30.12.2008

Saç malanmaz taranır

• Dost başa,düşmana,yağa bakar…

• Kalp gözü adlı,insanı iyiye doğruya yönlendirmeyi amaç edinmiş bir program var.“Göz gözü” yok.Ama ‘Göz gözü görmüyor’ var.Ve yine ama ‘kalp gözü görmüyor’ yok.Göz gözü işe yaramaz,yaşasın kalp gözü.Sanırım…

• -Hanım!Bana yakın gözlüğümü getirsene.Bana mesafecek yakın olanı değil,yakını göstereni istiyorum behey gerizekalı!

• İsmail YK,Shaggy’nin Boombastic şarkısına Türkçe söz yazıp yeniden yorumlasa canıma can katılır.Zaten ikisi de birbirinin aynı,aynı bokun laciverti.

• Ayağa iyi kötü ufak da olsa saygım vardı lakin şu yazları bezdirdi beni ayak denen organdan.Topuk ve serçe parmaklara yapıştırılan o yara bantları yok mu…Var işte.Fetiş değilim,asla!Asla dedim!!!

• Hala cep telefonunun jelatini çıkarmamakta ısrarlı,kumandasını muşambaya saran insan var gelin görün ki yeni aldığı arabasının koltuklarına geçirilmiş poşeti 1 haftadan sonra kullanmaya devam eden yok.Nasıl mantık bu allaseniz?Halbüse yeni araba kokusudur cana can katan.Glade oto parfümlerinin müdürü olsam ilk iş o kokudan üretirim.Alırım Jean Baptiste Grenouille'i  kimyager kadroma,sokarım yeni arabanın içine "Kokla.." derim ve "..aynısını yap."

*Boşalan barajlarımızı doldurma projemi açıklıyorum.Etiyopya’dan binlerce-hatta duruma göre sayı milyon olur belki hesaplamadım ama bunun önemi yok – aç insanı ülkemize getireceğiz.Bu insanları tatlı su kaynaklarından (deniz olur göl olur akarsu çay vs olur fark etmez) barajlarımıza kadar kol hizasına göre dizeceğiz.Bu kişilere cüzi bir miktarda para ve bolca ekmek vererek kaynaklardan çektikleri suları kova kova,elden ele barajlara kadar iletmelerini sağlayacağız.Baktık su hala bitmeye devam ediyor o zaman o verdiğimiz somun ekmeklerin içine onar gram et parçası koyup randımanı arttıracağız.Bu şekilde de barajlarımızı doldurarak susuzluk ve dolayısıyla elektriksizlik illetinden kurtulacağız.

25.12.2008

Başka Türlü Bir Endişe Benim İstediğim...

Başkasının evinden yazı yazmak ilginçmiş.O havaya büründüm ve denemem lazım düsturuyla oturdum masanın başına.Başkasının evine alışamadım.Tatil beldesindeki sokaklar gibi.İlk gittiğinizde size çok uzak,çok yabancı geliyor ama aslında düz sokak sonuçta.Oranın yerlisine de senin mekanın uzak,yabancı...
Bu tatil beldelerinde kaybolmalar olur bir de.Başkasının evindeki kaybolmaya kısaca tuvalet diyoruz.Dizayn,amaç,işlev olarak hiçbir tuvaletin birbirinden farkı yok ama en çok orası korkutuyor adamı.Göz bebekleri büyüye büyüye rikuem for e dıriğm hesabı geziniyosun yalnayak,hele de bir su birikintisine bas tam olsun.
Her neyse asıl anlatmak istediğim başka bir şeydi.Bu başkasının evine gelirken bir afişle irkildim.Aklımda sadece yarın çekeceğim filmin kalan sahnelerinden hangisini önce çekeceğim varken kısa yolculuğum boyunca o afiş beni benden aldı.
Pazarlık bilirim,Kayserili arkadaşım vardır.Ucuza kapatamadı beni.Eder fiyatıma beni benden aldı.
Efenim afişe geçeyim,güzide başkentimiz Ankara'da bir alışveriş merkezinde harikulademtrak bir konser eylemi yapılacakmış.Bu eylemi de Grup Endişe gerçekleştirecekmiş.Kendilerine en dişe dokunur ismi seçmişler şüphem yok.Bir de afili fotoğraf koymuşlar ki sormayın.Hadi insanın şaşısı olur ,bir gözü başka yere diğeri de bambşka bir yere bakar,rabbim öyle uygun görmüştür olur ama fotoğraf çekilirken,fotoğrafçı basbas "çekiyorum abim" diye bağırırken bir grup insanın alayı bambaşka yerlere odaklanır mı?Hem de kimisi sinirli bakıyor kimisi zevkten 2 köşegenli.
Bu fotoğraflarının yer aldığı afişin arka fonu bazı (muhtemelen yerel) gaazetelere vermiş oldukları röpörtajların manşetleriyle bezenmiş.Sıra sıra not ettiklerimi paylaşmak isterim:

"Rockçı değiliz!Rock müziği yapan müslümanlarız"
(pehey ki hey çekmişim farkında olmaksızın.Rak a rok dediklerine dair de kralı gelse en büyük iddialarla bahse girerim.neyse 2. ulvi açıklamalarına geçeyim)

"Türkiye'de yetmiş milyona hitap ediyoruz.Marksist de,roksever de bizi dinleyebilir."
(bir pehey i de bu haketmiyor mu?marksist ile rocker yanyana gelemeyecek olan iki kavram mı ki sen birleştirdin be abanoz?Baba bana adam olamazsın dedim ama ben adam oldum,iki uç kavramı bir potada erittim.Hey maşşallah)

"Zulüm karanlıktır,bu yüzden rengimiz siyah."
(Tutmayın küçük enişteyi.Yaprak düşmesi üzerine bir köşe yazısı yazabilcek kabiliyetteki topoş köşe yazarı ağzı kullanılmış son açıklamalarında da)

Şimdi all in all der ve sorarım size nedir bu Grup Endişe.Büyük ihtimalle röpörtaj görevlisi bunların önüne boş kağıt koymuş "Konu:Kendinizi anlatın." demiş ve "Tüm bir sayfa dolacak beyler yoksa tüm medya başkanlarına tek tek siktiririm sizi" diye eklemiş.Bu grup elemanları da ne yapsın yavrucaklar,etleri ne butları ne?Büyük satır aralarıyla,koca koca harflerle ve nasıl olsa hoca okumaz hepsii oğlum fikriyle sallamış da sallamışlar.Biri akım demiş diğeri bokum demiş ve hoca cidden kağıtları okumuş,okuduklarını da kolaj yapmış.
Size bir soluklanma fırsatı tanıyayım,hem yazıyı uzatırsam birçok insan "uhuuu uh çok uzun yazmış ag okunmaz bu" diyip kaçar.grup Endişe'yi düşünün,mesajlarını düşünün.Ama en çok da başkasının evinin,tatilde gidilen yerlere benzerliğini düşünün.

20.12.2008

Bağımsız kelime esprisi(bi daha yapmıycam)

Hep yazılarda kullandım kelime esprilerini ama bugün içeri odadan gelen ferhat (soyadını unuttum,şu biiri bana gelsin diyen adam işte) 'ın söylediği şarkıya emprovize ayar çekip 

"Boş yere bekleme Taner Gülleri,

Böyledir bu terlik Gezerden beri"

şekline döndürdüm eseri.Hoş gibi değil gibi...

6.12.2008

SkİMSonik macera

         "Midem bulanıyor" dedi,sevindim."Canım deri konvers istiyor." dedi,aşeriyor düşüncesiyle havalara uçtum."Şapkayı takmıştın Harun değil mi?" dedi.Bir kızın ağzından 'Şapka' kelimesini duymak midemi bulandırdı.Bundan ayrılıp başka kızlara kaçmak istedim,başka kızlara aşerdim.Emel ise bu sırada hala cevap alma maksatlı suratıma bakmakla meşguldü.Yarım ağızla 'He!He!' dedim.
     Aklım başka yerdeydi.Bir erkek oğlum olursa ne de süpersonik olur vre! diye düşündüm.Sonra 'erkek oğlum' diyerek anlatım bozukluğu yaptığım düşüncemi 'bir oğlum olursa ne de süpersonik olur vre!' şeklinde değiştirdim.Yavuz Demir'in yolda olma ihtimali bile ne kadar heyecanlandırmıştı beni,hele bir de doğsa coşkum nice olurdu kim bilir?
        İnönü Kapalı'sı hazır ol!Yeni davulcunuz Yavuz Demir geliyor.Halı sahada yıllar yılı tek forvet düzeninde sahaya çıkan takımının tek forveti Harun'un yanına partner geliyor,formasyon değişiyor.nice Fıratları,Emirleri,Berkeleri utandıracak entellektüel bilgiye sahip bir oğul geliyor.
                
        Ben bu tip düşüncelere dalmışım oturduğumuz kafede.Bakışlarım cin gibi.Emel de apış arasına bakıyor,sanırım hemen hemen kol büyüklüğünde ve bir kavun büyüklüğünde cismin oradan nasıl çıkacağını kestirmeye çalışıyor.kazağında iki damla var.Salyası akmış besbelli.Kendisine baktığımı farkedip kafasını kaldırıyor.Yüzüme bakıp frrhhş efektiyle düşmesine saniyeler kalmış olan salyasını topluyor ve soruyor:
           "Ya cidden hamileysem ne olacak Harun?"
        Kısık sesli bir 'Hamiline' dökülüyor dudaklarımdan.'Valla Allah'ın verdiği canı salt Allah alabilir.Öyle birşey varsa da birşey yapamayız,çaresiz doğurursun.' diyorum.Dudaklarını büze büze ağlamaya başlıyor.Onu ağlatan ailesine vermek zorunda olduğu 'Kutuyu açtırdım,içine paket bile koydurdum' hesabı değil,hamilelik süresi ve sonrasında kilo alacak olması.Doğurunca memeleri büyür sarkarmış,poposu büyürmüş,çocuğunu emzirince ön dişleri sararır hatta çürürmüş vs.
         Samimiyetine saygı duydum.Salak sebepler de olsa tek tek korktuğu şeyleri tüm içtenliğiyle sıraladı.Bunun yerine 'bu kirli dünyaya çocuk getirmek istemiyorum' ya da 'Zaten dünyanın sonu geliyor.Çocuğumun susuzluğu ,açlığı,savaşları,kıyameti yaşamasını istemiyorum.' klişelerine de başvurabilirdi.
       Lakin ademoğulları ne de bencil.El kadar sabinin doğum sırasında çektireceği acıdan,hamilelik süresince hediye edeceği kilolardan korkup aman bana birşey olmasıncı tutumla doğurma karşıtı dünya görüşü benimseyip,bunun propagandasını yapmak da neyin nesi.Elimden gelse 'Ver lan bi tur da ben taşıyayım' demek isterdim ama böylesi uygun görülmemiş işte ne yapayım.
         Sonra ne mi oldu?Sonra bunun şüphelerinin yanlış olduğunu öğrendik.O hep mide bulantısıyla gezdi,hep alışverişe aşerdi ama karnı hiç büyümedi.Ne olur ne olmaz diye dokuz buçuk ay ilişkimi bitirmedim.Dokuz buçuk ay sonunda da 'Senin doğuracağın yok!' diyip ayrıldım.Gözleri yaşardı ayrılmak istediğimi duyunca.Arkamı dönüp gittim.Yaklaşık bir ay boyunca üzüntüden midesi bulandı,beni aşerip durdu.Ame ben oğlumun gelmesini üzüntüden ağlayarak reddeden ;beni hayallerimden,hevesimden uzaklaştıracak bu kadına ilişki getirmek istemedim.Evde Sims oynayıp Harun-Anna Sabancı ikilisine Enrike İglesyas Sabancı adında bir erkek evlat edindirdim.Yetmedi bir de holyo İglesyas Sabancı yaptım kardeş babında.Harun mutluydu,Harun'un keyfi tıkırındaydı.
                 

