26.03.2011

?Güven?

bugün 26 mart cumartesi. saat 02:36. bugün yaşadıklarım ve yaşadıklarımın hissiyatım üzerine etkisi üzerine uzun uzun yazmak için girdim blog uma. tek kelime dahi anlatamadım, yazamadım.

tek bildiğim ve diyebileceğim yukarıdaki sahnedeki sağdaki silüet olamayacağım.

22.03.2011

Belki Bir Gün Benim Cebimdeki Para 'Al al genç adamsın lazım olur' Efektiyle Senin Cebine Girer

'Ne bu telaşın? Neden çağırdın sabahın köründe?' diyem sitemselce sordu. 'Ne bu üstündekiler, nereden buldun bunları?' diye de eklemselce ekledi. Kafamda güneşliğe benzer bir başlık vardı. Gözümde kalın çerçeveli büyük bir gözlük, üzerimdeyse beyaz bir gömlek vardı. Bu beyaz gömleğin iki kolunun manşetlerinden dirseğe kadar da koruyucu silah bileklikler vardı.

( Temsili olarak bu fotoğrafı koydum. Evet o gün minik tapirimi aynen böyle bir üstbaşla bekliyordum )

'Sabahladım. Hep senin keyfin olsun, iki gram daha sevgi sevgi sözcüğü, güzelliğini anlatma maksatlı kurulmuş cümle duy da yatağa mutlu git diye webcam açık, senin için-sen zıbarana dek sabahlıyordum. Kamera açıkken sayfa değiştirdiğimi, suratıma vuran ışık değişmesinden anlıyorsun, kızıyorsun diye aylardır porno izleyemedim lan ben. Ama dün değişti herşey. Dün ilk defa kendi menfaatime sabahladım. Sen gelmeden bir temiz pornomu da izledim, keyfime diyecek yok anlayacağın' diye durumumu özetledim.

O gece sabaha dek adeta bir muhasebeci gibi (üzerimdeki kıyafetleri açıklıyor bu) ilişki boyuncaki ekonomi değişikliklerimi hesaplamıştım. Sineması, yemeği, hediyesi, lattesi derken ben baya baya bi içe girmişim meğer. Bilgisayarın yaktığı elektrik, eve bırakırken harcadığım mazot, sırf onun için arabaya koyduğum lüks kokular,sakızlar (Falım neyine yetmiyordu lan!!!) Listenin tamamını sıralasam kalın bir balya niteliğindeki herhangi bir romanla eşdeğer birşey çıkar ortaya. Manen içe girmeleri hiç hesaplamadım madden çok içe girdiğimi görünce. Moralim daha da bozulsun istemedim.

Bir sigara yaktım, camın önüne geçtim. Dışarıya bakıp dumanlar saçarak yukarıdaki paragrafta yazmış olduğum şeyleri anlattım sakin bir ses tonuyla. Sonra ona döndüm ve işaret parmağımı iman tahtasına vura vura 'Ben tüm bunların karşılığında ne aldım peki?' dedim ses tonumu yükselterek. 'Saçmalıyorsun...' diye cümleye girer gibi oldu ama işaret parmağımı iman tahtasından dudaklarına götürdüm, susturdum onu. 'Bunun karşılığında seni elledim, öptüm ve seks yaptık. Bak şu kağıda! En altına bak en altına!!! -Yekün- diyor bak! Oku o Yekün'ün yanındaki kabarık meblağı.' dedim ve işaret parmağımı lipstickli dudaklarından çekip okumasına imkan verdim. '1247 lira 98 kuruş' dedi. 'Sadece 6 ayda sen benim ocağımı sikmişsin afedersin. Şehrazat mısın lan sen binbir gece? Bu parayla 15 tane MTV'den fırlamış gibi kızlarla günü birlik takılınır. Ben hep seni, sadece seni öpüyorum. İkide bi uçuk çıkarıyorsun bazen o zevkimden, hakkımdan bile mahrum kalıyorum lan. Düşündüm,çok düşündüm. Deyim içinde kullanayım düşünmeyi: Düşündüm taşındım. Bu ilişkiye ya Alman usülü gelsin ya da sana son kıyağım olan, antredeki ayakkabılığa bıraktığım 20 lira taksi paranı al ve git. Yeküne yazmadım onu merak etme, bendensin kıp kıp kıp' dedim.

