30.07.2012

Esaretim Bedelli



Saçlarımı taradım. Kırmızı çoraplarımı giydim. Üç zarımı, bir bilyemi pantolonumun bozuk para cebine koydum. Bıyıklarımın ortasını tıraşladım. Heyecandan uyuyamadığım, erken kalktığım için planlamadığım bir boşluğum olmuştu. Sigara yaktım kahvaltıyı bekleyemeden. Güzel bir gün olması için üzerime düşeni çok çok önceden beri yapıyordum. İşin şans boyutundan sınıfta kalmamak için uğurlarla, batıllarla süsledim emeklerimi.

*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*

'Açıklanmadı mı?' diye soruluyordu birkaç gündür. O gün hiç sorulmadı. Ben de biçimsiz ağzım mühürlenmişçesine konunun bahsini hiç açmadım.

*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*

'Gelmedi mi?' diye soruluyordu son birkaç gündür. O gün hiç sorulmasına fırsat tanımadım. Öyle içim içime sığmıyorduki kimi görsem 'Bugün geliyor.' diyordum. Bir Allah'ın kulunu özledim lafı çıkmaz ağzımdan; o gün 'Özledim.' diyip geziyordum. Vardı bir bit yeniği işte. Akşam üzeri yapacağımız halı saha maçını, maçtaki taktiğimizi konuşmak üzere kantinde hep oturduğum masaya oturmaya gittik. Alt sınıflardan iki kişi oturmuş rapor yazıyorlardı. 'Kakın gidin la başka masaya' diye kovdum onları. Çelimsiz, sıska vücuduma rağmen sözümü ikiletmediler. Sanırım onlar da benim gibi sıska adamların sinirinden, gazabından korkan, Adrian Brody-Steve Buscemi ikilisinin Rocksteady-Bebop ikilisinin ağzını burnunu dağıtacağına gönülden inanan tiplerdi. Masaya oturup Football Manager'dan öğrendiğimiz taktiksel diziliş yazımını yapmak üzere Termodinamik kitabının arkasından bir sayfa yırttık. Gıda mühendisliğinde erkek sayısı az olduğundan yine tek forvet sahaya çıkıyorduk. Gol atma kısmında ortalama becerisi olan ben, bu konuda takımın uzak ara en beceriklisiydim. O tek forvete 'Demirbey' yazıldı. Takımımızın geri kalan hemen hemen tüm elemanları ciğerleri patlayana kadar koşan defansif orta saha oyuncusu özellikleri taşıyordu. Tek eksikleri ciğerlerin patlama süresinin çok kısa olmasıydı. Takım oluşumumuzun ilk iki senesinde denedik, yenildik. Bir daha denedik yine yenildik. Ve bir daha.. Ve bir daha. Ama son iki üç aydır deneyip daha iyi yenilebiliyorduk. Okulu uzattığımız takdirde yenmeye de başlayacağımızı ilk o günlerde dillendirir olmuştuk (Hepimiz okullarımızı uzattık). Takım kaptanı olmama rağmen o gün maça dair neredeyse hiçbir şey söylemiyordum. Aklım fikrim vuracağım topta değil, süzüle süzüle gelmekte olan, göğsümde yumuşatacağım yardaydı. Hatta bir ara Latif Doğan'dan 'Yar gelecek yar gelecek/ Dünya bana dar gelecek/ Ismarladım Beydağı'ndan / Tane tane kar gelecek' adlı türküyü tıpkı Latif Doğan gibi bağırarak okudum. Sonunda da adeta bir Kuzeyin Oğlu gibi şiir okuyayım istedim, fakat aklıma uyaklı şeyler gelmedi.

Saat 14:00'ı gösterdiğinde maçtan önceki son ders olan Termodinamik'e girmek üzere kantinden çıktık. O sırada telefonum çaldı. Nazlı yar arıyordu, nazlı yarin sesi solgundu. Nedeni çok geçmeden çıktı ortaya. Birkaç dakikalık görüşmenin, belki de daha doğru tabirle susuşmanın ardından 'Bitti..' dedi. Biraz midem bulandu. Ama en nihayetinde sadece 'İyiydik aslında..' diyebildim.