29.11.2008

Masal masal matitas

Boş mu bakar felsefik mi?
Keramet kılda mı?
Bayan Ayı sadece akılda mı?

Burnunda yıldızlar var.
Ürküteceksin davar?
Son hücum kullanıyormuş,saate bakıyormuş.
Topu kaptır da göreyim
Kaptıranı sikeyim

İlk defa fokurdamış
Ilık sandım kaynarmış
Masal masal mattitas bir Demirbey yaşarmış
Gidemezmiş yanına
Nedeni ise armış
Zaman zaman içinde
Güç bela bir şekilde
Bin beşyüzmüş kafası
Çilli iman tahtası
Her masal elbet biter
Ben bir tane anlatayım
Belki hoşuna gider,belki boşa gider.

25.11.2008

Birşey İstesem?

Bir şeyi çok isteyip kafama takınca olmuyor sanırım.Kitap isterim çıkartma aşamasında kalır,film isterim çekim aşamasına kadar gelir kalır,onu isterim olmaz,bunu isterim olmaz.isteklerime ara veriyorum bir süreliğine.
zaten yazı da yazamıyorum adam akıllı.yazılardan cidden sıkılan varsa yorum şeyettirsin bizahmet.tepkilerinizi merak ediyorum artık.
sıkıldım ben olmayan sonsuz işlerden.

21.11.2008

NEREDE KALMIŞTIK?

Gecenin bir vakti telefon çalıyor,ekranda Kristen Pfaff'ın fotoğrafı çıkıyor.Zaten o fotoğrafı görünce telefonun çalış şekli "acı acı" olarak betimleniyor.

"Uzun zamandır görüşemedik..." diye konuşmaya başlayan ses,konuşmasının sonlarına doğru beni çağırıyor.Vakti önemsemeden düşüyorum yola.Beynimin içine Joy the Great hakim oluyor.(Yüce Joy hakkında da bilmeniz gerekenleri yakında yazacağım.)

Yol boyunca Yüce Joy'a ne yapmam gerektiğini soran gözlerle bakıyorum.Yaptığı şeyler doğru olsa kendini öldürmezdi ama yine de akıl danışabileceğim tek kişi o.Tek umudum o.Ama o da benim gibi alt dudağını sarkıyıp ağzının sağ tarafını büküyor.Yol gösterenim olmayınca sessiz kalma hakkımı kullanıyorum O'nun yanında.Zaten bu hakkım da olmasa ağzımdan çıkacaklar sonunda ayakkabı bağcığı kadar saygınlığım kalmaz.Şimdi soruyorum:

'Doğru olan bir dakika sonrası kıyamet gibi konuşmak mı yoksa ölümsüz bir dünyada ölümsüz bir elf misali kelimelerin,cümlelerin doğru zamanını beklemek mi?'

Daha biz 'Nasılsın?' faslındayken telefonu çalıyor.Telefondaki ses bir erkeğe ait ve o erkek de O'nun sevgilisi.Meğer telefonun az önceki çalışı acı acıymış da ben fark edememişim.

Telefonda konuşamam,konuşmayı da sevmem zaten.O,telefondaki sesin bağrış çağrış içindeki azarlarına rağmen o an sesinin uyduya gidip erkek arkadaşının kulağına aktarılmasından memnun.Ben değilim.

Sesimi duyuramadığım gürültülü ortamlarda dahi O'na bağırmamışken;bir başkasının,büyük olasılıkla sudan bir sebepten avaz avaz onun ağzına sıçışı boğazıma kayalar tıkıyor.Bir insan neden bir başkasına bağırır ki?

Dayanamayıp kalkıyorum yanından.Kulak kepçelerimden saç uçlarıma kadar tüm vücudum acıyor.

On dakika sonra geliyor yanıma.Onbeş dakika boyunca uyduyu ısıtmış olmanın memnuniyeti hakim suratına,öte yandan eski erkek arkadaşının yanında sevgilisinin azarlarından tahrik olduğu için mahçup.Özür diliyor.Alt dudağımı sarkıtmadan ağzımın sağ tarafını büküyorum.

Gece boyu eski günlere dokunduruluyor.Gözlerinde keşkeler görüyorum.Arabanın dikiz aynasından kendi gözlerime bakıyorum.Gözümün içindeki keşkelerden ziyade göz altlarımdaki morluklar ve çigiler dikkatimi çekiyor.Sanırım o ölümsüz dünyanın ölümsüz elfi olmayı kafasına koymu,aklından geçenleri süzgeçten geçirmeden söylemeyecek ve benim duymayı beklediklerim hep o süzgece takılıp kalacak.Ben de elfliği seçiyorum ona eşlik etmek için.En azından bir süreliğine.Elbet birgün kıyamet gelecek ama...

Evinin önüne geliyoruz.Öpüyor.Öpüşünden ruh halini çıkartacak kadar tanıyorum onu.O gece beni seviyor.Tam apartmanın kapısından girmek üzereyken sesleniyorum:

-Kimsenin seni kırmasına izin verme!

-...

-Ben kırmamak için çok uğraştım,ben kırıldım.Ama sen kimseye izin verme...

Bunları söylememem lazımdı ama tutamadım kendimi.Arwen misali ölümlü hayatı seçtim.Ama sanırım gecenin en samimi cümleleri de bunlar oldu.Samimiyet gibisi yok.
Yüce Joy'a dönüp 'Sence?' dedim.Durup bir süre yüzüme baktı ve birden üstüme atlayıp sıkıca sarıldı.Sonra ayrıldı.
Gülüyordu.
Ağlıyordu.
Gülerken ağlıyordu ama iki eylemi de tam kararındaydı.Münir Özkul gibi..

'Herkes böyle birşey yaşayamaz.Ne mutlu sana,asla vaz geçme!' dedi.
'Olur.' dercesine kafamı salladım.Braveheart'ta William Wallace'ın,idam sahnesinde annesinin kucağındaki küçük çocuğa bakışı gibi kapıya bakar halde kaldım.

Galiba ben bir yerlerde kaldım.

16.10.2008

Ramazanda Küstüm Şov Olmaz!

             'Tanrı diye birşey yok oğlum!' dedi,irkildim.Ağzımı açıp 'Tövbe de abi.' dememe fırsat bırakmadan çantasından çıkardığı bir kitabı pat diye masaya vurdu.Benim az önceki irkilişin etkisinden kurtulamadığımı,yani pat sesine özel bir irkiliş sergilemediğimi görünce parmağıyla yukarıyı göstererek 'Aaa kuş lan bak' diye yukarıya bakmamı sağladı.Ben yukarılara bakadurayım o da pat bazında kitap vurumunu yineledi ve beni ikinci kez irkilmeye sevk etti.Kendimi toparlayıp 'Abi büyük günaha giriyoruz yemin ederim' dedim.Ne yemininden bahsettiğimi sordu,haklıydı da.Ateist birine nimet çarpsın sözünün bir etki etmeyeceğini önceden kestirmem gerekirdi.Titriyordum artık.Kitabı açıp içinden kendince kanıt olan birkaç şey okuttu.Şoka girmemiş olsaydım 'Ssshh'layıp iki rekat susmasını ya da siktirip gitmesini salık verirdim.

            'Zar zor titreyerek ağzımı açıp : 'Abi iyi diyorsun,hoş diyorsun,saygı duyuyorum düşüncelerine tamam ama aynı masaya dirsekleri yaslamış oturuyoruz ve farkındaysan masa bildiğin demirden.Olası bir çarpılmanda arada ben dekaynayacağım.Oyüzden ya sus ya da gel laflarını tahta bir masada dirsek mirsek neremiz varsa masaya değdirirken anlat.Bilirsin demir iletken dahta ise yalıtkandıııır!' diyip güldüm.'Canın cehenneme ' diye çemkirip masayı terketti.Arkasından  'Kimin cehennemi oğlüüüm!' diyerek bozdum onu.

          Can okuyucu!Hani bir sohbet ortamında masada enerjik,zıpçıktı,alem piji olmuş bir adam olur da en mahrem seks anılarını masa halkına mübalağa dozajını üst seviyelere çıkararak anlatır da masanın diğer ucundaki ezik,saf,örselenmiş adam da sanki kendi sevişmesiymiş gibi hikayeyi nasiplenir ya işte ben de az önceki berbat muhabbetten aynı şekilde nasiplenmişim gibi hissettim.Günaha bulandığım düşüncesi kapladı dört bir yanımı.

        Hemen eşyalarımı toplayıp masadan kalktım.Cami cami gezip 17 ayrı dilenciye sadaka verdim.Kesmedi öğle ve ikindi namazlarına müteakip kalkan sekiz cenazenin cenaze namazlarını kılıp,her birine üçer defa olmak üzere totalde 24 defa 'Şahane bilirdik!' dedim.Kah ezan okununca müzik sesini kıstım,kah bu müzik sesini kısışlarım esnasında kelime i şehadet getirdim.Coşkun bir yapım olduğundan bu da kesmedi beni,hemen eve koşup doğru yola tastamam sevk olabilmek için Samanyolu Tv'yi açtım.Amacım bir Dost Gözü,bir Kalp Kapısı izlemekken karşımda Oktay Usta'yı yemek yaparken buldum.Bu kesin saylanmaz lan düşüncesi ile şansımı bir de Kanal 7'de deneyeyim dedim.Latif Doğan'la Küstüm Şov karşısında hipnotize olup kaldım.Program bitiminde ihya olmuştum.Yine de üzerine bir Bez Bebek attım ve Allah sizi inandırsın püripak oldum.

