23.02.2014

CLAP ALONG

Neler yazıyordum ben böyle? Her yazar gibi verem olacağım günü dört gözle beklerken aptallaşarak ölmek de nereden çıkmıştı. Son yazımın iskeletini oluşturmak için karalamalar yaptığım kağıdı bir kez daha aldım elime ve okudum:

"...Tamam yol güzel, yolculuk güzel, Müjgan güzel. Güzel olmasına güzel de herşey. Ya Müjgan kitlerse ses tellerini, tek laf etmezse bana atomik floresans spektrometresinde 1 ppb'lik standartların okumasını gayet güzel yapabildim. Yine de 200 ppt gördüğünü söylüyor Ali abi. Ama software üzerinden yapılan kalibrasyonda sistemin kabul ettiği minimum konsantrasyon 500 ppt. Müşteri manuele bakıp, vaad edilen 10 ppt'leri 100 ppt'leri görmek istediği takdirde ne yapacağım?.."


Piii diye yüzümü ekşittim. Açık seçik, iş hayatım yüzünden diğer yeteneklerim körelmeye başlamıştı. Aklım fikrim işteydi. Kendimi dinleyip ortaya bir hikaye çıkardığım şu dakikalarıma bile girmeye başlamıştı hafta içlerine sığmak bilmeyen, bir türlü bitmek bilmeyen işler. Aslında bunu bir yıl önce anlamalıydım. Probis'i ağzıma bütün sokup sokamayacağım hakkında girdiğim iddiada yenildiğimde suçu Probis'lerin üzerinde ArGe yapan, canım bisküvinin boyutlarını değiştiren gıda mühendislerinde aramıştım. Şimdi anlıyorum ki Probis hala aynı Probis. Çapı da değişmedi.

Ben değişiyorum.

Son altı aydır, hafta içi mesai bittiğinde Çakmaktaş misali 'Yaba Daba Duuu' nidasıyla eve yol almak yerine oturup iş hakkında muhabbet etmeye devam ediyorum. Bazen yarım saatlik sohbetler, bazen iki-üç saatlik...


Beni bilirsin, çabuk parlar tez sönerim. Hemen o anda karar verdim. Haftada bir gün de olsa benim, bana ait olan bir günüm olacaktı. Haftanın günlerini bir bir düşünüp kıyasladığında en uygunu Pazar gibi gözüküyordu. Uzanmakta olduğum yatakta kafamı sola çevirip takvimi kontrol ettim ve maalesef bu şapşahane kararı aldığım gün de Pazar'dı. Gitti cıncık gibi sabahım, öğlenim, neyse gün bitmedi daha yaşasan yaşanır dedikten sonra hemen kafamı işten güçten boşaltıp kendi günüme geçmek için yataktan kalktım.

Doğruca banyoya gidip sıçtım. Sonra yıkandım. Koşarak salona geçip Nergis'i okşadım, Nergis'le konuştum biraz. Konuşmanın sonlarına doğru Nergis'in saksısını değiştirmek için aldığım toprak geldi aklıma. Hemencecik Nergis'i yeni evine taşıdım. Oyuncak vitrinimde yolunda gitmeyen bir şeyler var mı diye kontrol ettim. İyi  ki de etmişim. Misafirlerden biri yine Batman'in düşmanlarına doğru duruş açısını değiştirmiş. Robin, düşmanlara karşı gözü kara şekilde dururken Batman efendi dönmüş yüzünü salonu izliyor. Olmaz efendim, olamaz. Salondan çıkarken orada işimin bitip bitmediğini kontrol etme maksatlı giriş kapısının eşiğinden dönüp içerideki eşyalara bir göz attım. Ulan bu koltuğa da para verdik, götümün yüzünü görmüşlüğü yok diye düşünüp geri salona girdim. Kırmızı tekli koltuğuma oturdum. İndim halıda yuvarlandım. Duvardaki tablolara 'Hmmm hmmm' diye ünlemleyerek bakındım. Haftada bir bunu tekrarlasam parasını hak eder bu möbleler de, iyi düşündüm diyip kendimi kendime övdüm. İşte şimdi salonla işim bitmişti.


