29.10.2015

Akşam Meleklerin Sözü Var

'Bu su buzlu, kesin hasta edecek beni.' dedi. Neredeyse beş yüz mililitreyi tek başına alabilecek büyüklükte kocaman bardağın içinde yüzen tek buz parçası nasıl olur da bir bedeni yataklara düşürebilirdi. Nazlılık bu olsa gerekti. Aylık kazancı beş bin liranın altında olanların bilemeyeceği bir illet, zenginlik şerbetini içmemiş olanların hayal dahi edemeyeceği bir musibetti bu hastalık. Ben gibiler ölüm döşeğine düşsek 'Mevsimsel bu ya. Hava geçişlerinden bu ya, bir şeyim yok.' der ayağa kalkarız, halı sahaya falan gidip top oynarız ama Sıla öyle miydi? Bir evin bir kızıydı o. Tanışmanızın bir kaç dakika sonrasında elindeki çantanın orijinal maykıl kors olduğunu üstüne basa basa söyleyecek kadar fabrikatör çocuğu yaradılışlıydı bir kere. En sevdiği lokasyon Nişantaşı, en iğrendiği lokasyon ise Nişantaşı'ndaki bedenlere inat kurulan ihracat fazlası ürünlerin yok paraya satıldığı Terkos Pasajı'ydı. Yok yok, orada satılan çanta orijinal Maykıl Kors olamazdı. Diyelim ki oldu, Sıla 1 lirayı ona vermek yerine 8 lirayı Nişantaşı'ndaki esnafa sayacak kadar Nişantaşı esnafı sever bir insandı. Konudan uzaklaşmayayım, Sıla yine de o suyu değiştirmedi ve içti. Son yudumu gırtlağından geçer geçmez öhöh öhö öh şeklinde yapmacık, devasa yalan bir tonda öksürmeye başladı. Yabancı için, Yeşilçam'a uzak bir kimse için tasviri mümkün olmayan bu dravdan öksürük Yeşilçam bilenlere hastalanmış, gerekirse verem olmuş Hülya Koçyiğit öksürüğü diye tasvir edilebilirdi.

Zaten muhabbeti de bi boka benzemediği için bu öksürükleri fırsat bilerek 'Kalk bir tanem, kalk meleğim eve gidelim. Bu öksürük normal değil, acillik olacaksın. Kafka gibi öksürüyorsun, kalk.' dedim ve ateşini ölçüyormuş gibi dudaklarımı yüzüne yaklaştırdım. Ağız nahiyesine hamle yapar gibi uzanıp, dudaklarımın son durağı olarak alnını seçtim. 'Anasını siktiminin buzu ne hale getirmiş seni, yanıyorsun kalk kalk.' diyerek omuzlarından tuttum balık etli bedenini ve oturduğu sandalyeden kaldırdım. Arabaya doğru koşar adımlarla sürükledim.

Arabaya kaba etlerimizi koyar koymaz ver ettim sıcak klimayı 4. seviyede. Boncuk boncuk terliyordum direksiyon başında ama olsundu. Normalde dinlediğim radyo frekansından farklı olarak Sıla'yı aşka, meşke itecek şarkıların çaldığı bir frekansı seçmem gerekiyordu. Hemmen slowtürk'e gitti ellerim. Araya 'Denizin ortasında ne var?' diye bağıran adam girdi ben slowtürk'e ulaşmaya çalışırken. "Kum var ya. Saçmalık. Sıfır IQ sorularıyla ödül dağıtıyorlar. Seçimlerde nasıl iyi sonuç beklersin ki bu ülkeden yaa." diye serzenişte bulundu. 'Denizin ortasında n var!' dedim uyaran bir ses tonuyla. "Kum" dedi tekrardan. 'Yarrrrrraaaamı kum var.' demedim, diyemedim. Çobanla oyumuzun bir olması falan filan dedim geveledim bir şeyler ve hak verir gibi yaptım. Bu zeka şartları altında "Arabanın deposu dolu, anahtarı, aküsü vs'si herşeyi var fakat çalışmıyor. Neden?" sorusu Sıla için bitirme ödevi olurdu. Bu soruya denk gelmeden hızlıca geçtim frekanslar arasından ve nihayet slowtürk'e ulaştım. Yalın çalıyor, Yalın tüm dinleyenleri aşka davet ediyordu. Ne duruyorsunuz, boş vakitlerinizde sevişin, iş yerlerine verdiğiniz CV'lerin hobi kısmını 'Sevişmek', 'Seks', 'Bondaj' diye doldurun diyordu adeta ılık ses tonuyla. Sıla şarkıyı biliyor ve eşlik ediyordu. İstediğim ambians oluşmuştu sonunda. Sıcaktan bunalan bir kadın, aşk şarkıları söylüyor 'Meleklerin sözü var.' falan diye yanılmıyorsam iki meleğin evlenmesini anlatan, söz-nişan merasimlerinin meleklerde de olduğu varsayımı üzerine bir şarkıydı. O kadar ayrı dünyaların insanıydık ki Sıla'yla; O meleklerin sözüne gider, söz fotoğraflarını instagram'da #melek&melek hashtag'i altında "Mutlu olsunlar heeeeeep" diyerek paylaşır, bense Fadime'nin düğününde pasta ortaya mı gelir yoksa adam başı birer tane servis ederler mi hesabı yapardım. Sıla çok güzeldi. Ben Allah'ın gücüne gitmesin diye yorumsuz bırakılan bir sıfata sahiptim. İşte tam da bu yüzden, Sıla bu gerçeklerin farkına varmadan Sıla'yla eve gitmeliydik. Gidebileceğim en hızlı şekilde, en kestirme yollardan evime sürüyordum var gücümle.