         Ben Bez Bebek'e kaptırmış giderken telefonum çalımlı çalımlı çaldı.'Yes' e basıp kulağıma götürdüm.'Alo' şeklindeki laf atışıma karşı bir alo gelmedi.Aleti kulağımdan çekip ekranına baktım.Ekranda yazana göre arama yoktu,mesaj vardı.Evet!Arama ve mesaj uyarılarım aynı efenim.Mesaj sabah ateist olduğunu öğrendiğim arkadaşımdandı.Sabah bir mallık yaptığını,hatalı olduğunu,ama artık doğru yolu bulduğunu,beni korkuttuğu için de benden özür dilediğini yazmıştı.Benden özür dilemesinin önemsiz olduğunu,doğru yolu bulduğuna göre artık af dileyeceğinin kim olduğunu bilmesi gerektiğini yazıp mesajıma göz kırpan smiley ile son verdim.

         Ertesi gün akşama doğru Beşiktaşımın maçı vesilesiyle yollara düştüm.Aldım biletimi,bindim otobüse,başladım stada doğru gitmeye.Otobüs  silme Beşiktaşlı doluydu.Hepsi de ayaktaydı.Bu ortamda hissettiğim huzuru nasıl anlatabilirim bilmiyorum.Sanırım komple beyaz kaynayan şehirdeki tek siyahi arkadaşın şans eseri bir apartmanın bodrum katına konuşlanmış bir bara girip yüzlerce renkdaşıyla karşılaştığı andaki duyguların çok benzeriydi içimi kaplayan duygular.

         Tutunduğum çubuğun dibinde oturan ve ağır işiten yaşlı bir amca beni dürterek 'Evladım hangi takımlısınız siz yahu?' diye sordu. 'Elhamdülillah Beşiktaşlıyız beybaba!' şeklinde ağzının payını verdim.Bu dini kelime de barındıran cevabım otobüste ölüm sessizliğine yol açmıştı.Neden sonra tüm Beşiktaşlılar birbilerine bakarak gülmeye başladılar,adeta gözlerimizle birşeyler üzerinde anlaşmaya varmıştık,sessizlik bozulmak üzereydi ve sonunda Bendeniz'in 'Sus!Soru Sorma' adlı güzide eserinin melodisi üzerine Beşiktaşlıların yazdığı şu şarkıyla bozuldu:

            "Koooy!Koy ateistee!
              Koy putperestee
              Koy satanisteeeeee
              Kooooy!Hepsi göt olsuuun
              Ramazan ayııı mübarek olsun
              İn-şal-lah

12.10.2008

Blue Wagoon ahhah

Metro durdu,kapı açıldı ve jöleli genç adam vagondan indi.Ağır adımlarla kızın ensesi dönük biçimde oturduğu camın önüne kadar gelip durdu.Belli ki özgüven eksikliği vardı.Cama tıklattığında kızın ve metro yolcularının vermeleri olası tepkiler korkutuyordu genç adamı.Metronun ‘Kapılar kapanıyor’ sinyaline dek camın önünde bekledi.Sonra ise sinyalden aldığı kuvvetle ayı gibi avuç içleriyle cama vurmaya başladı.Güzel gibi olan ama aslında çirkin kız,onun yanındaki ondan çirkin olan kız ve bütün metro ahalisi jöleli ve genç ve mal adamın bulunduğu cama çevirdiler kafalarını.Genç adam bir süre seri dil çıkarım ve oynatımlarında bulundu.Ardından hayali memeler avuçlama hareketine geçti.En son hayali bir popoya belini ileri-geri götürmeler yaptı,iyice kendini bitirdi.
Kendini bitiren ve bunu anlayan bir adamın o andan sonra kuracağı cümle Pavorotti ses düzeyinden osuruk ses düzeyine doğru bir alçalmayla sona erer.Ama az önce de belirttiğim gibi adam gençti,bir o kadar da maldı.
Genç adamın metro harekete geçtiği anda kurmaya başladığı ‘Şimdi bak ben seni sevdim,sen de beni sev de öpüşelim’ cümlesi ses düzeyinde bir alçalmaya uğramadan tümüyle Pavorotti tonunda gitmekteydi,lakin metronun yapmış olduğu yüksek ivmeli hızlanan hareket adamın sesini adama bağlı olmaksınız gitgide osuruğa çevirdi.Zaten ‘Olması gereken’ detaylı yoldan da olsa oldu.

Metro genç adamdan kurtulduktan sonra ilgi camdan güzel gibi gözüken ama güzel olmayan kıza döndü.Kız beğenilme ile bir mal tarafından beğenilme arasında kalmış ; yüzü , Monalisa gibi yarı ‘Dokunsan ağlarım’ yarı ‘Hoş geldin yar!Yüreğime…’ halini almıştı.Biri müdahale etmediği takdirde kızın komple akıl sağlığını yitirmesi işten bile değildi.Kızcağızın bu durumdan çıkması için ortak karar verilmiş bir şey olmamasına rağmen tüm vagon yediden yetmişe ağız birliği etmişçesine “Nıç nıç nıç” ladı.Onlarca dil aynı anda damağa yapıştırılıp çekiliyordu müthiş bir ahenkle.Buna rağmen kızın yüz felci tüm hızıyla sürmekteydi. Bense müthiş ahenk ile zavallı kız arasında gidip geliyordum.Sonra ikisi arasında bir seçim yapmam gerektiğini,hangisinin benim için daha önemli olduğunu düşünmem gerektiğini fark ettim.Müthiş ahenk’i bir sınava tabi tutmaya karar verdim,geçerlerse yoluma onlarla devam edecektim.
Vagonumuzun orta yerine doğru “Ayıp ama ya, serseri herif!” diye çemkiri fırlattım.Doğrusu vagon halkı testimi perfect le bitirdi.Benim çemkirimin ardından vagondakiler nıç nıç çektikleri andaki gibi müthiş bir ahenkle “Allah bildiği gibi yapsın”, “Gençlik ne hallerde?”, “Cidden ayıp ama be,terbiyesiz!”gibi klişelerle umduğum reaksiyonları verdiler.
Hemen şapşahane önerimi ahaliye sundum.Bir Voice Male ,bir Stomp,bir Anadolu Ateşi olabileceğimizi,hatta işi sıkı tutarsak TRT3’te sık sık ekrana gelen Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği korolarının ekmeklerini kesebileceğimizi belirttim.Müthiş ahenk hep bir ağızdan ‘Yuppiiieeee’ çekti.
Sevinç gösterisini İnönü’nün kapalısı gibi önce çöküp sonra ‘Pınarbaşı burma burma…’ eşliğinde kalkarak yapmasını beklediğim müthiş ahenk bana ‘Hoşça kal TRT3!Merhaba Baby TV’ dedirtti maalesef.
Yine de hepimiz ne için doğduğumuzu öğrendik kısa yolculuğumuz esnasında,kim olduğumuzu öğrendik.Yemişim TRT yi de Baby TV yi de.En olmadı komik olmayan Avrupa Yakası’nı komik göstermek için dizinin her tarafına serpiştirilmiş,hatta saçılmış olan kahkahaları yeniden yorumlarız vagoncanak.Ekmek ekmektir.
Sağol jöleli ve genç ve mal ve ayı adam.

28.09.2008

Modern zaman mecnunu

Görüşemiyoruz pek,konuşmuyoruz diyor.Kafa sallıyorum evet babında.Görmüyor tabi,zira msn de geçiyor bu haller.Hemen toparlanıp klavyemden bşrkaç harf seçipp o harflerle birkaç kelime oluşturuyorum.Sonra bu kelimeleri sıraya koyup cümleler yapııyorum.
Sonra ise beğenmiyorum yazdığım cümleyi.
siliyorum,baştan yazıyorum,bambaşka birşey...
istediğimi söyleyemiyorum,söylemek istediklerimi...
Gayri samimi gülen surat yolluyor.
Terliyorum bilgisayar karşısında.Hp laptopların klasik özelliğidir çok ısınmaları.Ama sanırım laptop tan değil,olmak istediğim olamamaktan terliyorum
Cesur adam çıkıyor içimden ve duygularını tüm gerçekliğiyle klavyeye dokunarak yazmaya başlıyor.O da benim gibi kelimelerden cümleler yapıyor.Enter a basacakken adını koyamadığım tarafım alıyor kontrolü ele.Tüm yazılan güzel cümleleri bir güzel siliyor tek celsede.
Bakkal nusret geliyor sonra laptop ın başına.vtunnel.com dan youporn a girsene bi tur diyor.
Dur diyorum hayati mesele bu.
Açık msn penceresine bakıp ver hele diyor.Yampiri gülen surat yapıyor.Adını koyamadığı taraf ya da pısırık tarafı olmadığından ,milyarlarca insan gibi normal insan olduğundan tereddütsüz enter a basıyor.nusret eski sevgilimle smileyleşiyor.
başımı 50-60 derece civarı döndürüp dolabımdaki aynama bakıyorum.ağzımın tek tarafı kulağıma gitmiş.Sıkkın bir ifade takınmışım.
Nusret youporn da arama kısmına rus yazıyor.izlediği kadınları göbeğinin hemen altındaki çıkıntıya monte ediyor hayalgücü sağolsun.
Bense hayatımı adadığım şeye ilk dokunuşumu düşünüyorum ve düşündüğüm şeyi elimin yanına monte ediyorum.
Henüz zamanı var belki bir ay belki bir yıl belki bir ömür diyor içimden aşık tarafım...

22.08.2008

Herakleitos vs Gelecekteki Demirbey (PART2)

Bu yazının başlangıç kısmı bir alttaki gönderide bulunmaktadı,onu okumadan buna geçen bir şey anlamaz anlayamaz.Zaten kimse beni anlamıyor...ühüühüüüü
(Not emo horoz der ki: ü ühü üüüüüüüüü)

Bir evliliğe indirgemek yanlış olur bu davranışımı;Emin bana gelip “Abi bundan sonra lens takacağım,yeşil gözlü olup cümle manitanın dibini düşüreceğim!” dese yine korkardım.Havadaki ani değişimlerden tutun da Beşiktaş’ın emektar bir futbolcusunun jübile yapmasına dek birçok değişim ölesiye korkutmuştur beni.O yüzden biliyorum ki sorun evlilik müessesesinde değil bizzat benim içimdeydi.Sıradan,tekdüze,herkes gibi olmayı sevmem ama en azından bu değişim korkusu hususunda herkes gibi olmak istedim.Emin’i kıstırıp tokatlama,komaya sokup evliliğine mani olma düşüncesi yerini kendimle hesaplaşmama bıraktı.

