IV

İnsan öyle ha deyince aşka yelken açamıyor.Ben de açamadım haliyle.Altyapı hazırlama maksatlı vakit geçirmeden arka takım üyelerini bir araya getirdim.Sokaklarda yürüyüp göt meme baktık biraz.Yorumlarda bulunduk.Kah beğendik,kah burun kıvırdık.Barların yahut cafelerin önlerinde geçerken sektirmeksizin topluca kafalarımızı mekanların içine döndürüyor,öpüşen çift arıyorduk.Şahin bakışlarımızla -buna Elf gözlerimizle de diyebiliriz- pantolon üzerinden iç çamaşırı tespiti yapmaya uğraşıyor,tanga giyenleri alkışa boğuyorduk.Evet az önce de söylediğim gibi bunların tamamı yeni bir aşk için atılan temellerdi.

Grup üyelerinin tamamı acıktığı zaman bir restorana girdik.Yemek yerken,başımdan geçenleri anlattım bir bir.Sağ olsun arkadaşlarım çabucak anladılar beni.Porno cd vermeyi teklif eden bile oldu.Ağzımı yarım açarak “Ssssh” diye alaysalca güldüm.Bin beş yüz kişilik okulun porno ihtiyacını karşılayan bir tüccar için oldukça gülünç bir öneriydi bu.Bana vermeyi önerdiği film de benden alınmaydı,başka bir ihtimal mümkün değil.Uzun lafın kısası önerilen film kesin kalite kontrolümden geçmiştir.Teklifi reddedip gözlerimi kısarak bir sigara yaktım.Asıl ihtiyacımın üç boyutlu kanlı canlı bir hatun olduğunu dile getirdim.Emin klasik gay esprimizi yaptı.Kendisinin bana yetmediği için duyduğu üzüntüyü dile getirdi.Şiddetli bir şekilde uyardım Emin’i.Sakalı bıyığı henüz çıkmamış yumurta gibi iki genç arasında geçen böylesine bir diyalogun yarın bir gün apartmanda kıstırılmayla sonuçlanabileceğini anlattım.Korkuyorum dedim.Konu kapandı.

Her zamanki gibi,konu aşk olunca her boka aklı basan arka takımdan müspet bir öneri çıkmamış,çıkamamıştı.Alt dudağım büzülmüş,ufak ufak da titremeye başlamıştı.Artık eve gidip acımla bir başıma yoğrulmam gerektiğine kanaat getirdim.Tek tek arkadaşlarımla öpüşüp semt otobüsüme binmek üzere yola çıktım.Yol boyu çiftleri gördükçe alt dudağım büyüyor,kontrolümden çıkıyordu.Eğdim kafamı,köze basmış çingene gibi yampiri yumpiri duraklara doğru koşmaya başladım.

Nihayet varmıştım durağıma.Evime,annem-babam hariç hiçbir çiftin yaşamadığı yuvama ulaşmama sadece yirmi dakikam kalmıştı.Cüzdanımı açtım,otobüs biletimin kalmadığını fark ettim.Hızlıca bilet gişesinde kuyruğa girdim,paramı hazırlamaya başladım.Bilet yedi yüz elli bin lira olmasına karşın cebimden ancak bu ücretin üçte birini çıkarabildim.Kimseden para da isteyemedim.Çaresiz çıktım kuyruktan.Geri arkadaşlarımın oturmakta olduğu restorana çevirdim rotamı.

Restorana girdiğimde hepsini birden bıraktığım halde buldum.Gözleri fıldır fıldır kızlara bakmaya devam ediyorlar,ara vermeden konuşuyorlardı. “Ehehe” diye çekingen ve aynı zamanda kaypak bir gülüşle yanlarına yanaştım.Durumumdan kısaca bahsedip borç para istedim.Lakin her biri ayrı ayrı “Ya valla…”,“Ma valla…”diye paralarının olmadığını bildirdi.Titremesi kesilen alt dudağım yeniden hareketlenmeye başlamıştı.

-Jenna Jameson’un altı tane onar dakikalık filmini içeren vcd’m var,yok mu alan arkadaşlar?Hemen verebilirim,yanımda üç tane mevcut.Kapanın elinde kalıyor bunlar.Gel gel gel gel !

…biçiminde adeta bir pazarcı gibi teklifimi sundum.Tanesini altı milyondan sattım kerizullahlara.

