25.08.2013

Temaşa

- Demirbey kitabınız?
+ Bitti.
- Düzeltmeleri peki?
+ Bir tek onlar kaldı.
- E o zaman kitabınız?
+ Bitmedi..
- Size verdiğimiz sürenin ucu artık o kadar açıldı ki, üzülerek söylüyorum ama sözleşmemizi iptal etmek zorundayız. Lütfen kendinize başka bir yayınevi bulun.
+ Son bir hafta?
- Ama burada soruları biz sorduk hep.
+ Buyurun o zaman.
- Son bir hafta süre?
+ Memnuniyetle..



Ne kadar zaman geçmişti kitabı yayınevine teslim edişimin üzerinden? Sanırım 7 ay. Düzeltmelerle ilgili aksiyona başlayışımın üzerinden geçen süre? 6 ay. E adamlar da haklılar dedim. Eve yürüyerek gideyim de hem dizime iyi gelsin, hem spor yapmış olayım, hem yoldan geçen bilimum güzel kızla karşılaşayım, hem de düzeltmeler için düşüneyim dedim.

O yol boyunca, akşam oynayacağım Premier League karşılaşması olan Arsenal deplasmanından başka birşey düşünmedim. Yürümek dizimi ağrıttı, spor yapacağımı düşünürken üç sigara içtim. Kızlara baktım. İstanbul'un taşı toprağı altın. Kızlara baktım.

Anahtarımı kilitin içinde ilk döndürüşümde kapı açıldı. Belleğim beni yanıltmıyorsa sabah evimi, bu kapıyı 2 defa kilitleyerek terk etmiştim. Olası bir hırsız saldırısında kaçmayı ilk seçenek olarak kabul ettim ve ayakkabılarımı çıkarmadan salona doğru kafamı uzattım. 'Sen mi geldin? Gel hoşgeldin.' dedi berjerde oturmakta olan beyaz tenli bir kadın. Çıkaramadım ama hoşgeldinine hoşbulduku esirgemedim. Gözüme kestirdiğim kadarıyla teke tekte ağzını burnunu kırabileceğimi düşünerek ayakkabılarımı gönül rahatlığıyla çıkardım. Yanındaki berjere oturdum. Tam ben ona kim olduğunu soracakken 'Ne dedi yayınevi?' diye söze girdi. Son bir hafta ek süre verdiklerini, çok zor durumda olduğumu sanki karşımdaki bir yabancı değilmiş gibi anlattım. Tanımadığım insanlarla göz teması kurmayı sevmediğimden, bu anlatımlar sırasında evimin içinde değişen bölgelere göz gezdirdim. Anlaşılan hafızamla ilgili ufak bir sıkıntı yaşıyordum. Zira oturmakta olduğum berjerin hemen yanındaki zigon sehpa üzerindeki fotoğrafa bakılırsa, şu anda derdimi anlatmakta olduğum yabancı benim karımdı. Düğün fotoğrafına ek olarak hemen yemek masasının arkasında duran gümüşlüğün içinde bir genç kıza ve bir ergen erkeğe ait çokça fotoğraf da gümüş çerçeveler içinde sergilenmekteydi. Bunlar da benim spermlerimin vücut bulmuş halleri olsa gerekti. Çocuklardan kız olan ziyadesiyle güzel olduğu için kesin benim çocuğum değil diye kıllandım fakat sonra yan berjerdeki kadının ortalama üstü güzelliğini de hesaba katarak bu kızın benim kızım olabileceğine kanaat getirdim. Göz temasını nadiren kurduğum, nadiren ondan tarafa baktığım kadını çaktırmamaya çalışarak incelemeye koyuldum. Oldukça alımlı bir kadındı. Ama kendisiyle nasıl tanıştığım, nasıl bu çocukları yaptığım, huyu, suyuyla ilgili en ufak bir hatıraya sahip değildim. Salonun kapısından ayakkabılığım kadrajıma girebiliyordu. Elf gözlerimi oraya doğru çevirdim. Kan döküldüğü falan yoktu ama şafak kırmızı söküyordu. Kırmızı bir Superga ve yine kırmızı bir kısa Converse'e takıldı gözüm. Bu iki unsur sayesinde artık emindim: Bu kadın benim eşimdi.