Hesap kitap işlerini yapsa yapsa muhasebeci olan amcam yapar düşüncesiyle telefona sarıldım.Dedim ‘Amca!’,dedi ‘He?’.Dedim ‘Nasılsın iyi misin,bunlara ek olarak da müsait misin?’,dedi yine ‘He’.Dedim ‘Ben bir yıl sonu hesabı çıkaracağım,ocağına düştüm yardım et’,dedi ‘Ne yılsonu hesabı?’.Dedim ’26 yılın sonunun hesabı’,dedi ’10 dakikaya sizin eve gelirim bekle sen.’.İki saat sonra kapı çalındı,gelen amcamdı.Amcam Ankara’dan gelmesine rağmen evde bir bayram havası esmedi,bu bayram havası esmeyince de annemle babam beni bir köşeye çekerek beni çok sevmediklerini,bana duydukları sevginin sadece evlat olmamdan ötürü olduğunu,atılmaz satılmaz bir meta olduğum için hayrına bana sevgi gösterileri yaptıklarını beyan ettiler.Evde bayram havası estiremeyen amcama ve bahtıma küfrettim ben de,ama annemle babama etmedim,zira biliyordum ki anneye ve babaya ‘Of’ dahi denmezdi.

Efenim,amcamla benim çalışma masama geçtik.Ben bilgisayarı kaldırma fırsatı bulamadan amcam oturdu üç tur maça kızı ve yaklaşık otuz tur mayın tarlası oynadı.Oyun izlemekten sıkılınca amcama buraya geliş amacı doğrultusunda hareket etmesini rica ettim,sağolsun kırmadı.Bilgisayarı kapatmadan önce her yeğenini düşünen amca gibi o da internet geçmişimi kontrol edip porno siteye girip girmediğime baktı.2000li yıllarda seksüel ihtiyacını internet sayfalarından karşılayan ben artık dvd dönemine geçiş yapmış olduğumdan amcamdan aferin aldım.Geçmişimin hesabına geçmeden önce on dakika boyunca zararlı internet sitelerine ana avrat küfredip hıncımızı almaya çalıştık,benim hıncım tümüyle geçmiş olmasına rağmen amcam sinirini alamayıp beni dövdü,sonra sakinleşti ve hesaba geçti.

26 yıllık bir yaşam boyunca düştüğüm yanılgılar,takılıp kaldığım hususlar,sevaplarım günahlarım,aklınıza ne gelirse tek tek sekiz A4 kağıda işlendi amcam tarafından.Sonra hesap makinesini aldı eline ve işlediği sayılarla birkaç karışık hesap yaptı.Bu hesapların sonunda sekizinci A4’ün arkasını çevirdi kendinden emin bir şekilde ‘=’ işaretini koydu ve ‘Sıfır’ dedi.Hayatımda ikinci defa sıfır almakla birlikte bu sefer aldığım sıfırın ne anlama geldiği,neler olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu.Korka korka nedir sıfır olan amca dedim, ‘Senin B rh - bir çocuğunun olma olasılığı sıfır oğlum’ dedi.Hesap sonucunda sadece bunun mu çıktığını sordum ve aslında benim daha karakteristik,daha kişisel,daha duygu bazlı sonuçlar beklediğimi dile getirdim.Amcamın yüzü asıldı,benim de yüzüm asıldı.Amcam esnedi,ben de esnedim.Amcam şöyle bir durdu,ben de şöyle bir durdum.Amcam konuşmaya başladı,ben dinlemeye başladım. ‘Oğlum senin istediğin şeyleri ben rakamlarla nasıl sana söyleyeyim.Git bana bir şekersiz kahve yap,kendine de yap bir tane.Bu senin istediklerini ancak oradan sana söyleyebilirim.Kahve falı yanılmaz!’ dedi.Hayal kırıklığım bir nebze olsun geçmişti,o sırada kapı çalındı ve kardeşim elinde bir belgeyle içeri girdi.Kardeşim deli raporu aldığını ve bundan sonra ona her günün bayram olduğunu söyledi.Bu sözleri ister istemez evde bir bayram havası estirdi.Annemle babam yanıma gelip benden özür dilediler ve beni çok sevdiklerini söylediler. ‘Bilmukabele’ diyerek mutfağa bir şekerli bir de şekersiz kahve yapmaya gittim.

DEVAM EDECEK…

15.08.2008

Herakleitos vs Gelecekteki Demirbey

Kusura bakma okuyucu kitlesi ama ilk defa başıma geliyordu böylesine bir olay.Daha birkaç sene öncesine kadar arabayla,içinde ‘lolipop’ geçen şarkıyı son ses dinleyerek turlar attığım kadim dostum evlenme kararı alabilecek kadar büyümüş,bense hala hayal üretip satıyordum etrafıma.Ben kakamı şimdi mi yoksa iyice sıkıştırdığında mı yapacağıma karar veremezken insanlar karı-koca olmaya karar veriyorlardı.Bu arada ,evet ben kaka yapıyorum arada.

Değişmeyen tek şey değişimin ta kendisiyimiş.Ama ben sevmem ne değişimi ne de ta kendisini.Afederisiniz ama Allah o değişimin ta kendisinin belasını vermesin.

İnanın Emin’i kıskandığımdan değil,sadece bir şeylerin değişmeye başladığını görmekten korktuğum için bu evliliğe onay vermediğimi belirttim Emin’e.Sallamadı tabi,ehehh diye güldü.Şaka yaptığımı sandı.Ben şaka yapmadığımı kanıtlamak için gittim içinde yirmi kontör olan hatlardan satın aldım beş milyona(Evet YTL’ye alışamadım!)Gecenin körü ve sabah erken vakitlerde olmak üzere günde iki defa aradım Emin’i,sesimi değiştirip evlenmemesini,aksi takdirde ağzını burnunu kıracağımı;hele ki çocuk yaptığı takdirde çocuğunu çalıp,üstüne bir de sakat bırakıp dilendireceğimi söyledim.Bir hafta kadar sürdü bu kimliği belirlenemeyen tehdit telefonlarım.Bir haftanın sonunda Emin’i aradım,evlilik durumlarını sordum.Kararı kesindi.Bir ay sonrası için nikah günü bile aldıklarını belirtti.Bu telefon konuşmamın akşamında Emin’i evinin bulunduğu Dikmen semtinde,bir ağustos ayında,gölgede kırk derece hava şartlarında kafamda kar maskesiyle sıkıştırdım.Arkadan sinsice yaklaşıp ense köküne vurdum,bayılmadı.Dönüp beni bir güzel dövdü.‘Arkam geniş oğlum benim,yapmayacaktın bunu bana.Evlilik ısrarın sürerse çükünü keseceğim!’ diye bağırmadım,zira sesimi tanıyıp tokat ve yumruk şiddetini iki katına çıkarabilirdi.Elimle ‘Bir saniye birader’ işareti yapıp,yine el hareketleriyle kağıt kalem sordum,cebinden bir peçete ve kalem çıkardı bana uzattı.Ben de yukarıda bağırmak istediğim cümleyle ek olarak :’( şeklinde ağlayan smiley koydum.Bu kesmedi beni ‘Grup Laçin-Bekar Gezelim’ yazdım,bunun sonuna da ;) şeklindeki göz kırpan smileyden ekleştridim.Okurken kaşlarının durumu ve yumruklarını sıkmaya başlamasından sinirinin katlandığını sezdim.O,notun sonuna gelene dek hızla terk ettim pusu alanımı.

Yalan söylemiştim,arkam geniş falan değildi.Ama arkamda kimse yoksa babam var lan düşüncesiyle babama Emin’i dövme düşüncemi açtım ve yardımcı olması için talepte bulundum.Napıcak,reddetti tabi. “Anneme küfretti baba,toprağa koyalım o iti,yanına kar kalmasın bu kötü sözleri” dedim,o beklediğim “Ne?Anana mı küfretti,gel kalkıp kurşun saydıralım şerefsiz Kayseriliye!” sözlerini duymadım babamdan,duyamadım.Adeta bir ilkokul öğretmeni gibi “Kötü söz sahibinindir,sen bir daha görüşme o terbiyesiz çocukla.” dedi.Kös kös döndüm arkamı, “Ben odama gidiyorum,oyun oynayacağım.Zaten kimse beni anlamıyor.” dedim.Odamda açtım Tokio Hotel’i,kapıldım emo rüzgarına.Az biraz sinirim geçti.Oyun da oynamadım,msn i açıp iletime, ‘Dünya çok boktan’ vs bişeyler yazdım,dikkat çekmedi.Yetmedi bir de Emre Aydın’dan şarkı sözü koydum,yine kimse ilgilenmedi.Son olarak da birkaç kişiye telefondan ‘Kendinize iyi bakın,ben sizi çok yukarılardan seyrediyor olacağım’ şeklinde tırışka bir intihar mesajı yolladım.Bir Allahın kulu da mesajıma yapma etme diye cevap yazmadı.Hayata küstüm ben de.Aslında tam küsmedim ama soran olursa küstüm işte…


DEVAM EDECEK...



PS: Kendi kitlemin beni tanımıyor oluşu ne de garip.Efenim çevremden yazıya verilen tepkiler sonucunda artık dayanamıyor ve açıklama yapma gereği duyuyorum en sonunda .Efenim bildiğiniz üzre yazılarımda genellikle birinci tekil şahsı kullanıyorum ve hatta adını da demirbey koyuyorum o birinci tekilin,gelin görün ki bazı çevreler benim birebir bu adam olduğumu sanıyorlar.Yanılmıyorlar bir yere kadar.Tamam o adam benim lakin tümüyle değil,tüm karakteriyle tüm yaşadıklarıyla değil.Hangileri gerçek hangileri değil vermek hoş olmaz.Ama bu yazının ardından benim gizli gizli tokio hotel ve emre aydın dinlediğimi öne süren beynamaz kimseler bu notu yazmama sebep oldular.beni anlamayan o kitle gibi siz de beni tokio hotel yahut emre aydın fanı sanmayın darılırım. saygılar Demirbey the DetailheaD

6.08.2008

Senaryoya gitti gelecek...

Son zamanlarda yazamadığımın farkındayım,bunda geçirdiğim sağlık sorunları,yaz okuluna devam ediyor oluşum başta olmak üzere birçok şey sebep oldu.Bundan sonra bir süre daha maalesef yazmam sözkonusu değil,zira gözümü kırpmadan hayatımın en büyük işi diyebileceğim uzun metraj bir film için senaryo yazım aşamasına girmiş bulunmaktayım.Umarım film biter ve tahmin ettiğim kadar etkileyici olur,işte o zaman sadece blog umu okuyanlara özel bir toplu gösterim ayarlarım.
Anlayışınız ve takibiniz için teşekkürlerimi sunarım...

Demir Bey

26.06.2008

O'nu Görünce...