Salondan antreye çıkar çıkmaz yerde duran kedi mamasına takıldı gözüm. Yaklaşık 15 gün önce aldığım ama bir türlü fırsat bulup da sokaktaki kedilere dağıtamadığım mama... Üstümü değiştirmekle vakit harcamadan bir koşu aşağıya indim ve pisi pisi diye bağırarak mahalle kedilerini yanıma davet ettim. Ne gariptir ki neredeyse kediden asfaltın görünmediği sokağımdaki kedilerin hiç biri iştirak etmemişti bu davetime. Amerikalı dostum Phil'in kedileri çağırma şekli olan 'Pusi pusi pusiiiii' diye bağırdım. Hangisi gelse kabulümdü. Fakat ne kedi ne de pusi gelmişti. Apartmanın giriş merdivenlerinden üç tanesini inip kafamı sokağa çevirmemle beraber bir köpek çetesinin beni fark etmesi bir oldu. Donuk bir şekilde durarak dikkatlerini benden çekmelerini bekledim. Fakat hepsi bakışlarını üzerime mıhlamış, adeta beni tartıyorlardı. Ses çıkarmadan çömelmeye çalışırken içlerinden bir tanesi vof diye vofladı. Voflamanın ardından hepsi üzerime doğru koşmaya başladı. Yarrağı yemiştim. Sokağa doğru mu yoksa apartmana doğru mu kaçsam ikileminden birkaç milisaniyede kurtulup apartmana doğru yöneldim. Kapı kapanmıştı. Cebimden anahtarı hızlıca çıkartıp kilide soktum, kapıyı açtım, içeri girdim ve buzlu camın arkasında şimdi emin olmadan söylesem de üç köpeğin patilerini gördüm. Köpek başına 250 gram kaba et bırakacak olsam benden geriye bir şey kalmayacaktı. Ucuz yırtmıştım. Sokak köpeklerine selam vermek adam olmaya çeyrek var demekti ustaya göre ama ben yapamıyordum işte. Sahipli köpekte değil de yalnız sokak köpeği derdim. 'Baba! Tut da seveyim..' diyen gerizekalı çocuklardan farkım yok konu sokak köpeği olunca. Demek ki henüz çeyrekten fazla var adam olmaya...


Tırıs tırıs yukarı çıktım. Odama geçip 'Ulan manzaralı evim var diyorum, haftada bir iki ya bakıyorum ya bakmıyorum şu canım güzelliğe.' diyerek camı açtım ve boğaz manzaramı seyre koyuldum. Apartmanın bahçesinde toplanmış kedileri de işte bu manzaraya doyum esnasında farkettim. Hemen kapıya bıraktığım kedi mamasını aldım ve çocukluğumda taso ve futbolcu kartlarında yaptığım gibi kedi mamasını kapış kapış yaptım. Doydu garibanlar. Sevindim. Çok kısa sürede çok şey yapmıştım. Uzun zamandır olmadığı kadar da mutluydum.


Telefonum çaldı. Arayanın o olmadığını bildiğim için açmadım. En sevdiğim şarkıları düşündüm. En sevebileceği şarkıları düşündüm. Bir liste hazırladım bilgisayar başında. Uyumak için uygun gördüğüm saate henüz dört buçuk saatim vardı. Ve dört buçuk güzel müzikli saat hazırlamıştım kendime. Konyağımı açtım. Konyak bardağım olmadığı için pet bardağa koydum canım meşrubatı. Sigara çektim çıkardım paketten bir tane, paketi de bir uzanmalık mesafeme aldım ki hiç yerimden kalkmadan sonlansın bu gün. Kağıt kalem hazırladım yanı başıma ve bir kitap çekip çıkardım kütüphanemden, daha önce imkan bulup da okuyamadığım.

İki yıldır kendime ait bir günüm olmamıştı. İlk kendi günümü memnuniyetten salyalar saçarak bitirdim. Gün sonunda elimde yeni evinde bir Nergis, karınları doymuş bir sürü kedi, güzel notalara doymuş biri kepçe diğer normal iki kulak, bir adet sıfır kelimelerle O'na yazılmış yazı ve yeni öğrenilmiş bir kitap vardı.