Sonuçta bir paket sigara,bir onluk öğrenci kartı ve üç milon küsur parayla mesut bir halde evime,yuvama döndüm.

18.10.2007

Üç

PART III

Çıktım okuldan,kız arkadaş diye tabir edilen insanla buluştum. “Ayşe” diye seslenildiğinde dönüp baktığından mütevellit adı Ayşe’ydi. “Cınııııığm!” şeklinde bağırarak üzerime koşmaktaydı.Bu durum aklıma simit oyununu getirdi.Kısa sürede kendime gelmemiş olsaydım nefesinin bittiği anda kıçına tüm gücümle tekmeyi eklerdim.Neyse ki kısa sürede üzerimden attım simit havasını.

Gelgelelim ben bu havayı üzerimden atana kadar çoktan öpmüştü beni ve yetmezmiş gibi “Nereye gidelim?”sorusunu da yöneltmişti.Aklıma ilk olarak ‘Simit Sarayı’ seçeneği geldi.Ayşe biraz geri zekalı olduğundan ikiletmeksizin teklifimi kabul etti.

Yol boyunca genelde önde yürüyerek Ayşe’nin götüne baktım.Kimi zaman kendimi tutamayarak Rabbimin yarattığı bu güzellik karşısında ‘Breh’ ledim.Sarayın önüne geldiğimizde ise her centilmen gibi önden geçmesi için elimle yolu gösterdim.O kapıdan geçedursun benim gözlerim yine belden aşağıya takılmıştı. ‘Breh breh breh’ nidalarıyla girdik içeri.Fazla ortalıkta olmayan bir masaya oturduk.Ayşe ikimize simit aldı geldi.Masanın üzerinde duran –tahminen bizden önce oturanlardan hatıra- iddaa gazetesine takıldım.Zaten ne zaman bir bahis olayıyla karşılaşsam büyülenirim,ayakta sikerler haberim olmaz.Basket oynarken ki ‘girer mi girmez mi?’ iddialaşmalarında bile kitlenir kalırım.İşte yine başladım kendi çapımda kupon yapmaya.

-Bak bak!Rosenborg 2.3 veriyor.Uuuuuu Liverpool Bolton deplasmanında 2.6 veriyor.Vay canına Eskişehirspor 1.8 veriyor.

-Nasıl ya?Anlayamıyorum Emre ben.

-Basit!Misal 1 koyuyorsun 2.6 alıyorsun.Kısaca 1’e 2.6 veriyor.Peki sen ne veriyorsun Ayşe?

-Üç,kikikikikii

-Siktir oradan.Dört aydır sevgili diye yanımda dolaştırıyorum bir kere vermişliğin yok.Tüm aileyi gurbete yolladım zorla ev boşalsın diye,seks ortamı doğsun diye.Yok!Neymiş?Makarna yapalımmış.Hay sokayım makarnaya.Bari bir iç çamaşırınla falan yatsaydın.O da yok.Ne biçim kızsın lan sen.Ellerim nasır tuttu lan!

…diyerek hem lafımı hem de insanlığımı bitirdim.Hayvan Adam oldum çıktım.Ayşe ise oracıkta ağzını büze büze,dişlerinden dudaklarından susamları saça saça ağlamaya başladı.Sanırım krize girmişti zira arada bir boğuk boğuk öksürüyordu.Üç-beş dakika geçti.Ayşe’nin rengi mora çalmaya başlıyordu artık.Özür diledim,iyi olup olmadığını sordum.

-‘Boğz…Köh köh,bağzıma susamköhköh kaçköh köh köh kaçtı.’ dedi.

Yukarı bakmasını salık verdim.Baş parmağımla orta parmağımı kullanarak şık şık sesi çıkardım. “Bak bak bak kuşa bak.”dedim saçını ensesinden çekerek.Tahmin ettiğiniz üzere işe yaramadı.O mor renk bordoya dönmeye başladı.Salak,susamın yanında hamur kısmından da nefes borusuna kaçırmıştı belli ki.Tüm sertliğimi toplayarak garsona : “Birader ambulans,hooop şeeef!Ambulans şeeef!” diye çemkirdim.On dakika içinde ambulans gelmişti.O günden sonra Ayşe’yi bir kez daha gördüm hastanede.Bir daha da görüşemedik.Ben de kendimi 0 rh + aşklar için hazırlamaya başladım.