*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*

'Bitti!' dedi. Hiçbir şey diyemedim. Hattın kesilmesinden şüphelenmiş olacak ki 'Demirbey?' diye sorarcasına seslendi. Sesim titrediği için kuru kuru 'Hı?' diyebildim. 'Bitti sonunda. İyi misin? Kurtuldun bak bitti! Allah'ıma şükürler olsun.' dedi ve ağlamaya başladı. Bilgisayardan bitip bitmediğini bir de kendi gözümle kontrol ettim. Haklıydı, sonunda bitmişti. Elleri titreyen kızları çok severim. O gün benim ellerim zangır zangır titredi. Merdivenleri üçer beşer inip alelacele bir sigara yaktım. Sigara kendime gelmemi, toparlanmamı sağladı. Artık iyiden iyiye oyuna, oyuncağa dönmüş olan Gıda mühendisliğini bitirmiştim. Araf olarak adlandırdığım eğitim hayatımın bitmesi için, bu araf dönemi bitmeden, sonlara doğru da olsa (30. kanto 73. satır) Beatrice'in gelmesi gerekiyordu. Ve hemen hemen o bölümlere denk bir zamanda, bana ait olmasa da gelmişti. Geldikten kısa bir süre sonra da araftan cennete geçişi yaptım.

Geçen cuma günü..

*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*

Kısa bir zaman aralığı içinde hiç bitmeyeceğini sandığım, hiç bitmeyecekmiş gibi sürüp giden şeyler bitti. İmkansız diye birşeyin olmadığını unutmak üzereyken bu mezuniyet iyi geldi.

..Araf-33. Kanto sonu..


Edit: Yazının şarkısı:

22.07.2012

Göl de Maya Tutar. O Gemi de Gelir..


Bazen sadece 'Daha gelmedik mi?' diyebilirsin..
Bazen de varabilmek için adım dahi atamazsın. Salt insanları üzmemek için değil. Kendin de üzülürsün korkusuyla..



 Maksat arayı fazla açmamak..

3.07.2012

Çocuktan Almaya Çalıştım Haberini Maralım

'Biliyor musun? Ben penguenler sınıfına yükseldim.' dedi. 'Aferin, en iyisini yapmışsın.' diyip geçiştirdim. Bıyıklarımla oynayıp uçlarını burmaya, kedi okşar gibi saçlarımı okşamaya başladı. 'Samet de baykuşlar sınıfına geçmiş.' dedi. Devlet okulu mu Hogwarts mı bu amına kodumunun kreşi diye düşündüm. Samet grifindora, Defne sliterine geçmişmiş de. Samet seçilmiş çocukmuş da. Adı 'Minik Yıldızlar', mottosu 'Her çocuk bir yıldızdır!' olduğu için benim gibi sığ, yaptığı işi keyifsizce, özensizce salt çorba maksatlı yapan kişiler tarafından yönetildiğini düşündüğüm ve bu yüzden sempati duyduğum bir kreşten baykuşlar sınıfı, penguenler sınıfı, avam sınıfı vs diye neşeli isimler beklemiyordum. '4 Yaşındakiler' veya 'Beş buççuk yaşındayım beeeeeen diyenler' sınıfları benim kreşimde düşüneceğim isimler olurdu. Her çocuğun yıldız olduğuyla ilgili mottoyu ise sırf ana babası bayramda, arkadaş toplanmalarında çocuklarının gerizekalı hareketlerine binaen 'Bizim çocuk çok akıllı.' , 'Bizim çocuk yaramaz değil, gerizekalı da değil hiperaktif hiperaktif' diyebilmesine kılıf olsun diye koyulduğunu düşündüğüm için destekliyordum. Kalkıp "Hiçbirinizin çocuğu gerizekalı, idiot yahut da yaramaz değil. Yaptıkları tüm o sersem hareketler Minik Yıldızlar kreşinde sadece HİPERAKTİF'liğe yorulacak. Çocuğunuz mal değil HİPERAKTİF!" diye içim dışım bir bi mottoyu da kullanabilirdim orası ayrı. Sorana yıldız amına koyim. 5 Yaşındaki bir dimağ ne kadar yıldız olabilirse, sanki bana Kasparov'u yeniyor da yıldız, sanki bana Küçük İbo. Neyse...

Sanki bana ikinci öğretim, sanki bana akşam okulu. Parlayan yıldızlarmış, hadi oradan!


