24.12.2012

Tüketim Toplumu Kaynaklı Heves Kaçışları

"Yalan yok. Sırf üşengeçlikten ayrılmayalım istiyorum. 25 yılın üzerine bir de Beşiktaşlı olmanın yıpranma payını koyunca fazlasıyla yorgunum. Tamam, dillere destan bir ilişki değil elimizdeki ama senin kaşın da, kolların da dillere destan değil sonuçta. Yahu o kadar safız ki. Bacağından kıl çıktığını bildiğimiz canlılar, bacaklarını jiletleyip onun üzerine incecik çorap giyince o kıl mevzuunu unutuyor, kanı bel altına pompalamaya başlıyoruz. Kışın üşenip dizden yukarısını kivi misali tüylü tutmanız konusunda takılı kalmak istemiyorum. Konumuz farklı, konumuz önemli. Kaşını, kolunu alan, gözlerine kalem çeken, dudaklarını, tırnaklarını, saçlarını boyayan kız kalkmış 'Bizden olmadı.' diyor. Vaktiyle senden de olmamış, ama uğraşıp düzeltmişsin, kendini olur kılmışsın. Ben yedim mesela. Vay demiştim, ne güzel kız demiştim. Tarihinde, ısrar ederek oldurmak işini başarmış biri neden ilişkide ısrarcı olmaktan kaçıyor, neden oldurmaktan kaçıyordu. Neden kaçıyorsun belalım? Yaban çiçeğim!


'Herşey düzelecek.' diyeceğim. Ben bile söylediğime inanmazken senin bana inanmanı bekleyeceğim. Zira ben neyin yanlış olduğunu ve dolayısıyla düzeltilmesi gereken şeyin ne olduğunu bilmiyorum. Hastasının şikayetlerini dinlemeden göğüs kafesinden hastanın içini açıp bakan, fanlarına elektrikli süpürge tutan doktor olur mu? Olmaz tabi. Sen bigüne bigün gelip bana dedin mi şikayetini? Demedin. E ben de senin suratın asıldıkça açıyorum ilişkinin içini üfleyip, kasasına vurup kapatıyorum. Verdiğim emeğe üzülüyorum yeminle. Şimdi hemen üste çıkarsın 'Ben emek vermedim mi?' diye. Bir sakin ol şampiyon. Neyi gerçek neyi mecazi anlamda anlaman gerektiğini hep karıştırıyorsun. Aslında hep sinema ve şiir yüzünden. Filmlerde gördükleri, şiirlerde okudukları gibi ilişki arıyor artık kadınlar. Yoksa şapşahane ilişkimiz vardı. Kalkıp sana olan hissiyatımı dizeler halinde anlatmamı bekliyorsun eminim. Bense anlamsız, cibiş gözlerimle anlamlı gibi bakmaya çalışarak içimden taşan duygu selini anlamanı bekliyorum. Şu son cümleyi kurduktan sonra Osmanlı'da sanatın neden engellendiğini anlamış oldum. Benim gibi sevda acısından dili yanan civanmert delikanlılar şiir yazana sopa çekmişler belli. 19. yüzyıl dük ve düşeslerinin post modern hali olmaktan, onlar kır yürüyüşlerine çıkarken bizim AVM gezilerinde bitap düşmemizden ben de sıkılıyorum ama işinden gücünden vakit ayırıp da bakir topraklara seni götürmeme engel olan da yine sensin beybileydim. Aylarca peşinden koştuğum, uğrunda bira ve sigara firmalarını zengin ettiğim, bağlı olduğum GSM şirketini kalkındırdığım ilişki izdivaçla sonuçlanmayacaksa yer küredeki tüm ilişkiler yansın bitsin kül olsun. Sinirlenince çok pis oluyorum bilirsin. O yüzden bundan sonra bir gazetenin üçüncü sayfasında hunharca öldürülen bir genç çiftin haberini görürsen üşenme de haberin içeriğine bak beybim. Adımı görürsün. Haberin fotoğrafına bak. Şirket kimliğimdeki CHP kadın kolları saçlı halimi görürsün. Bir gazete küpüründen aşkımızın tekrar canlanmasını beklemem tabi ama özlem gideririz en azından.

Saç uzatırken yaşanan geçiş döneminde CHP Kadın Kolu saçı kaçınılmazdır.