“Rüyamda uçsuz bucaksız bir buğday tarlasında çırılçıplak yürüyorum.Buğdaylar orama burama değiyor.Bu buğdaylar ilerde ekmek olacak,nimet olacak;sikimi taşşağımı değdirmeyeyim diyorum.Baraj kuran oyuncu misali aleti elimde tutarak yürüyorum amaçsızca.Yoluma birdenbire ‘O’ çıkıyor.Bu halde burada ne yaptığımı soruyor.Cevabım yok.Başımı öne eğiyorum.Tam bir yalan bulup ona bu engin tarlada ne yaptığımı anlatmak için kafamı kaldırdığım anda buğday tarlası yerine İnönü Stadı’nda dikildiğimi fark ediyorum.O ise çok seksi bir hakem üniforması giymiş.Yüzü bana dönük olan O’nun arkasında kalan futbolcular ‘Allahıma tanga giymiş hafız,bak hele bak!’-‘Tabi oğlum tanga olmasa bu iki lob ayrı ayrı lıbırdar mı hiç canııım?’şeklinde birbirlerine onun götünü ve tangasını övüyorlar.

‘Götüne bakıyorlar’ diyorum.’Ne dedin sen,göt mü dedin?’ diyor ve eli cebine gidiyor.Durumu düzeltmeye çalışıp ‘Arkana bakıyorlar’ diyorum ama umursamıyor ve cebinden beyaz bir tavşan çıkarıyor.Seksi hakem kıyafeti yerini Mandrake kostümüne bırakıyor. ‘Bir illüzyon gösterisinin üç aşaması vardır:Giriş,gelişme ve prestij’ diyor.Benim ‘Ama filmde o öyle değildi filmde,başka bir şey söylüyordu Michael Kaine.’dememle birlikte sinirleniyor ve şapkasından kırmızı kart çıkarıyor.

Arkamdan bir ses ‘Are you big player?’ diyor bu oyundan atılışım sonrasında.Dönüyorum ve sesin sahibi Erdem i görüyorum.’Çıkar o formayı hak etmiyorsun pis herif!’ diyor ve tekrar soruyor ‘Are you big player?’.

‘Like a prayer vardı lan bir de.’ Diyorum,Erdem de onu dinliyormuş o sırada.Kulaklığının tekini çıkarıp bana veriyor.Madonna’yı övüyoruz bir süre.Erdem Madonna’nın götüne methiyeler düzüyor ‘Senin götünden bin kat daha güzel lan onun götü!’ diyor.Siktiri çekiyorum,’Benim götü nerde gördün de konuşuyorsun?’

Çırçıplak olduğumu hatırlatıyor .Unutmuşum ben.Yine edep yerimi örtüyorum ama bu sefer nimetle alakalı bir mevzu yok ortada tamamen utançtan.Erdem’den sırtındaki –her Beşiktaşlıda mutlaka bir tane olan- Rosenborg formasını ödünç istiyorum.Formayı hak etmediğimi söylüyor.’Lan ben Beşiktaş formasını hak etmiyorum,versene şu Rosenborg formanı’ diyorum.Bu sefer de o siktir çekiyor ve elini cebine atmaya kalkıyor.Sonra aniden duruyor, ‘Ellerim ıslak be hoju cebimden bir selpak veriversene’ şeklinde bir ricada bulunuyor.Bunun yıllar yılı süregelen bir lise şakası olduğunu hatırlıyorum,bilincim yerinde fakat nedenini bilmediğim bir şekilde elimi cebine daldırıyorum.

Erdem’in cebinden ‘O’ çıkıyor.Demin yanlışlık yaptığını belirtip kırmızı kartını geri aldığını söylüyor ve yeşil kart gösteriyor bana.Bu kartla maça geri dönme hakkı kazanmakla kalmayacağımı aynı zamanda Amerika’ya giriş biletimin bu kart olduğunu açıklıyor.

Oyuna dönüyorum İnönü Stadı’na.Çırılçıplağım hala ve ellerimle edep yerlerimi kapatıyorum yine.Yanımda Beşiktaş formalı birkaç insan da benimle aynı şekilde edep yerlerini avuçlamış halde dikiliyorlar. ‘Kardeş ne iş,hadi ben çıplağım da siz malınızı kimden sakınıyorsunuz?’ diyorum.Baraj kurmakta olduklarını söylüyor içlerinden birisi ve ekliyor ‘Gelmiş geçmiş en iyi duran top ustası vuracak.Mermi niteliğinde şutları vardır.’

Kim ulan Beşiktaşıma frikikten gol atacağını düşünen denyo diye bakışlarımı dokuz metre on beş santim uzağa çeviriyorum.Jose Mourinho yönetimindeki Inter’in değişmez sol beki İbrahim Üzülmez topun başında.Nedendir bilinmez Beşiktaştayken sallamadığım İbrahim Üzülmez sahada gözümde büyüyor.Korkuyorum.Tipinden korkuyorum.İbrahim Üzülmez topa doğru gelirken ben gözlerimi kapatıyorum.Tırsaki bir ‘GOOOLL’ sesi çıkıyor,hemen açıyorum gözlerimi.

Yine o buğday tarlasındayım.Yine çırılçıplağım.Biri omzuma dürt bazında dokunuyor.Kafamı çeviriyorum İbrahim Üzülmez’i görüyorum bu sefer.Ve maalesef o da çırılçıplak. ‘Dünyanın en iyi sol beki oldum ben’ diyor. ‘Aferin’ diyorum ‘Peki are you big player?’ . ‘Sure!’ diyor İbo kendinden emin bir şekilde. ‘İkinci defa aferin İbocum ama şu edep yerlerini ört allasen.Buğdaylara değiyor,ilerde çoluk çocuk ekmek diye yiyecek bunları.’ şeklinde sitem ediyorum. ‘Ama onlar da çıplak !’ diyor İbrahim. ‘Onlar’dan kastının ne olduğunu soruyorum.O’nu,Erdem’i ve Michael Kaine’i gösteriyor.Onlar da bizim gibi çıplaklar.

Michael Kaine O’nun omzuna işaret parmağıyla saydıra saydıra bir şeyler söylüyor.Azarladğını anlıyorum uzaktan,koşa koşa yanına varıyorum yaşlı Michael’ın.Dizimle vura vura mosmor ediyorum tüm vücudunu. İbrahim’le Erdem korkarak bizi izliyorlar,onlara dönüp ‘ O’na laf söyleyeni böyle yaparım ona göre akıllı olun lan!’ diye çemkiriyorum.Korkuyorlar.O’na dönüp edep yerlerini aynı bizim gibi örtmesini söylüyorum ve o anda fark ediyorum ki hepimizin edep yerleri ortadan gitmiş,yerini dirsek derisine benzer bir deriye bırakmış.Seviniyorum bu duruma.O,ben,Erdem ve İbrahim Üzülmez el ele tutuşup dirsekvari derimizi buğdaylar arasında gezdiriyoruz.

Mutlu gibiyiz.

Değil gibiyiz…

24.06.2008

Ruh Diyeti

Her zamanki gibi öpmedi bu sefer.Elimi sıktı.utandım.İlk defa tanıştığım kızları bile öpen ben,dün seviştiğim kızla tokalaşıyordum.
"Baban nasıl?" dedim,şaşırdı.Ne alakası olduğunu sordu.Bayramlaşmaya gelen kapıcı çocukları gibi olduğunu belirttim ve daha dün aşk dolu saatler geçirdiğimizi hatırlattım.Mır mır birşeyler söyledi,duyup da anlayamadım.İplemedim.

Bir yerde oturmamızı istedi ve benle çok kısa bir görüşme yapıp gideceğini belirtti."ABA Piknik'e gidelim o zaman,tüm ekmeğe tavuk döner yaptırayım,acıktım zaar" dedim.Birşey söylemeyince bunun bir kabul ediş göstergesi olduğunu varsayıp rotamı ABA Piknik'e çevirdim.

Kasadan döner fişimi aldıktan sonra ben döner sırasına girerken o,bir masa bulup oturdu.Döner ustası soğan isteyip istemediğimi sordu.Uzaklarda oturan Aliye'ye el ettim,gördü,bana döndü.Jest ve mimiklerimle bugün öpüşüp öpüşmeyeceğimizi sordum.Kafasını çevirip ve yine sustu.Ben de bu suskunluğu 'Evet'e yordum."Soğan yok usta!Bugün öpüşçem kısmfetse" dedim.

Ben dönerimi yerken o sürekli dudaklarıma bakızlıyordu.Canı çekti heralde diye düşünüp ekmeğimi uzattım."Al bi diş" dedim ama "Tokum" dedi."Maedem toksun ne diye gözün dudaklarımda güzelim.Acele etme hınzır seni,ekmeğim bitsin öpüşçez" dedim.Bıyıklarımdan ayran damladığını söyleyerek gözünün dudaklarıma takılma nedenini açıkladı.Ekekeke şeklinde gülüp bıyıklarımı yaladım.Dişlerimin arasına bıyıklarımı alabildiğimi,yani bıyıklarımın ne kadar ulvi ve uzun olduğunu gösteren küçük bir şov sundum.Gülmedi,şaşırmadı.

"Ben konuya giriyorum" dedi."Yaşattığın güzellikler için teşekkür etmek için çağırdım seni ama artık bu ilişkiyi bitirmek istiyorum dedi.Sevgili okur,insan ruhunun 21 gram olduğunu öğrenmiştim bir belgeselde ve Aliye cümlesini bitirdiği anda o hafifçenek ruh nasıl ağırlaştı,nasıl daraldı sıkıldı tarif tasvir edemem size."E madem dün gece niye yiyiştik biz?" diye sorumsalca sordum."Ruhumu hafifletmek için yaptım bunu Faruk" dedi.Anlamadım dedim."İşte anla..." dedi."Yok ben tepsiye düşen döner tanelerinin tespiti ve yiyimi üzerine yoğunlaşmıştım duymadım seni" dedim.Cümlesini özenle tekrar etti.Sinirlenmiştim.

"Benden ayrılırsan bileklerimi keserim" dedim,tınmadı.
"Benden ayrılırsan bileklerini keserim dedim,korktu.Ağlamaya başladı.

Ağlarken bir yandan da mıyır mıyır konuşan Aliye'yi dinlememek için başkalarının tepsilerine düşen döner parçalarına da odaklandım bir süre.O da yamrı yumru,hayatın anlamını bulmuş kız modeliyle konuşup siktirdi gitti.Kendime ikinci bir tüm ekmeğe tavuk döner söyledim,hem de bu sefer soğanlı.Yemeğimi yerken Aliye'nin arkasından bir kaç şey söylemeye kalkıştım ama ağızda nimet varken küfretmenin günahı büyük düşüncesi beni bu eylemden vazgeçirdi,lokmamın bitmesini bekledim.

"Sokayım ruhuna!21 gramcık ruh ağır gelmiş hafifletmek için bi kilo küskük yiyo kevaşe"dedim,bıyıklarımı yaladım.Ayran vardı.