İki

PART II

Şatafatlı cümlelerin bir dayak önleyici vazifesi görmediğini anladığım gündü o gün.Az ama öz konuşmanın da dayak önleyemediğini;ek olarak boş boş konuşmanın da dayak önleyemeyeceğini anladım tabi ki.Yani en azından karşınızda Nedim Namdar isimli bir biçerdöver mevcut ise isterseniz oturun piyes sahneleyerek meramınızı anlatın,bu dayak makinesi tarafından dinlenmeyeceksiniz.Tokat atmak için yaratılmış ellerin önüne hangi güç geçebilir?Hey Hat!

Sadece ordövr dayağıyla bile “Bu yetti bize!” dercesine al al olan yanaklarımıza rağmen Nedim kişisi antrenman tadında en ufak şekilde terlemeden tabiri caizse sikip attı suratlarımızı.Ne kadar mantıksız bir şey bu halbüse.Sanki biz o dayaktan sonra sigarayla olan tüm ilişiğimizi kesip,msn listemizden ve telefon rehberimizden silip bir daha görüşmemecesine terk edeceğiz sigaramızı.Ben o paket üzerindeki ‘öldürür!’ yazılarına bile karşı gelebildiysem fırıncı küreği eller vız gelir tırıs gider.

Tahta önü dayağından sonra sıralarımıza doğru seyirtmemizi emretti sayın müdür yardımcımız.Kapı tarafındaki duvar dibinde, en arkanın bir önündeki sırama oturdum.Yediğim sopanın ciddiyetini kavrayamamış olan can dostum güzel insanlar,hocaların ‘Arka takım’ diye adlandırdığı takımın elemanları eblekçe,gözlerinden yaşlar gele gele ,elleriyle ağızlarını kapaya kapaya “Pohhoho” sesleri çıkartıyorlardı.Oturmadan önce sıramı kontrol ettim.Tam tahmin ettiğim gibi oturağıma yine dik konumda bir silgi koymuşlardı.Her zaman “Ulan siz yok musunuz siz?Hınzır şeyler” surat ifadesiyle aldığım silgiyi bu sefer sinirli bir surat ve “mınırzınıtünübaşınıskiym” mırıltısıyla aldım.Biraz utanma arlanma olur insanda.Ama yokmuş bu takımda,yokmuş.Oturup Nedim’in siktirip gitmesini beklerken arkamda oturan Berk’in “Siki tutun daaaa,rokete takağiyrum!” demesiyle götüme pandik atması bir oldu.Pohhoho lar yerini kfısıhhıhısııkkk lara bıraktı,gözlerdeki yaşlar sel oldu.“Ne geniş adammışsın,dönüp çak ağzına!” şeklinde gaza getirmeler de vuku buldu ama Nedim sınıftan çıkmadan bir parlama yaparsam Nedim’in beni yüzlerce kez yere sereceğini,ben baygın biçimde ayakta durmaya çalışırken yüzlerce kez “Finish him!!!” seslerini duyacağımı biliyordum.Bu yüzden hiçbir şartla edebimi bozmadım.

Çok şükür ki bunun üzerine beş dakikayı geçmeyen bir kalay ve nasihat konuşması yaptı ve terkeyledi sınıfımızı.Rabbimin beni tabi tuttuğu sabır imtihanını başarıyla vermiştim en sonunda.Çok şükür.

Tenefüste bizim tayfa hemen basketbol oynamak için koşturarak dışarı çıktı.Hedefleri on dakikalık sürede terleyip,pis kokup gelmekti.Moral bozukluğundan kelli ben oturduğum yerden kalkmadım.Gömleğimi kirletmek,terlemek istemiyordu canım.Çok geçmeden yanıma İrem geldi.İrem o güne kadar ‘Merhaba-Merhaba’ derecesinde arkadaşlık sahibi olduğum biriydi.Kendisi Fanatik,Fotomaç en olmadı Milliyet,Posta,Akşam gibi bol resimli ve bol ekli gazeteler yerine renksiz,ince,sıkıcı,spor sayfasının yeri alışılagelmişin dışında orta sayfalarda bulunan Radikal okuyan bir şahıstı.Başta saydığım cazip gazetelerin iki yüz elli bin lira olduğu yerde,İrem’in altı yüz bin lira verip bu insanın içini boğan gazeteyi okumasına anlam veremezdim.Bu nedenle içten içe kendisinin gerizekalı olduğunu düşünürdüm.İrem hakkındaki yegane düşüncem de buydu zaten.