Penguenler sınıfına geçişini düğün dernekle kutlamak istiyordu küçük Defne. Top verdim ve sağa sola fırlatıp arkasından koşmasını öğütledim. Bana da bulaşmamasını... Fakat Defne ona sunduğum eğlenceden ayrı olarak çikolata yemek ve de pıley sıteyşında oyun oynamak istiyordu. Son kullanım tarihinin geçmesine az kalmış bi çikolatayı dayadım ben buna. Afiyetle yedi. Pıley sıteyşın isteğinden de hemen soğusun diye basketbol oyunu açıp, God Mode'daki oyunu tutuşturdum eline. Koca konsolda zaptetmesi gereken en az 11-12 tuş vardı, o ise sadece X in tepesinde geziniyor, adeta basketbolun Barcelona'sı gibi rakibini pas manyağı yapıyordu. Bir de kareyi veya shot stick'i öğretsem iki tuşla maçın içinde kalmayı başarabilirdi belki. Bilemiyorum...

Kısa süre sonunda oyundan sıkılan Defne yine yeni yeniden bana sarmaya başladı. Sırtımı okşuyor, beni çok sevdiğini dile getiriyordu. Ters bir tepki vermem dahilinde lezbiyen olur, anası babası bana kinlenir diye ben Defne'yi çok anlayışlı karşıladım (Bkz. Freud'un çocuk psikolojisi). Yine de pedofili olarak nitelendirilmeme maksatlı araya bir sınır çizgisi de koydum. 'Çok güzelsin.' dedi bana küçük Defne. Erkeğin güzel olanına yakışıklı dendiğini açıklamaya çalıştım. 'At güzeldir, yediğin yemek güzeldir, yazdığın yazı, baktığın bulut, kız kişisi, o kızın kulağı, seviyorsan mesela o kızı ayağındaki bacağındaki kusurlar mesela güzeldir ama erkek güzel değil yakışıklıdır.' diye ders verdim. Duramayıp İngilizce'de flowers, breads, fishes gibi şeyler olmadığını, bu noun'ların sayılamayan şeyler olarak nitelendirildiğinden 10 tane de olsa flower, bread, fish olarak yazılıp okunduğunu ama ekmeği nasıl olup da sayamadıklarına bir türlü aklımın ermediğini anlattım. Sonra konuşmanın dizginlerini Defne'nin elinden tümüyle alıp, hazır yıllar yıllar sonra beni seven, benden hoşlanan bir dişi kişi bulmuşum diyerek bende sevilecek ne var, siz kızlar nelere bakarsınız vb sorularla çevirdim sohbetin yönünü. Bir erkeği; abi olarak sevmek, kardeş olarak sevmek, kankili olarak sevmek gibi pis, adamın kafasını düşüren şeyleri hissedip hissetmediğini, bunların neden sadece kızlarda olduğunu; bunu aşma, yenme durumunun mümkün olup olmadığını, zira sevdiğim kızın beni sevmesinin halay çektirici etkisinin, beni 'Arkadaş olarak sevmesi' ile yok olup gitmesinden korktuğumu, 'Şimdi o kız kesin beni seviyor baya, ama ya çoğiyi arkadaş olarak seviyorsa napıcaz muhtar?' diyerek anlattım.

- Allah'ını seven üzerime Keremcem atsın!

Defne'nin verdiği cevaplar yaşına uygun, fakat benim ilgi alanım yaştaki hanımefendilere yorulamayacak cevaplardı. En son 'Albüm yapsam alır mısın?' dedim. Alırım dedi tereddüt etmeden. Tereddütün ne olduğunu bilmiyordu, bilse de edecek gibi durmuyordu zaten, zira çok seviyordu beni. Fotoğrafımı verdim Defne'ye kreşteki kız arkadaşlarına göstermesi için. Arkadaşlarına 'Bu abi albüm yapsa alır mısınız?' diye sormasını tembihledim. Olumlu tepkiler gelmesi dahilinde Keremcem'e rakip olmayı kafama koymuştum. Maymun iştahım beni bundan da vazgeçirene kadar...

 Edit:
Yazının soundtrack'i de yazıya paralel, Gorillaz'dan olsun: Kids with Guns!