Beyaz ten-Kırmızı ayakkabı. Üst tarafı görmesem de olur

Uzun uzun ve çaktırmadığımı sanarak fırlatmış olduğum can alıcı bakışlar kadıncağız tarafından farkedilmiş olacak ki 'Ne yabancıya bakar gibi sinsi sinsi bakıyorsun yahu!' diye kikirdeyerek laf attı. Adıyla hitap etmem gerektiği anda ne diyeceğimi bilmek adına en kestirme yol düğün davetiyemiz diye düşündüm. Düğün davetiyemize aklımın takıldığını belirtip, bi zahmet getirip getiremeyeceğini sordum. Sağolsun getirdi Müjgan.

Müjgan?

Elim ayağım boşaldı. Yüzüne bir daha baktım. Yo bu o Müjgan değildi. Sesteş kelime. Ağızdan çıkışı aynı, anlamı farklı. Ama aklım eski anlamlara kaydı. En kötü, en belden aşağı anlamlarına rağmen yüzü güzel ve önceki Müjgan'ın aksine kendisinin gözleri tıpkı Esen Püsküllü gibi dört defa lacivertti. Ah Müjgan Ah dedim içimi derin derin çekerek. O beni davetiyeye bakıp eski güzel günlere gittim, zamanın nasıl geçip gittiğine şaştım zannetti. Ben Müjgan'ın kapısının önünden geçip içerde ışık var mı diye baktım halbuki. Işık yoktu zaten.


Oğlan nerde bizim diye sordum, Elazığ deplasmanında dedi. Açıklamasını istedim. Neyi açıklayacağını, bizim oğlanın liseye geçtiği günden beri Beşiktaş'ın iç saha-deplasman ayırmadan her maçına gittiğini söyledi. O, oğlanın serseri olmasından duyduğu endişe hakkında konuşadursun  benim koltuklarım kabardı. Kızı sordum. Bilmiyormuş gibi yapma dedi, ergenliğe girdiği günden bu yana daha önce Emin ve Oktay'ın kızlarına da ev sahipliği yapan Kız Kulesi'ne kızı kapattığımı anlattı. Üniversite yıllarımızda kafamız ne zaman güzel olsa söz ilerde olması muhtemel kızlarımızdan açılırdı. Biz de çevredeki kızlardan pay biçerek, kızlarımızın üzerine gökten yağarsa amenna ama sağdan soldan küskü gelmesin maksadıyla Kız Kulesi'ni kiralayıp kendilerine uygun gördüğümüz birer eş çıkana dek bu kulede kalmalarını sağlayacağımızı konuşurduk. Şaka kaka olmuş, şaka gerçek olmuş. Emin'le Oktay'ın kızları noldu diye sordum. Evlenmişler. Oktay ve Emin makul bir damat adayı getirdikleri gün kızlarını kuleden çıkarıp kuaföre götürmüşler. Gelin başına.

Yedi sehef girseydiniz bir de!


'İki çocuğun hali de benim gençlik yıllarında espriyle karışık anlattığım hayallerimdi.' dedim. 'Olmaz olsun öyle hayal. İki evladımın da yüzünü zar zor görüyorum sayende.' diye sitemde bulundu. Sen bu çocuklara 'Evlatlarım' demeye başladığına göre bizim yaş elliyi vurdu geçti değil mi dedim, bembeyaz elini tutarak. Kapadığı her dakika için hanesine 'Eşini bir güzellikten mahrum etmek' adı altında günah yazılması gereken güzel gözlerini evet manasında kırpıştırdı. 'Suçlama hayallerimi...' dedim '... Daha neler çıktı ağzımdan. Geç hepsini. Kitabım hani? Hadi sen en sevdiğim şarkılardan seç çal da bitsin gayrı bu kitap.' diye cümlemi bitirip eskiden çalışma masamın bulunduğu yatak odama gittim. Masam aynı yerinde duruyordu. Sandalyeye oturup kağıdı açtım masanın üzerine. Biraz gerindim. Ne dinlemeyi sevdiğimi nasıl da biliyordu bu Müjgan. Tıngırdamaya başlamıştı ev. Arkama baktım, yatağıma. Ben yatıyordum duvar dibinde. Kalktım sandalyeden yerime yattım. Uyandığımda yirmi yedi yaşındaydım. Evim, işim ve düzeltilmeyi bekleyen bir hikaye kitabım vardı.


Edit: Soundtrack John Reyiz'den olsun...


Star Wars Episode VII hazır. Görüşmek üzere..