İrem yanıma gelir gelmez kulağımdaki i-pod’da çalan Türkçe fantezi müzik eserini bir heavy metal eseriyle değiştirdim.Yanıma oturdu,omzuma dokundu.Hemen kulaklığı çıkardım ve kendisinin yüzüne bakarken bir yandan da verdim sesi verdim sesi,kulaklıkları da avucumun içine koyarak sesin duyulabiliritesini arttırdım.İrem bana iyi olup olmadığımı sordu.“Bi git başımda allasen İrem,dertliyim zaten.” diye tersledim bunu. “Ya Emre’cim ben sana yardımcı olmaya çalışıyorum,sen beni tersliyorsun aaa!Hadi konuşalım biraz.”diye serzenişte bulundu.“Ölmek istiyorum,kimse beni anlamıyor,istemiyorum hiç kimseyi yanımda,bi siktirip gitsene lan!” diye haddimi aşa aşa çemkirdim.“Aman ne halin varsa …” dedikten sonra tepkisini belli etme maksatlı önümdeki sıraya kız tekmesi atıp uzaklaştı yanımdan.

İrem'in yanımdan ayrılmasıyla birlikte playlistimi rahmetli Mc Hammer'ın güzide eseri "Can't Touch This" e çevirip,kafamdan sıktığım şarkı sözlerini mırıldandım biraz.Yirmi dakikaya yakın bir süre sonrasında sınıfa gelmeyen arkadaşlarımı merak ettim.Normal adı Veyis olan,lakin 'Seyis' kod adıyla çağırdığımız Alman görünümlü arkadaşımı 'Ara beni hemen!' manasında çaldırıp kapattım.On bilemedin on beş saniye sonra o da bana cevapsız çağrı attı.Kontörüm olmasına rağmen cimri kişiliğim sonucu yine bir cevapsız çağrı attım.Bu şekilde yaklaşık yirmi defa karşılıklı olarak cevapsız çağrılaştık.En sonunda lanet edip aradım Seyis'i,nerede olduklarını sordum.Seyis evde olduğunu belirtti."Vay it!Nasıl kaçtın ,on dakikalık arada,ne esti kafana da kaçtın?" dediğimde okulun bittiğini,kendisinin de normal olarak eve döndüğünü söyledi.Vay anasını nidası eşliğinde telefonu kapattım.Boş sınıfta 'ııınınını ını nın ken taç diz' sesleri yankılanmaktaydı."Aslında yankılanan benim yalnızlığımın,suskunluğumun dayanılmaz gürültüsü." şeklinde duygusal bir laf ettim kendi kendime,hemen toparlanıp yarın bir gün uluorta böyle konuştuğum takdirde adımın ibneye çıkacağına kanaat getirip tırıs tırıs otobüs duraklarının yolunu tuttum.Sınıfta yankılananın da Mc Hammer olduğunu kendime kabul ettirdim.

4.10.2007

Kıps ki ğüç döt

takım içinde olmak iyidir.yedek de olsan iyidir.takım halinde aerobik yaparken götüne parmak da yersin,koşarken çelme de takılır.ama bunlarla daha güçlü olursun.takımdan ayrı düz koşu yapmak bi yaşam biçimidir.takıma parmak atmaya,çelme takmaya gücün yetmiyceinden dolayı seni oraya atmışlardır.şu anda takımdan ayrı düz koşular yapmaktayım,herkes hop ki üç dört diye tek bir ağızdan kükreyerek koşar,egzersizini yaparken;ben ınfhs ınfhs diye tek başıma koşuyor takımla aynı güce,aynı kondisyona sahip olabileceğimi umuyorum sadece.olamıycaımı bile bile... bitti

19.09.2007

Bir (DOKU)