Eve vardık sonunda. Kapıda durup "Ayakkabılarla mı geçiyoruz?" diye sordu. 'Ya sik anasını halıların, gir ayakkabılarınla. Aylık gelirim eve ayakkabıyla girmeyi gerektiriyor, çıkarırsan darılırım.' dedim ve eve adımını atar atmaz halılarıma kıyamayışım ağır bastı. Ani bir hamleyle dizlerinin arkasına bir elimi attım, diğer elimi de ense nahiyesinde tutarak Sıla'yı kucağıma aldım. 'Yürüme yürüme daha fazla, hastasın. Gel yatağa götüreyim seni.' dedim ve yatak odasına doğru taşıdım narin bedenini. Odaya vardığımızda tekrardan ateşini ölçmek için köfte kıvamlı dudaklarımı alnına doğru götürdüm. Gayet 36,5 derece olan ateşini abartıp 'Yanıyorsun çiçeğim. Çıkar üstünü çıkar, havale geçirmen söz konusu.' dedim. Hunharca soydum. "Sen baya anlıyorsun tıptan değil mi? Bana obua virtüözüyüm demiştin gerçi." dedi şüpheli bir ses tonuyla. 'Konservatuara ek olarak yan daldan Tıp'ı bitirdiğimi söylemedim mi sana? diye sordum ve sakin bir uzanışla baş ucumda durmakta olan 'Vademecum'u elime aldım. 'Aşk olsun. İstersen seç bir sayfa soru sor. Hem buna ek 8 sezon Scrubs, 8 sezon House M.D., 3 sezon da Doktorlar izledim. Yine sen bilirsin. Al giyin istersen ama bana bir arkadaşının numarasını ver giyinmeden önce ki havale geçirdiğinde gideceğimiz hastaneyi haber verebileyim.' dedim. İnandı. "Neyim var peki?" diye sordu ürkekçe. Grip olduğunu söyledim. Tedavisinin de haftada iki defa seks olduğunu belirttim. "Atıyorsun." dedi. 'Atmıyorum! Asla!' dedim ve bir kaç Alman bilim adamı arkadaşımızla yaptığımız çalışmalardan ve yayınladığımız makaleden bahsettim. İnternette ufak bir aramayla makaleye değilse bile bu tarz bir habere de denk gelip kendisine gösterince bu konuda da inandırıcılığım tavan yaptı. 'Bu hafta hiç seks yaptın mı?' diye sordum. Yapmadığını söyledi. O zaman bugün mutlaka yapması gerektiğini, bir doktor olarak en doğru şekilde seksi ona verebileceğimi söyledim. Gülümsedi. 'Ateşine bakayım mı?' dedim hınzırca. Adeta bir at ağzını andıran ağzımı büzerek dudaklarımı çıkardım ve alnına doğru götürdüm. Alnından da dudaklarına indim. Operasyonumuz başladı.


Edit: Avam avam yazılar yazıp entelejansiyaya göz kırpan şarkılar paylaşmaktan vaz geçmeyeceğim sanırım.