Havadan, bir barda bir kafede, hadi daha da çirkinleştireyim bir arkadaşlık sitesinde tanışıp da alel acele sevgili olsak anlarım. Ha birbirimizi tanımadan sevgili olduk, götünü elledim, çay içirdim; baktı şimdi tanıyınca karşısındaki adam baya dümdüz adam hemen bıraktı ceylanım, o da haklı derim. Ama ben senin ne olduğunu bildiğim kadar, sen de benim ne olduğumu biliyordun. Boyum atmadı, tipim şeklim değişmedi, zevklerim değişmedi, huyum değişmedi.

Ha diğer taraftan sen hep değişiyorsun. Regl mi oldun, su torbası diye geziyosun, karnın ağrıyormuş. Ulu orta söylüyorsun sıcak su torbası diye cümle alem anlıyor cayır cayır regl olduğunu yapma gözünü seveyim. Ha ne diyordum. Regl olursun hissiyatın değişir, arkadaşın üzülür hissiyatın değişir 'Hocam Tuba'nın amına koymuşlar, tuvalete götürüp bi yüzünü yıkayalım mı?' diyen kızlardan farkın kalmaz, elin derdiyle dertlenirsin. Sırf manevi bazda değil, ek olarak madden de sürekli farklı renkte boyuyorsun boyayabildiğin şeyleri: Saçını, tırnağını, dudağını, gözünü, yanağını. Ben seni 'Nar paketi' yerine koyup, aa kızcağızı kırmızı görüp sevdik içinden sarı da çıkıyor mavi de çıkıyor düşüncesiyle daha bi severken ne değişti de bizden olmuyor." şeklinde hakkımı aramak için kalın dudaklarımı araladım. Masaya damlayan çikolata sosunu parmağımla toplayıp aralanmış dudaklarımın arasında ifii ifiii diye salınan dilime koydum.  Dudaklarımı kapattım. Demeyi düşündüğümü adetim olduğu üzere bir daha düşündüm. Negzel şeyler düşünmüşüm diyip gülümsedim. Ama bitmek üzere olan bir ilişkinin arefesinde olduğumdan ötürü gülümsememi hemen acı acı gülümsemeye çevirdim. Adını söyledim. Telefonuna bakıyordu. Tepki vermedi. Telefonun yanından kafamı çıkararak şirin gibi, aslında daha doğrusu onursuz bir yavşak gibi bir daha adını söyledim. Telefon ekranında onu çeken birşey vardı. Onu çeken her neyse beni de beraberinde çekmiyor. Adeta 'Sen gelme ulan ayı.' muamelesi ile fersah fersah öteye itiyordu. Üç üç üç olsun, çıkarması güç olsun deyiminin ardına sığınıp üçüncü ve son kez adını söyledim. O canım gözler radyasyon saçan, kanserojen etkili, yaratıcılığı öldüren, beyni sulandıran, insanı kısır yapan ekrandan ayrılıp da gözlerime uğramadı. Onca kurup kurguladığım konuşmayı da gerisin geri ittim küçük dilimden beriye. Bir on dakika sesimi çıkarmadan bıyıklarımla oynayarak dik dik ona baktım. Aynı dik dik'likte telefonun ekranına bakan O'na. Sonunda rahatsız olup kafasını kaldırdı. Sinirli bir halde 'NEEEE!?!?' diye bağırdı.

'En büyük Beşiktaş.' diyebildim.



---------------



"Beşiktaş benim için bir istisna. Her insanın zayıf bir yanı vardır hayatta. Beşiktaş aşk gibi bir şey. Orada nedensiz, sadece sonuçları kabul etme üzerine bir durum var. Pek çok şey öyledir hayatta. Sonuçlarını bilir, ama neden olduğunu bilemeyiz. Yaşam, ölüm, aşk, bunların sadece sonucunu yaşarız. Hiç tanımadığın bir insana tüm benliğini bile verebilirsin. Mantıklı mı diye soramazsın. Beşiktaş da öyle bir şey"     

  Zeki Demirkubuz

Kapalı'dan Zeki Abi.