(Evet hayvan adam isim değiştirerek 20küsüelü yaşlarından bir hikayeyle belki de geri döndü kim bilir?Çok gezen mi çok okuyan mı bilir hı?)

18.06.2008

Ken & Ryu Sorunsalı (yarın salı)


Gong çaldı ve dövüş başladı.İki rakip hırsla birbirleri üzerine yaklaşmaya başladı.Ryu ‘aduket’ kombosunu yapmaya çalışıyordu fakat bir türlü yapamıyordu.Bu arayışlar onun uzun bir süre maymun gibi yamru yumru hareket etmesine sebep oluyordu.Ken , Ryu’nun bu boşluk anını güzel kullanarak kendine has vuruş stili olan aparkat(ki buna aparküt diyenler de var.Hatta aparküt daha bir hoş gibi…) ile Ryu’nun ağzını dağıtmaya yeltenmişti ki ilahi bir kuvvetten dolayı mı yoksa fiziki sebeplerden ötürü mü bilinmez kaskatı kesildi.Aşağıdan çıkardığı yumruğu ,Ryu’nun çenesine santimler kala zınk bazında zonkladı ve durdu.Ken’in kalbine bir sızı hakim olmuştu bu aparküt esnasında.Ryu’ya vurmak bir yana laf bile atmazdı o harlı kavga içinde.

Bunun üzerine Ken,doksan saniyelik ilk round boyunca zıplaya zıplaya,bir ileri bir geri kaçıp durdu.Bir yumruk atmak ona nasip olmadıysa rakibine hiç olmamalıydı.Zira izleyenler içinde Ken’in inceden hoşlandığı Chun Lee de bulunuyordu.

İlk round gong sesiyle sona erdiğinde her iki taraf da en ufak bir vuruşa vakıf olamamış,İngilizlerin deyimiyle “it’s a bore draw’ durumu yaşanmıştı.Ryu köşesine çekilirken Ken’e doğru “Seni yakalamıyim oğlum,bi yakalarsam öz validenle cima eyleyeceğim!” anlamlı el-kol hareketleri,ağız oynatımlarında bulundu.Ken ise kendine ne olduğunu anlamaya çalışarak ekranın sol tarafındaki köşeye doğru zıplaya zıplaya çekildi.90 saniye boyunca sürekli zıplamaya alıştığı için değildi bu zıplayışla köşeye çekiliş.Çıplak ayaklı Ken’in ayaklarının altı öğle vakti yapılan bu müsabakada sıcağı yiyen asfalttan mütevellit su toplamak üzereydi,bu nedenle zıplamaktaydı Sarı.

Karşılaşmadaki üçüncü gong sesi,dövüşün 2. round unu başlattı.Ama bu round un da diğerinden farkı yoktu.90 saniye yine zıplaya zıplaya kaçışlara,kovalamacalara ve yakalayamamacalara sahne oldu.Son gong sesi dövüşün berabere sona erdiğini ifade ediyordu.Bu son gong sesiyle birlikte Ryu çılgına kesti.Yarı gerçek yarı drav birkaç üstüne doğru atılma girişiminde bulundu.Çıkan kavgayı ayırmak uzun kol ve bacaklara sahip Dhalsim'e düştü.Dhalsim biri sinirli biri şaşkın iki rakibi uzuuun kollarıyla birbirlerinden yüzer metre uzağa sürdü.

Ryu’yu vatandaşı Honda adlı insan azmanı arkadaşı sakinleştirdi.Ken ise sessizce soyunma odasının yolunu tutmuşken yanına hemşerisi Guile geldi ve “What’s your problem asshole?” yani ‘Kardeş!Neden dövüşmedin yahu?Bir derdin varsa bak biz hemşeriyiz de hele bana!’ dedi.Ken ise “I guess I have a different bound with Ryu.Ayrıca Türkçe konuşalım lan böyle zor oluyor!” dedi.Guile da “Oldu lan” diyerek Türkçe konuştu.

Devam edecek…

16.06.2008

KİBRİTÇİ KIZIMSI MASALIMSI





Büyükçe bir ormanda,iki tane dans eden ayı yaşarmış.Bu iki ayı çok da iyi arkadaşlarmış.Birbirleri için yapmayacakları şey yokmuş.

İster aşk deyin bu ilişkinin şekline ister salt sevgi.Neyse ne...


Günün birinde ormanın içinden bir sirk geçmiş ve ayılardan bir tanesi (hadi bunun adı Ruby Fion olsun) sirkin büyüsüne kapılarak sirkin peşinden gitmiş.Diğer ayı ise (hadi bunun adı da Mool Olin olsun) dizleri parçalanana dek sürünmüş arkadaşının peşinden.Gitmemesi için sürüne sürüne dil dökmüş ama Ruby Fion onu dinlememiş.Sirk sahibiyle konuşmuş ve dans eden bir ayı olmanın verdiği ayrıcalıkla sirke kolayca kabul edilmiş.


Mool Olin sirklerden oldum olası korktuğu,o şatafatlı dünyanın sahteliğini tahmin edebildiği için gitmemiş Ruby Fion ile.O günden sonra da bir daha dans etmemiş.

Yıllar yılları kovalarken o da ölüme adım adım yaklaşmış.Yaşlı Mool Olin Ruby Fion suz geçen her yılın her gününün her saatinin her anında Ruby Fion un hayaliyle yaşamış.Hafızasından sirke katılış gününü silerek...


Ve bir gün yaşlı Mool Olin sirkin olduğu yere gidip Ruby Fion unu görmek istemiş.Çünkü artık kaybedecek birşeyi yokmuş.Sirk,Ruby Fion gibi onu da gösteri kadrosuna alsa dahi en fazla bir kaç ay içinde ölüp bu işkenceden kurtulacağını varsayıyormuş.

Ne yazık ki Mool Olin sirke gittiği gün beklediği gibi bir manzarayla karşılaşmamış.Ruby Fion gözyaşları içinde,olduğundan çok çok daha yaşlı bir görünümde samandan yatağı üzerinde yatmaktaymış.Ruby Fion,Mool'u görünce gözyaşları ikiye katlanmış.Mool Olin'in boynuna sarılarak sirke katılmasının büyük bir hata olduğunu,onu dinlememekle hayatını alt üst ettiğini dile getirmiş.Bu pişmanlık dolu cümleler de son cümleleri olmuş ve Ruby Fion ölmüş.


Ruby Fion un son nefesini verişi Mool Olin'in zaten az kalmış olan ömrünü de beraberinde alıp götürmüş ve Mool Olin Ruby Fion'dan hemen sonra uzun süre ayrı kaldığı arkadaşının peşinden sonsuzluğa koşmuş.


(sadece bir eskizden ibarettir...)

21.05.2008

ZAMANAMAZAMANAMAZ hahha!

Neyine söz?

-Neyine ?

--Osasuna!

Yeterince iste,fazla değil.Bir şeyi kırk defa söylersen olmaz!

Boku çıkar.

‘Yeter ademoğlu iki rekat sus da kafa dinleyelim!’ derler adama.Bir şeyi çok istemeyeceksin o yüzden.Hep fazlası zarar olmuştu,değişmez bundan kellay.

Geride mi kaldı yine gözün.Basit düşün.Hayatta ilk gördüğün şey ananın amı.Şimdi görsen.

Biliyorum olmaz.Zaten ben de gör demiyorum.Bu yüzden mi bakışların yerde yürüyorsun yıllar yılı?Utanıyor musun doğduğuna?Gördüğünle değil görmekte olduğunla yürü biraz bakalım.

Hatta bakmayalım,bu biraz ucu açık ‘should’ cümlesi gibi oldu. Ben sana ‘must’ öneriyorum:

Gördüğünü siktirtme bana görmekte olduğunla yürü yoksa kırarım kafatasını!

Kafada sini!

Kafanda sini varmışçasına dik yürü.Omuzlar geride,göğüs çıkık,bakışlar ileriye doğru.İçinde bulunduğun vaziyetin imkan ve şeraitlerini düşünme bir kez olsun.Muhtaç olduğun kudret damarlarında akan kırmızı renkli sıvıda mevcut.

-Emre Güçdemir???

-Mevcut!

Kısa bir de öneri:Ömrü hayatında sessiz sakin adam olamadın.Yanına sokularak seni tanıyan kimileri ise sessiz oğlu sessiz dediler sana.

Sessiz Oğlu Sessiz İmparatonerliği!

Şu an içinden nasıl olmak geliyorsa öyle ol.Görüyorum konuşasın yok.Konuşma yemiyle ısrarla beslenmesine,yanına çift veya ayna alınmasına rağmen konuşmayan gerizekalı muhabbet kuşlarına mı özendin.O halde “Yıldızın parlasın!Sahne senin”

Rol değil demek!

Rol değil demek geçmişte yapılan ya da gelecekte yapılacak olan bir davranış silsilesinin rol olmadığı,gerçek olduğu anlamına gelir.

Sana sende başarılar yavrum.

Bana yavrum mu dedin?

Biliyorum bunların sonu da kaçış.Dönüş yolu gözetmekten bir oldum,gözüm elf gözü.Kedi misali yakını göremiyorum bu sefer de.

Hanım yakın lensimi getir.

Yakındaki lens değil yakını gösteren lens.

Bravo artık yakını görebiliyorsun.

Ve sanırım çok güzel birşey dikkatini çekti.Olmaz gözükür ama denemeye değer ha?

Deneme bir ki

Deneme bir ki

-Houston we have a problem

-Hallolacağına eminim Demir,bir idare et bakalım.

Hallo und çüs!

18.05.2008

Birşey gördüm,sevdim

"Göz gözü görmüyor"

Bu bir deyim yerine bir atasözü olmalı.Bakmadan görmeyi temsil eden kısacık bir atasözü.
"Kalp gözü görmüyor" a rastgelmedim bugüne kadar.Ama "Göz gözü görmüyor" mevcut.
Düşündüm düşündüm düşündüm,yetmedi bir de taşındım.Kararımı da verdim."Göz gözü görmüyor" bir deyim değil bir atasözüdür ve ne kadar da doğrudur.
Kafa önde-tek el burunda-diğer elde sigara-inceden de bir kambur=Görebildiğim yegane şey yerküre.Bir karış yukarısı görüş alanım dahilinde değil maalesef.Göz gözü görmüyor ama mühim değil,gördüm eminim.
Yaşasın gönül kapısı,kalp gözü,melez götü isimli programlar yapan samanyolu,kanal7 ve türevleri.Galiba size bir anlamda da olsa katılıyorum...
Çek çekebildiğin yere.
-ebilmek!