Beni cimrilikle, ayılıkla, yer yer orospu çocukluğuyla suçlayan şeyler söylemeye başladı. Bendeki sakinlik yoktu onda. Çingen gibi bağırıp çağırıyordu. Bense o bağırırken gayet sakin elimde hesap yapmış olduğum kağıdın yekün yazan kısmını gözüne yakınlaştırıp uzaklaştırarak sinirini sabrını zorluyordum. Her kız gibi haklılık sağlayan gözyaşları döktü sonunda. Acımadım, boşa gitti o gözyaşları.

HİTLER HAKLI BEYLER! DAĞILIN!!!

Sakinleşir gibi olduğunu görünce 'Alman usülü kabul mü?' diye bir kez daha üsteledim. 'Allah belanı versin' vs vs bişeyler bağırıp çıktı odadan. 'Evin uğurunu kaçıracaksın lan sus! Beddua okuma!' diye bağırıyordum ama kapının sertçe kapanma sesini duydum. Sigarayı camdan aşağı atıp telaşla ayakkabılığa koştum. 20 lira kuzu gibi yatıyordu, almamıştı. 6 aylık ilişki boyunca kar ettiğim tek gün o ayrıldığımız gün olmuştu böylece. Üzülmedim ayrılığa. Gözden çıkarmış olduğum 20 lirayı sanki yolda yürürken bulmuşçasına, sanki biri 'Al genç adamsın, cebinde bulunsun kıp kıp kıp' diyerek vermişçesine, sanki o 20 lira daha önce cebime hiç girmemişçesine sevindim.

Almanlara ve Alman usülüne duyduğum aşırı sevgiden bir iki damla gözyaşı döktüm, o kadar.


(Edit: 3000. profil görüntülememi yapan şahıs beni bulsun lan. Ona bişey verebilirimbelki hediye mediye, olur mu olur...)

(tam yazıyı defterden buraya geçirme işlemim biterken rihanna'dan s&m çalıyordu. nereden nereye... nerede grunger demirbey nerede david guetta vs kovalayan demirbey. ama bu s&m i seviş nedenim farklı, şu daha önce de yazdığım joy the great'in sahaya çıktığı an salonda bu şarkının nakaratı çalınıyor)

15.03.2011

Arama Bulma Dünyası


"Elimde değil bir Natalie Portman, bir Gwyneth Paltrow, bir Lissie gördüğümde reflekssel olarak övüyorum. 'Aaa yanımda kız var, dur içime atayım içten içe öveyim.' diyemiyorum. Düşünce filtrasyonum çalışmıyor çoğu zaman. Şimdiye kadarki tüm sevgililerim tepkilendi, sinirlendi bu duruma. Lissie'yle kimseler duymadan buluşuyormuşum, sevişiyormuşum havası esti durdu ilişkide. Hepsi aynı tepkiyi gösterdiğine göre yanlış olan benim galiba. Ama içimde kötülük yok. Siz nasıl sevdiğiniz bir müzik grubunun sevdiğiniz bir şarkısını övüyorsanız benimki de aynı. Atıyorum : Street Spirit dinleyip masturbasyon yapanınız yoktur içinizde. Sanmıyorum.. Lan?