-Bir İdiotun Hikayesi-

PART 1

“…İşte ben de her yeni güne uyanışımda kinle,umutsuzlukla doluyor içim.Nefes alasım gelmiyor,nefesim kesilsin de öleyim diye geçiriyorum her geçen gün zehirlenmeye devam eden aklımdan.Ama bu gerçekleşmiyor bir türlü.Bu nedenle güne sigarayla başlıyorum ve gün boyu onlarca sigara içiyorum ki hava yerine gri duman çekeyim içime.İnanın bana duman havadan daha zararsız…”diye neden sigara içtiğini uzunca cümlelerle yaklaşık bir yedi-sekiz dakika boyunca anlattı.Bense sıranın bana da geleceğini bildiğimden şimdiden neden sigara içtiğim hakkında kafamda söyleyeceklerimi planlıyordum.Planladığım cümleler en fazla dört öğe içeriyor ; bu yüzden de Kamil’in en az on kelime ve de en az yedi cümle öğesi içeren cümleleri yanında ezik kalıyordu.Bir nevi Brezilya-Sudan futbol maçı şeklinde düşünebilirsiniz bu kıyası.

Sıra bana geldiğinde önce derin bir “eööee” çektim.Sonraysa nedenlerimi saydım:

-‘Üstüme başıma ve bilhassa parmaklarıma sinen tütün kokusunda çocukluğumu buluyorum.İşte ben sigarayı bu yüzden içiyorum.’ dedim ve sınıfın kurabildiğim en uzun cümle karşısındaki tepkisine bakabilmek için kafamı kaldırıp sıralarda göz gezdirdim.Maalesef en ufak bir tepki dahi yoktu.Herkes gayet acıyan gözlerle bakmaya devam ediyordu.Kamil’in konuşması esnasında hayranlıkla parıltılar saçan o gözler gitmişti.Yalan söylemeyeyim üç kişide o gözler hala duruyordu.Ama onlar da Kamil’in konuşmasından sonra bakışlarını hiç değiştirmemişlerdi,hala bir önceki konuşmanın etkisi altındaydılar.

Müdür yardımcımız yaklaşık on beş dakika önce erkekler tuvaletini basmış ve beş tiryakiyi halka şeklinde duman çıkarma yarışmasının ortasında enselemişti.Oral sekse hazır biçimde açılmış ağızlarımızla kafalarımızı kapıya çevirdiğimizde pisuvarlara dönüp işeme numarası yapmak için artık çok geç olduğunu fark ettik.İri cüsseli Nedim yaba gibi elleriyle üzerimize gelmekteydi.

İlk sopamızı -ki buna ordövr dayağı da diyenler mevcuttur- tuvalette ayak üstü yedik.Bu dayak sadece iki adet tokattan ibaretti.Bu dayak esnasında Nedim’in de sigara tiryakisi olduğunu anladım.Adamın yaba elleri suratımda şaplarken ben işaret ve pandik parmaklarındaki kokuyu gayet iyi biçimde özümsemiştim,besbelli Ballıca ’ydı bu.

21.08.2007

ZEVZEKZEVK

Evet efem!Saat 19:54 olmakla beraber Bolu adli güzide ilimize çok yakin artik yolcusu olduğgum otobüs.Sofor tarafi,cam kenari.Gunes batiyor.Bolu’ya yaklastıgimi soylemistim.Son duragim Istanbul.Bir gunlugune beni agirlayacak olan gizli baskent.Sadece bir gunlugune bes yuz kusur kilometre yol kat ettigimi duyunca ;Istanbul’da bir sevgilimin oldugunu yahut muhtesemimsi bir is sözlesmesi imzalamaya gittigimi düsünmüssünüzdür kesin.Isin asli sadece bir futbol macı için cekiyorum bu eziyeti.Karsiliksiz,deli gibi seviyorum Besiktas’i.Taraftarini,ruhunu,semtini,havasini,suyunu,her seyini…
Hayatta en çok zevk aldigim seyler listesinin basinda gelir süt beyaz formayi yesil cimler üzerinde seyretmek.Oyle buyuk bir zevk ki bu tuylerim diken diken olur her defasinda.