(Edit: Bu yazı vasıtasıyla Dubai Uluslararası Film Festivali'nde en iyi film ödülünü alan ve sahneye FEDA tişörtüyle çıkan Zeki Demirkubuz'u kutluyorum. Şarkının soundtrack'i de: 


12.12.2012

Bi Bitmediniz Mınakii

Öncelikle şunu söyleyeyim: Tüm yazı boyunca içten içe aşağıdaki arkadaşın serzenişiyle nokta koydum cümlelerime. O yüzden önce bi aşağıdaki linki izleyiverin (4 sn) sonra yazıya geçin. Güldürü vaad etmediğim bir yazı! (Bu uyarıyı da yapayım ki sonra vay efenim ben gülmedim, vay benim erkek arkadaşım çok gülmedi çok üzüldüm gibi falan olmasın)
Sevgi neydi? Sevgi emekti. Okul neydi? Neden okuduk? Neden şirketlerde işe girmeye çalıştık. Ve girdik şimdi ne yapıyoruz. Sadece mensubu olduğum gıda sektörü için yazmadım aşağıdaki yazıyı. Ve yine sadece özel sektör hedefli yazmadım bu yazıyı. Hepimiz çalıştık, çalışıyoruz, çalışmasak dahi çalışanları izliyor, şikayetlerini memnuniyetlerini iyi kötü biliyoruz. Bu yazıda Kapitalist düzene fazla girmeden şöyle uzaktan bi selam edip çıktım, daha çok yancı dediğimiz, yalaka dediğimiz çalışanlarla ilgili nefretimi döktüm. Umarım siz onlardan biri değilsinizdir..

Ta okul sıralarında baş gösteriyor bu hastalık. Hak etmediklerini ağlaya sızlaya, hoca kapısında vakit geçire geçire elde etmeyi alışkanlık haline getiriyor, millet dersi geçmenin derdindeyken bu kişiler notlarını bir not yukarı taşıma niyetinde oluyorlar. İşte o dil, göt yalamaya bir alıştı mı ömrünün sonuna dek yürüdüğü her yolda yalayacak göt arıyor.

Müdürün seni azarlıyor, cevap veremiyorsun. Yüzüne tükürüyor, çok şükür diyorsun. İnsansın neticede, körelmemiş hislerin henüz. Tuvalete koşup sinirinden ağlıyorsun. Sinirin geçip de tuvaletten çıktıktan sonra sen duruyor musun peki? Ne duracaksın be! Titri senden daha düşük olan birinden alıyorsun hıncını. İt ite it kuyruğuna. O kadar alışmışsın ki içinde bulunduğun pisliğe, bir insanın bir insana bağırabilmesi sana normal geliyor.

Sırf bir başkası kazanç sağlasın diye hakettiğinin çok çok altında bir ücret karşılığında o kişinin işini yapsan sana enayi derler değil mi? E haklı da olurlar. Ama şimdi bu durumu 'Özel sektör', 'Kariyer', 'Basamak basamak yükselme.' diye tanımlayınca sen bi unutuyorsun ne bokların içinde yüzdüğünü. Aklın uçuyor. Hak ettiğin şeyler geliyor aklına ara ara, bi sinirleniyorsun. Sonra yirmi yıl sonrasını düşünüyorsun. Bir yirmi yıl sonra o en tepedeki ben olurum, hak ettiğimin fazlasını da almaya başlarım, götümdeki hemoroidleri temizletir, kafamda üç tel kalmış saçlarımı boyar, kalınlığı 4 santimetreye erişmiş el ve ayak tırnaklarımı utanmadan bir insanın önüne koyar adına manikür-pedikür denen iğrenç şeyi yaptırırım ama tüm bu çirkinliklerle bezenmiş vücudumun taşıdığı rütbe 'Müdür' olduğu için götümün iki yanağını tutup kenara çekince elbet yalayan bulunur diyorsun. Aklın uçuyor götünün yanaklarından tutup çekiştireceğin günü düşündükçe.. O dilindeki tat kokusunu köreltmiş yirmi yılın acısını çıkaracağın günleri düşündükçe.. Sevinçten çıplak vücuduna Freddie Mercury taytı giyip lirik dansa başlıyorsun. Kariyer denen uyuşturucu etkisindeki kelime seni önem verdiğin değerlerden fersah fersah ötelere fırlatıyor. Gülmeyeceğin şeylere sırf müdürün güldü diye gülüyor, kızmayacağın şeylere sırf müdürün kızdı diye kızıyorsun.. Tam aynı kafadansınız değil mi? Değil be canısı! Değil inan değil. Normalde selamını esirgeyeceğin insana hanımlar beyler derken nasıl hitap edeceğini şaşıyorsun. Lirik danstan yorgun düşüyorsun, göz kapakların ağırlaşıyor, yatağa geçiyorsun. Uykunu öyle iyi almalısın ki yarın kazanana daha fazla kazandırabilesin.