İki gram bilgiye muhtacım. Hele karşımda oturan kişi nazlı yar ise daha bi bakarım ağzının içine. Hiç bilmediğim, duymadığım birşey anlatsa... Mesela Aras (samihazinses) , Neşeli Günler, Gülen Gözler vb 'fakir ama mutlu' temalı filmlerin CIA tarafından çektirildiğini anlatmıştı son görüşmemizde, sonra Hz. Eyüp hikayesi ve en son da Deistliği...Ağzım açık dinledim. Parmak ucumla arasın omzunda gezindim biraz. "Ben sarhoş oldum yeaa, nerede kalıcam ben meaa" dedim Aras iplemedi. Aras kız olsa aşık olmuştum kesin. Diğer bir deyişle kız olsam vermezdim (iki enteresan bilgiye bekaretimi bırakmazdım canım) ama kadın olsam verirdim.

Üstündekiler... Fight Club'ı severim ama sahip olduğumuz eşyaların-kıyafetlerin bize sahip olmalarına dair bir şikayetim yok. Paranoid Android Marvin gibi 'Ben bana aidim' demem, ben kendimi kaybederim çünkü, biliyorum beni. Ben, O'nun giydiği şeylerin, herkesin giydiği şeylerden daha güzel olduğunu görmeliyim, inanmalıyım. Ne kadar anti-Bershka'cı anti-Pull and Bear'cı olursa o kadar hayran olurum O'na. Eskiden iki çift incir ağacı yaprağıyla efil efil takılmak mümkünken şimdi malum çıplak gezemiyoruz. Lahana gibi giyiniyoruz ve bunu yapmamız da bir medeniyet göstergesi oluyor. Medeniyet denen şey gelişti binlerce yıl içinde. Moda ne moda haftası ne allasen. Çıplak olsak 'deri'sine aşık olurdum. Ama ta ki sevişene dek, yani derisini apaçık görene dek O'nun derisi giydikleri, benim için.. Kimselere benzemesin O'nun 'deri'si. Ne sevişmeden önce ne seviştikten sonra.

Ben başımdan geçenlerle yaşayamam. Olması gerekmiştir olmuştur. Unutmam ama ders de almam. O'na da kayıtsız şartsız inanacağım. Öncekilerin yediği boklar yüzünden kalkıp da onu rahatsız, huzursuz etme hakkım yok. Casey Affleck benim yerimde olsaydı o da öyle yapardı. Sessiz sakin... Anlayış anlayış, mütevazılık mütevazılık diye gezip dur (Bu son cümle umut sarıkayanın karikatür efektleri gibi bişey)

(Casey'in Last Kiss filmindeki halidir hep bahsettiğim o sessiz sakin adam. Bu da o filmden bi kare işte.)

Daha önce de yazmıştım: İnşaat izlemekten bile keyif alalım mesela. Bin türde müzik dinleyelim, binlerce ayrı şarkı. Bir ömür hakkımız ve kısıtlı zamanımız varken hiçbir güzel şarkıyı es geçmeyelim istiyorum. Bazen kötü şarkılara da denk gelme pahasına. Her antep fıstığı aynı über güzel tatta olacak diye bi kaide yok, içinden bi tane acısı çıkar. Bastırmak için hemen yenisini daha hızlı bi şekilde açar yersin.

Ve ben uzun susuşlarımı keyifle dinleyecek olanı arıyorum." yazdım arama motorunun barına. Çok uzun anlatmışım istediklerimi, kısaltmam gerekiyormuş. Kısaltamazdım. Doğruluğu denemek için sadece son cümleyi yazdım ikinci denememde, bir daha arattım. Bir sürü aptal blog adresi verdi gay gay aşkın sevginin tanımını yapan. O'nun yerini göstermedi, ben O'nun nerede olduğunu bilirken.