Bencilce bir yazi yazacaktim bu konuda,kendi zevklerimi paylasacaktim teker teker.Ama su anda vapurdayim ve sizofreni hastasi olan ben yazinin tüm gidisatini degistirmekte karar kildim.Yeni bolum baslasin…

-Hoju birakti gitti beni yahu!Ben içmeyeyim de kimler içsin?
-Lakin sen de fazla abartiyorsun be gulum.Birak ne hali varsa gorsun,sevmemis seni demek.Seni sevenler var etrafta onlara bak.
-Yahu anlatamiyorum galiba.Abi gul dedi guldum,ol dedi oldum.Neyim eksikti o etrafindaki pustlardan,soyle allasen neyim eksikti?
-Bak soyle dusun.Misal bizim Yeliz gelmisti sana hatirlar misin? “Seviyorum” demisti,sen de kizi reddedip sevgisine karsiligin olmadiginı uygun bir uslupla anlatmamis miydin?
-Ya tamam da…
-Sus iki dakika.Oradan yola cık.Sen Yeliz hanimi istemedin,al iste bu da seni istemiyor.Bu dogal bir sey.Ask cift tarafli degilse niye kastiriyorsun ki?
Su bardaga su koy da rakim florasan gibi bir parlasin hele.
Ne diyordum?Hah,şimdi mesela ben Scarlett Johanson öl dese ölürüm ama hatun bana bakar mı?Bakmaz.Peki benim onun etrafındaki puştlardan ne eksiğim var.Hiç.
-Abi para?
-Yaratırım canım kardeşim,yaratırım.O teferruat.
-Hoju peki karıya gidip bi stres atsak?
-Günahı büyük be oğlum,3 aylarda çarpılmak mı istiyorsun.İlerde parasız da atarsın stresini,bekle acık.
-Doğru be abi,hem hastalığı da var bu işin değil mi?
-Evlerden ırak.
-Portakal ister misin abi,soyayım.Hem konuşur hem yersin.
-Portakal soyulur mu hoju?
-Tadına doyulur mu?
-Fener sana bir koysam…
-Fizandan duyulur mu?
--Al bunu alamaz mısın?Sen ne biçim delikanlısın!
-Geliyorsun kendine aslan kardeşim benim.Al bir yudum şu rakından bakayım.Sen içtikçe mantıklı düşünmeye başlıyorsun,aferin!
-Abi bir şey diyeceğim ama kızmaca yok.
-De bakalım.
-Abi sabah beri konuşuyoruz,gülüyoruz falan fişfiş ama benim aklım hala Derya’da.Ben onu unutamayacağım be abi.Şu dünyada benden mutsuzu,benden umutsuzu yok be abi.
-Ulan senden umutsuzu yok ama senden şımarığı da yok götgen!Millet yiyecek yemek,içecek su,giyecek kıyafet bulamaz yine de “Çok şükür yaradana” diyerek yoluna devam eder,bir de sana bak anasını satayım.Neymiş?Kız reddetmişmiş.Hay sokayım kıza.
-…
-Ben neler yaşadım bilmiyorsun tabi.Sen hiç sevgilini başkasının koynunda gördün mü?Başkasının dudaklarında…Canım dediğin insan bokundan değersiz çıkıyor.Ben ömrümü adadığım kızı başkasıyla yatarken gördüm hoju!Senin gibi olmadım,silkindim.Birçok konuda insan hata yapabilir,bu da o hatalardan bir tanesiymiş dedim.Ha üzülmedim mi?Afedersin amıma bile koyuldu bu olaydan sonra.Ama ömür kısa,ömrün her anı değerli.Bir hatama takılıp günlerimi haftalarımı yakamam.Aldığım nefesten zevk almadan duramam.Silkelen şimdi.Yoksa kalk masadan bir daha da ben olmam hayatında.Ne selam ver,ne hal hatır sor.O kadar!
-…
-Ne yaptın lan sen?Aptal herif ne yaptın?
-Bileklerimi kestim abi portakal pıçağıyla.
-Hey Allah’ım.Al şu bezi sar bileğine.Kalk hastaneye.Yürü yürü yürü.
-Abi ölürsem kıza “Senin yüzünden,senin için öldü.”der misin?

-Çok da sikindeydi hatunun.Anlamadığım ben ne laf konuşuyorum,sen ne yapıyorsun.Sadist misin pezevenk?Zevk mi alıyorsun acı çekmekten
gerizekalı herif?

-Zevkler ve renkler tartışılmaz abi.

tezgaha hosgeldiniz

guud mornin vietnam!
bu bir daha bir.
bu yaziyi okuyan sinirsiz saçmalama ünitesine adim attigini bilsin ve buna göre diger yazilari okuyup okumayacagina karar versin.
okursan ekime okumazsan kasigima kadar.
canim insanlar,tezgaha hosgeldiniz :)
birader almiyacaksan tezgahin önünü kapama!