Sorsalar AKP zihniyetinin tam da aksi zihniyeti savunuyorsun. Sorsalar ortak hiç bir paydanız yok. Belli de ediyorsun fikrini: 10 Kasım mı geldi? Tak! Koy profiline siyah bant veya Atatürk fotoğrafı. Twitter'da birkaç Müjdat Gezen çıkışması tadında, içine yaşlı yobaz esprisi serpiştirilmiş entry'yi retweet yapıyorsun. Varsa yeterince üreticiliğin, oturup bir tane de sen ekliyorsun bunlara. Sırf 10 Kasım şart değil, her türlü özel bayramda bunu yaparak sol görüşünden asla taviz vermiyorsun. Vatanseverin en önde bayrak taşıyanısın adeta. AKP'nin yasaklarından şikayette bulunuyorsun, twitter'da Facebook'ta galeyana gelip saçma çıkışlarla yapılanı eleştiriyorsun. Kusura bakma ama saçma: İşsiz güçsüz amca gibi, adeta bir yenge gibi cümlelerin. Neyse bitaraf değilsin en azından. Ve hayatında belki de ilk defa güçlünün yanında değilsin. Bu da birşey. Bunun dışında bir eylem mi var? Orada yoksun ama! O kadar özgürlüğüne düşkünsün ki, yasaklar birer duvar sana. Yıkıp geçesin var. Uzaktan şöyle bir bakan adam 'Devrim yapacak insan bu, yemin içerim' der. Gel gör ki şirket müdürün senin gireceğin ve giremeyeceğin internet sitelerini belirlerken 'Çok doğru! İnsanlar işlerine odaklanmalı.' diye müdürünü alkışlıyor, sesini çıkaramıyorsun. Özgürlük diyorduk beybim? Düşkündün sen ona.. Ha sorsan o müdür de, hele elit birşeyse kesin CHP'li. Elit adam muhafazakar olmaz, elit adam CHP'cidir. Ve fakat bu hal, bu tavır? AKP'nin minyatür hali değil mi şimdi bu?

AKP çok yasakçı, başbakan herkesi azarlıyor değil mi? Öğretmen atamaları yapılmıyor, işçisi-memuru-emeklisi hakettiğinin çok çok altında maaşlar almaya mahkum ediliyor, zam desen yere düşürdüğün zaman almak için eğildiğine değmeyecek miktarda zam veriliyor, çalışma şartlarına ise hiç değinmiyorum. İlk çalışmaya başladığım günden beri 'Günde bilmem kaç saat çalışan Çinli çocuklar'a acımaz oldum ben. Aramızda bir fark göremiyorum, yer yer ise daha fazla çalıştığımızı düşünüyorum. Şimdi rica ediyorum, bir düşünsene şimdi çalıştığın, çalışmakta olduğun için övündüğün o kurumsal şirketinin AKP'den; o kalın, lignin tabakası misali mantarlaşmış tırnağından götündeki kıllara dek yaladığın müdürünün R.T.E.'den ne farkı var?


Kariyer denen sikin en ucuna kadar gittiğimde, o zirvede Demirbey değil de 'YARRAK GİBİ ADAM' olacaksam yemişim öyle kariyeri. Ben, kendim olarak bir yerlere erişebiliyorsam ne mutlu; üstü başı değiştiriyoruz, saçları biraz şöyle, elleri biraz böyle, bıyığı ise ha şöyle yaparsak bir üst tura geçebiliyoruz dendiği yerde benim de kariyerim biter. Konduğum kabın şeklini alacak kadar erimedim daha.

Şirkette iş dışında birşey düşünmene izin vermeyeceklerdir. Yasaktır muhtemelen. Önce bi geç sen eve, lirik dansa ara verdiğin beş dakika içinde evde düşünürsün dediklerimi.

Edit: Fotoğraf koymuyorum yazıya. Ama soundtrack koyayım, mesajlarınız geliyor, dinliyormuşsunuz. Güzel o uygulama güzel--> Kylie Minogue- In My Arms  (Dürürürürüüü dürürürürüüü kısmı dinlemek için yeterli sebep)