3.05.2008

Postmatürenin Prematüre Hayatı(Başlangıç)

Öyle bir güneş var ki tepede aldığı nefesten bezdiriyor insanı.Annem,babam ve kız kardeşimin mensubu olduğu çekirdek ailemle Serçe model arabamızda güneye akıyoruz.Antalaya'ya...
Arka koltukta oturan NY Yankees şapkalı,bir elinde beyzbol topu diğerinde beyzbol eldiveni olan;sarı saçlı mavi gözlü,az biraz çilli,şirin mi şirin bir çocuk olsun da onun hikayesini anlatayım size isterdim.Ama maalesef boynu kirden halkalarla dolmuş,yenik tırnakları olan,çırpı kollarını ve bacaklarını bir vücut geliştirme sporcusu edasıyla kasten avdet-i afişe maksatlı açıkta bırakan tam yerbezi yapmalık atlet ve şort giyen,üstünde moda sayılabilecek tek şey topuklarındaki ışıkları yanan spor ayakkabılar olan,kesintisiz bir halde sümüğü burun deliği-dudak arasında asılı duran benim hikayemi okuyacaksınız.Yıl 1993...

Arabada "Güneye giderken" değil,o zamanın popüler şarkısı "Nankör Kedi"çalıyor.Bense,altı senelik ömrümde acıların en katmerlilerini yaşamışım gibi uzaklara dalarak eşlik ediyorum şarkıya.Bir müddet sonraysa salya akıta akıta dalıyorum uykuya.
Czirrie de czirrie sesi uyandırıyor beni.Gözümü açtığımda ilk gördüğüm şey yapraklı dizaynıyla bozuk 2500 TL oluyor.Amcam gülerek parayla cama vuruyor .İniyorum arabadan,amcam beni kucağına alıyor.'Nasılsın?' sorusunu beklerken 'Kamışa su yürüdü mü?' yle karşılaşıyorum.Alık bir halde 'Pipet!' diyebiliyorum.Fırçamtrak bıyıkları arasından dudaklarını uzarıyor,şakaklarıma konduruyor busesini.Tükürükleri terime karışıyor.Kamp kapısındaki karşılama faslından sonra kalacağımız odaya gitmek üzere kampın içine geçiyoruz.İşte o anda ilk aşkım geçiyor bisikletiyle yanımdan.Bağıl hızdan umumiyetle tiksindiğim için hangi hızda geçip gittiğini çözemiyorum ama tüm detayıyla kazıyorum beynime bu güzelliği.
Ömrümde ilk defa midemde garip şeyler hissediyorum.Güzel gibi,değil gibi.Akşam yemeğinden sonra durduğum yerde duramıyorum;hep bir kıpırtı , bir titreme halindeyim.Aşkın etkisinden oluyor galiba diye düşünüp önemsemiyorum.Gerçeğiyse gece anlıyorum.Aşkın tetiklediğini sandığım tüm bu fonksiyonlar meğer ishal belirtisiymiş.Ankara-Antalya yolu boyunca incir-su ikilisini beraber tüketmemin sonucu götümden işiyorum sabaha dek.Ertesi gün de değişen birşey olmuyor maalesef.Tuvalet-Yatak odası arasında mekik dokuyarak geçiriyorum tüm günü.Sonraki gün ise iyileşiyorum ve atıyorum kendimi dışarı.Amacım ilk defa aşk denen olguyu hissetmeme sebep kızı bulmak.
Çok geçmeden de buluyorum.Sahilde,denizin sığ kısmında 'Heidi'li çocuk bikinisiyle çimiyor.Beni farketmesi için mal varlığımı olanca haşmetiyle sergileyen slip mayomla çopada çopada koşuyorum denize doğru.Tam yanından geçip bırakıyorum kendimi çelik gibi suya.
Kızı merkez alarak yarıçapı beş metre olan bir dairenin çapı üzerinde bir sağa bir sola kulaçlar atıyorum.Tam merkeze geldiğim sıralarda dalış denemeleri yapıyorum.Çapın uç noktalarında ağzımın yarısını suya sokup priuffu prriuu sesleri çıkarıyorum.Ama ne yaparsam yapayım bir türlü dikkatini çekemiyorum.
Ben suyun içinde maymun olmuşken babası geliyor,kızını alıp gidiyor.Bakakalıyorum ardından.Kafama yemiş olduğum güneşin haddi hesabı şaştığından yarı sütlaç modunda terkediyorum denizi.

Postmatürenin Prematüre Hayatı (devamı)

Akşam yemeğinde amacıma ulaşabiliyorum anca.Açık havada piyanist şantörümüz yemek müziği icra ededursun,biz de ordövrmüş,ara sıcakmış,ana sıcakmış ne gelirse 'günah olmasın' desturuyla tabağı sıyırana dek yiyoruz.İsmini dahi bilmediğim dilber ise iki yan masada ebeveynleriyle oturuyor.
Ne zaman ki yemek faslı bitiyor,insanlar tatlı ve meyve servisi öncesinde yemiş olduklarını yakma maksatlı atıyorlar kendilerini dans pistine.Ben de amcam tarafıdnan zorla kaldırılıyorum oynamaya.Fidayda eşliğinde mal mal el çırpıyorum.O sırada sol tarafımdan uzun ve hızlı bir halay üzerime doğru geliyor.Kçamıyorum.Ailemle arama sonu gözükmeyen bir halay giriyor.Bizimkilerle irtibat kuramıyorum.Rabbime bana yol gööstermesi için duacı bir halde kafamı kaldırıp yalvarıyorum.Bu sefer de disko topu giriyor araya.Rabbimle de irtibat kuramıyorum...
Arkama döndüğümde pistin orta yerinde mahsur kalmış ,benim gibi halay mağduru tahminen yaşıtım bir kızın poposu çarpıyor gözüme."Bari onunla irtibat kurmayı deneyeyim " diyerek yanına gidip eğiliyorum."Birşey mi düşürdün?" diye soruyorum.Kız doğruluyor,hakeza ben de öyle.Ve o poponun ilk aşkıma ait olduğunu öğreniyorum.Birşey düşürmediğini,sadece disko topundan yere vuran renkli ışıkları eli-ayağıyla tutmaya çalıştığını söylüyor.
"yar" diyip sineme sarmaya hazır olduğum kızın zeka özürlü olduğunu düşünemiyorum.Çocuğum çünkü,yetmezmiş gibi bir de aşığım.
Halay ortasında mahsur kaldığımız anlarda tanışıyoruz.Onun da benle aynı yaşta olduğunu,benim gibi Ankara'da oturduğunu ve yonca Evcimik'ten ölesiye tiksinirken Burak Kut'a derin bir sevgi ve saygı beslediğini öğreniyorum.Arkadaş oluyoruz.Halay dağılmaya başladığı sırada ertesi gün için sözleşerek ayrılıyoruz.

İki haftalık tatil boyunca 'yaz-buz'lar yazdırıyorum amcamın hesabına.Biri bana,diğeri ona.Arı Maya'nın ne kadar ulvi bir canlı olduğunu anlatıyoruz birbirimize.Öğlen sıcağında,herkesin güzellik uykusuna yattığı saatlerde ben,TRT 2'de rahmetli kıvırcık Bob Ross'un 'Resim Sevinci' programını izliyordum.İlk aşkıma hediye edebilmek için resim yapıyorum Bob'un öğütleri çerçevesinde.Yalnız işin kötü tarafı "Gel bak,şuradaki yalnız minik çalılığın harikulade gölgesinde oturalım","Hadi kumdan kalemizin yanına gizli,sessiz,şirin bir havuzcuk yapalım." şeklinde gay gay tümceler dökülüyor ağzımdan.
Bob Ross kanımda,kasıklarımda...


Her tatil biter.İnsan o iki haftayı hiç bitmeyecekmiş gibi yaşar ama biter işte.Onun tatili de bitiyordu.Sonraki gün Ankara'ya dönecekti.Bense Ankara'da da ifade edebileceğim duygularımı bekletemedim.Tatilinin son gecesinde dile geldim.
'Seni seviyorum' dedim,'Ben de...' dedi ama iki adım da uzaklaştı.
'Gel!' dedim,gelmedi.'Bari gitme..' dedim '..bundan daha fazla uzaklaşma benden"
Gitti!
Böylece normalinden çok erken bir şekilde çocukluğum bitti.

Bir daha kimse bu şekilde mantıksız,sebepsiz çıkıp gitmez hayatımdan sanıyordum.Yanılmışım.
Yirmibir yaşına geldiğimde karşımda duran kişiye 'Seni seviyorum' dedim, ' Ben de...' dedi ama bakışlarını uzaklara yönlendirdi,iki adım da uzaklaştı.
'Gel!' dedim,gelmedi. ' Bari gitme,bundan daha fazla uzaklaşma benden' dedim
Gitti!
Böylece de normalinden çok erken bir şekilde gençlik dönemim bitti.


SON

2.05.2008

seviyomusunuz beni?

final!kız alacaksan mutlaka fin al!
yazıyorum lakin atamıyorum buraya
"bekleyiş"ten bile güzel bir yazı geliyor haftaya?
ha ben yazdım buraya ama siz bekler misiniz yazıyı sabırsızlıkla?
hayır
peh,sen sağa pişir sen sağa yi!

3.04.2008

Yahülyahülyahülyahülyahül

Her Allahın günü aksatmaksızın aynı saatte,aynı yerde.Ona öyle bağlanmıştım ki kiracı olarak kaldığım bu evden nefret etmeme rağmen bir türlü taşınamıyordum.
Akşam üzeri 4 civarını bekleyerek geçiyordu günlerim.Adeta günün diğer saatlerini amacım olan 16:00 civarına varabilmek için araç olarak kullanıyordum
.Saat 16:00'a yakklaştığında ise ister fırında yemeğim olsun,ister kıta aşırı mesafeden akrabam gelmiş olsun,ister dünya yıkılsın hatta ve hatta bir oda dolusu dilber benle sevişmek için yalvarıyor olsun geçiyordum Camel Soft kokulu odamın penceresine,karşı apartmanın penceresini seyre dalıyordum.Ve o...Bazen umduğumdan erken bazen geç ama bir şekilde çıkıyordu ve arz-ı endam eyliyordu.
Dışarıda onun gibi binlercesi varken neden ona bağlandığımı ise anlamıyorum.İmkansızlığı gözüme gözüme sokması mı onu değerli kılıyordu?Bu uzak mesafeden göz rengini tam olarak tayin edemeyişim mi?Yoksa asaleti mi büyülüyordu Rabbimin bu aciz kulunu,beni...