(yeni kural: yazıları defterden bilgisayara geçerken dinlediğim şarkıyı da yazıcam bundan kelli. Genelde de yazıyla ilgili şarkıları bulup dinliycem bu geçirme aşamasında. Bu yazıda Lily Allen- Not Fair )

6.03.2011

Girdiğim Yaşı Bilmediğim İlk Doğum Günüm



İnsan bir sene içinde bu kadar mı yaşlanır? Normal şartlar altında 24 ümü bitirip 25ime girecektim. Şimdi kaç yaşıma eriştiğimie dair en ufak bir fikrim yok. Kasım'a dek herşey normalken 3 Kasım 2010 saat 14:02 itibariyle hızla yaşlanmaya başladım.

Ben bu sene neredeyse ailemden biri kadar güvendiğim insana dahi güvenmemem gerektiğini öğrendim. Bir de bundan sonra hiçbir kızın 'abi' kavramına güvenle yaklaşmamam gerektiğini... Son 4 ay 'Ama arkadaşlar iyidir.' mottosunun doğruluğuna şahitlikle geçti. Çok iyilermiş ama maalesef tamamen kalkanlarımı indirip güven çemberimin içine alamıyorum onları da bir çürük elma yüzünden.

Bugüne kadar bu blogda kendimi yerdiğim kadar kimseyi yermedim. Başkasını üzeceğime kendimi üzerim diyordum. Kendimi de hiç övmedim. Sadece sesimi ve bıyıklarımı övdüm hatırladığım kadarıyla. Öyle şeyler yaşatıldı ki bana son 4 ay, yine de hakedene hakettiklerini söylemedim, ne yüzüne ne arkasından. O okuyamaz ama ekürisi belki okuyordur, söyleyebilir gönül rahatlığıyla ağzımdan en ufak beddua dahi çıkmadı,içi rahat olsun. Dilimin ucuna dek binlerce ağır sitem cümlesi geldi, o dilin ucunda yuvarlandılar ve dışarı sadece 'Yazık!' şeklinde çıktılar iki köfte dudağımın arasından. O'na bile bu kadar iyiysem, üzülmesin diyebiliyor, iyiliğini düşünebiliyorsam hala herkesi sevebilirim. Zaten insanları sevmesem sırf gülsünler diye bu blog çatısı altında mizah yapmaya çalışmazdım.

Şu 4 ay o kadar ağır ve zor geçti ki. Zaman bu kadar yavaş akarken bu kadar hızlı yaşlanmamın mantıklı bir açıklamasını bulamıyorum.

Paranoid Android şarkısının son cümlesi 'God loves his children' a inanıyorum. İsyan ettiğim de oluyor 'Madem seviyor bizi, e neden böyle sınıyor o zaman?' diye. Bugün, doğum günümde dimdik ayakta duruyorum. Gün içinde yalpalayışlarım oluyor, 4 aydır her gün. Ama ister 10 yıllık arkadaşım olsun, ister 1 yıllık arkadaşım olsun, ister de beni yalpalatan kişinin arkadaşları olsun, hepsi karşılık beklemeksizin, cömertçe bir el veriyorlar bana. Tekrardan dengeye getiriyorlar beni. Dimdik duruyorum yeniden. Bugün bu blog nezdinde karşılık beklemeksizin elini omzunu bana uzatan tüm arkadaşlarımı kucaklıyorum. Sarılmak ne de güzel bir ihtiyaçmış meğer ve ne de güzel bir eylem... Bu doğum günümde hediyem de tüm arkadaşlarımdan alacağım samimiyet dolu o güzel kucaklamalar. Bu satın alınamaz. Ve bende çok var ...

Bu yazının son kısımları ve ben burayı yazarken Radiohead'den The Separator'ı çalıyor. Aklımdan geçen şarkı ise bambaşka :

When you walk through a storm

Hold your head up high

And don't be afraid of the dark

At the end of a storm there's a golden sky

And the sweet silver song of a lark

Walk on through the wind

Walk on through the rain

Tho' your dreams be tossed and blown

Walk on, walk on

With hope in your heart

And you'll never walk alone

You'll never walk alone


Edit: Ama arkadaşlar iyidir