Karşımızdaki pencereye ondan başka çok nadir olarak üniversite çağında,yirmili yaşlarda bir oğlan çıkmaktaydı.Belli başlı combovari hareketleri vardı.Tüm mahallenin pencerelerini ve sokağı kesip boşluğundan emin olduktan sonra burnunu karıştırması veya aşağıya balgam sarkıtması en pis iki combosu.Ek olarak,duş sonraları nice gelinlik çağda kızın aklını alma maksatlı belden aşağısına bornoz sarılı cam önüne geçişi de ayrı bir combosuydu.Ama asıl bu gençe özdeşleşen combo gölge oyunu combosuydu.Eleman gün aşırı otuzbire kendini vermekteydi.O kendini her türlü gözden ırak sanardı lakin coşkun sıvazlama seansları perdede adeta bir Karagöz-Hacivar oyunu edasıyla tüm mahalle tarafından ilgiyle ve beğenilerek takip edilirdi.
Bu genç adamdan gayrı da kimseyi görmedim zaten o pencerede.İkisi beraber yaşıyorlardı anlaşılan.En çok kanıma dokunan husus da buydu zati.Ölesiye kıskanıyordum bu masturbatör genci.Ama ya o?O asil,o güzel,o elde edilmesi imkansız yeteneklere sahipken nasıl da bu sivilceli ,belden aşağı temalı hayalgücü gelişmiş kimseyi ev arkadaşı yapardı?

Günlerden bir gün her zamanki gibi saat 16:00 sularında pencere önündeki yerimi aldım ve onu beklemeye başladım.
Bekledim,bekledim,bekledim...
Hiç bu kadar gecikmezdi."Evdeki abaza zorla sikiyor olmasın cancağızımı?" diye düşündüm.Sonra bu düşüncemi bastırdım,zira uzun tırnakları yardımıyla parça pinçik ederdi o herifi de izin vermezdi kendisine ilişmesine.
Saat 17:00'ye gelirken o pic çıktı cama."Hülyaaa!!!" şeklinde bir kaç tur haykırdı fazla kalabalık sayılmayan sokağa doğru.Adını da ilk defa işte o anda öğrendim.Gayet saf,gayet güzeldi.
Bu seslenişler üzerine çocuğun alt komşusu balkona çıktı.Vücudunu mümkün mertebe balkon sınırları dahilinde tutmasına rağmen başını çıkarabildiği kadar dışarı çıkararak ne olduğunu sordu gence.Oğlan panik içinde Hülya'nın kapıyı açık bulduğu bir anda evden kaçtığını anlattı,nasıl bulacağını bilmediğini ekledi.Alt komşu teyze "Siktiğiminin karı milleti.Heyvanı da aynı insanı da aynı,her mahlukatın kadını aynı.Aha burnumun sümüğü gibindir alayı.Koy götünye,tee Kırşehir'e atsan bilem haftasına gelir bulur evi.Arsız oluyolar ellaam." diyerek hem evde kalmış olmasının verdiği negatif elektriği tüm sokağa boca etti,hem de kendisi için uzak uzak diyarların Kırşehir'den ibaret olduğunu belli etti.Bir kadın hemcinslerine insan olsun hayvan olsun ancak bu kadar sallayabilirdi.
Bense bu detaya takılmadan önce Hülya'nın evde kilitli kalıyor olmasına takılmıştım,demek Hülya zorla hapsediliyordu o evin içinde.Genç adama karşı beslediğim kıskançlık duygusu yerini bütünüyle kine bıraktı.
Peki ya Hülya nereye gitmişti?En azından bu civarlardadır belki düşüncesiyle üzerime birşeyler giyip sokakta onu aramaya karar verdim.Herşeyim tamamdı bir tek pantolonum kalmıştı ki kapı çaldı."Geliyorum" diye avazım çıktığınca çemkirip üstümü giyme işlemini tamamladım.Odamdan antreye çıktım.Kapıya giderken pantulun fermuarını da kapadım.
Açmadan önce delikten baktım lakin kimse çarpmadı gözüme." Allah Allah?" nidasıyla açtım kapıyı.Göz hizamda kimseyi göremeyince acaba bir paket mi bırakıldı diyerek bakışlarımı eşiğe çevirdim.Çevirmemle birlikte onu gördüm.Hülyam eşiğimde duruyordu.Sevinçten mal olup ağlamaya başladım,bu sırada Hülya içeri girmiş bacaklarımı okşuyordu.
"Hoşgeldin" dedim,kocaman kocaman gözlerini yüzüme çevirip gülümsedi.Maviydiler...
"Yıllardır bekliyorum,niye bu güne dek beklettin?" dedim fakat cevap vermeksizin kucağıma oturdu ve titremeye başladı.
"Benim olmak mı istiyorsun?Ol o zaman,ama önce bekle de şu üzerimdekileri bir çıkartayım.Hem ben gelene kadar sen de bir rahatlar.Korkma artık benim olacaksın" diyip kucağımdan indirdim onu nazikçe ve üzerimi değiştirmeye yatak odama gittim.Salona döndüğümde o büyüleyici ,o bana imkansız gelen halini almıştı:Yere oturmuş,tek bacağını başının arkasına kaldırmış poposunu ve bızırını yalayarak temizliyordu.Bu hareket yakından daha bir süper geldi gözüme.Bitirene kadar ses etmedim,kıpırdamadan izledim.Bittiğinde ise "Gel" dedim "süt vereyim sana".Mutluydu,keyifle "Miyav" diyerek düştü peşime.Artık benimdi.
O günden kelli bir daha akşam üzeri saat 16:00'ı beklememe gerek kalmadı,evden de taşındık.Hülya , ben ve Hülya'nın kumu mutlu mesut bir hayat sürdük...

11.03.2008

Usame ile Beş Çayı

Gökdelenler mi?
Peh!!!
Popolar yükselerek arşa değme raddesine gelmiş durumdalar artık.Bir kır evi olarak ölesiye korkuyorum devasa,yüksek popolardan.Gökdelenlerden beter hepsi.
Sanki her an içlerinden biri üzerime oturacakmış gibime geliyor son zamanlarda.
Ben çatımı yıktırıp teras çıkmaya korkarken insanlar nasıl diktiler bu koca popoları semaya dek,hemen yanı başımda?
Ne tarz bir özgüvenin ürünü bu?

* * *

-Alo!Usame bin Ladin’le mi görüşüyorum?Dokuz yüz doksan dokuz ladin?Farkmaz şeker!Ülkemiz ladin cenneti çok şükür,eksiğini tamamlarım ben.
Böyle lafı dolandırmaya gerek yok ben direk mevzuya girmek istiyorum izninle Usameciğim:
Ben bir kır eviyim.Minik,şirin fazla yer kaplamayan;kendi içimde mutlu,kendi içimde huzurlu bir kır eviyim…
Aslını istersen eviyDİM!!!
Sağıma soluma devyarasa popolar dikildi ben farkına varmadan,varamadan.Çirkin görünüşlerine bakmaksızın beni ezmeye çalışıyorlar.
Demem o ki senin elin yatkın bu yıkım işlerine.Eğer senin için maddi-manevi ağır bir külfet gerektirmeyecekse bu göz,kulak,sinir,zihin sağlığımı sikip atan popolara uçaklarla girebilir misin sana zahmet?
Tamam anlaştık o halde.Uçaklar Semih Hava Yolları tarafından temin edilecek.
Mübarek sakalından öpüyorum!Çaav!!!


Nerede uzattın o mübarek sakalı
Nasıl bombaladın Amerikayı
Usame Baba bize kıyak yapsana
Kalkık popoları bombalasana!

Siyah beyaz güm güm güm
Bombalasi bombalasi bom bom bom

Different Kind of Breathin’

Green rubber heart
Makes you look ugly a lot
Try to adopt meat
Trust me it doesn’t
hurt
Hold my hand tightly without think about cosmos

Just focus on the man stands near you who has lost

...In you.


You’re more pretty with this bear kid
We’re not responsible for what we did
Come on

Let's enter the myth

Choose a goddess to be
And as husband can you please add me?
A pisces
With

A pisces

Welcome to celebrity death match

First you run,i’ll catch

Then we’ll do reverse act

Do you understand?

I’m sorry

There is no need
to worry

Forget your victory

War is stil going on

In this war

Indie’s war

We don't have a winner

Neighter do a looser

If you say “I love you”

Also say “Goodbye” to a world of prostitue

Come on

Come in
Come in to my little,red heart

7.03.2008

Spirit Desire

Artık uyanmalısın balık boğuluyor
Maytların sesleriyle orman ağlıyor
Denge!


İki kanat bir kuyruk bir gagam olsa
Tapirler kralıyım,gerek yok buna
Denge!

Ayaksız yürümeyi dene
Kalbin çıksın öl bir an önce.

Umrunda değil
Hiç de olmadı.
Delinin teki
Zamir kolaydı
Delinin teki delinin teki
Sen hep balık sat,ben izliyorum
Balık satarken bile güzel.

Korkma
Korkma
Birkaç adım daha
İster hızlı
İster yavaş
Sen bilirsin

Dünya!Senin olsun
Bu boyut kekremsi
Maymunlardan feyz al
Hem zeki hem seksi
Demirden dudaklar
Pas tutmuş,acıyor
Biraz gül biraz öl
Ama ölmeden sev
Diz çöküyorum
Diz çöküyorum ben

10.02.2008

Masalüstü Masal (minik giriş paylaşımı)

Daha önce sadece fotoğraflarda görebildiğiniz bir yeşil hayal edin…Daha önce burnunuzun rast gelmediği bir kokunun kaynağı olan bir yeşillik.Aklınıza sizi en huzurlu kılan şeyi getirin ve emin olun Carl’ın içinde yaşamakta olduğu yeşil fon ondan binlerce defa daha huzurlu.Yeşilliğin arasından,tenimizden çıkan tüyler gibi göğe yükselen,tanrılardan bile yaşlı ağaçlar çıkmakta.Carl’ın ahşap evinin ihtiyacı olan gölgenin sahibi bu ormanın yaşlı sahipleri.Eve en yakın ağaç aynı zamanda civardaki en yaşlı,gövdesi en kalın ağaç.Bu ağacın gövdesinin dibinde Carl’ın açmış olduğu oyuğu kendine ev belleyen Mr. Boleshaw yaşıyor.Mr. Boleshaw bir golden retriever.Sarı tüylerinin parlaklığı görülmeye değer,neredeyse bir insan kadar akıllı olan Mr. Boleshaw Carl’ın tek dostu.Carl’ın beklemeye değer bir şeyi olmasına rağmen Mr. Boleshaw’ın neden hiçbir insanın,hatta hayvanın bile yaşamaya değer görmediği bu yerde kaldığı ise büyük bir soru işareti.

Sokakta yanınızdan geçen herhangi birinden farklı değil Carl.Gözünüz onu fark ettikten sonra bir daha dönüp bakma isteği duymuyor bu silik adama karşı.Göğüs kafesinin ortasındaki çöküklüğe dek uzanan kumral sakalları ve fazlasıyla kırışmış olan alnı kendisini tasvir etmek için kullanabileceğiniz ilk özellikler.