Yalnızdım ama mutluydum.

Pide kutusunun üzerindeki "Afiyet Olsun" yazısına teşekkürler dedim, elektrikli battaniye üzerindeki "İyi geceler" yazısına sana da dedim.

Sana da..

Edit: Soundtrack Pharell Williams. Şarkının 24 saatlik bir başka klibi daha var (24 saatlik ilk müzik videosu). Merak eden buraya--> http://24hoursofhappy.com/
İkinci soundtrack de küçük olduğum zamanlardan. Güzel zamanlardan




9.02.2014

Bu Sefer

Yenilmek, kaybetmek hiç umurumda değil. Yenilmekten, kaybetmekten insan doğası gereği nefret ediyorum ama yenilirken-kaybederken yaptıklarım çok daha mühim benim için.
Beşiktaşlılık da var serde.
Ya benim yapım, genlerim buydu ve ben buna uyan Beşiktaş'ı seçtim. Ya da Beşiktaş'ı seçtim ve körle yatan misali şaşı olup kalktım, Beşiktaş'a benzedim gün be gün.


Fazla uzun bir yaşam dilimini geride bırakmadım henüz. Ama şahitlerim var ki çok görkemli kaybedişler sığdırdım geçtiğim yirmi altı seneye. Her kaybedişimde de bir öncekinden daha fazla çırpındım. Kayıbım sonrası daha bir güzel gülümseme oturdu sevimsiz ağzıma.

Son kayıplarım ailemin iki büyüğü oldu. Ardından da işimle ilgili bir hususta güzel kaybettim. Aile büyüklerim konusunda içim rahat, onlarla buluşacağım günü bekleyebiliyorum yüzümde gülümsemeyle. Sevdim, sevildim. Küçüklüğümün gerektirdiği şeyleri layıkıyla yerine getirdim. Yani kaybettim ama lezzetli kaybettim. İş konusunda ise çok çok uzun bir müsabaka içindeydim. O kadar uzun ki, kaybetmem gereken başka şeylere vakit ayırıp da ağız tadıyla kaybedemedim. Fakat bu sefer değişik bir şey oldu ve her zamankinin aksine mücadele bitip de kafamı skorborda çevirdiğimde bir parçası olduğum tarafın kazandığını gördüm (in the tabelaeae). Ne güzel kaybetmiştim oysa. Her şeyi denemiş, her olasılığı kurcalamıştım ama kendimi mağlubiyetten çekip alamamıştım. Ne olduysa olmuş, tabelaya üstünlüğümüz hakim olmuştu. 

Alışmamış götte don durmuyor. Takımın galibiyetindense bireysel hüsranıma odaklanıp ızdırabımı yaşıyorum misler gibi. İki duble viski içtim takımımın kutlamasında. Kendi mağlubiyet kutlamamda ise yalnızca bir paket sigarayla birkaç şişe bira sığdırdım keyfî sabahlamama. 

Kayba, kaybedene, kaybedişe bunca methiye düzdükten sonra çok abes duracağını bile bile, tükürdüğümü yalamaktan nefret etmeme rağmen utana sıkıla söylemek zorunda olsam da söylemeliyim ki bu sefer kazanmak istediğim bir mefhum var. Kaybetmek elimde, istesem on dakika içinde görkemli bir şekilde kaybederim zaten ama dedim ya "Bu sefer...". 

Tek tesellim Baba Hakkı, Süleyman Seba, Vedat Okyar, Rıza Çalımbay gibi büyüklerimin yolundan sapmadan, güzel kaybettiği gibi güzel de kazanan Beşiktaş gibi  kazanma mücadelemi veriyor olmam. Hayat yahut memat gibi iki mühim hadise dahi olsa verdiğim mücadelenin ucunun çıkacağı sonuçlar, şerefimle oynayıp hakkıyla kazanayım istiyorum.

Edit: Soundtrack ->

2.02.2014

Yiğido Yaşam Koçluğu Ltd. Şti.

Uyandım. Yatağın sol tarafından ayaklarımı uzatıp bir süre oturarak bekledim. Mesanem doluydu. Ayağım yere değer değmez soğuktan irkildim. 'Ördek olsaydı keşke be, şimdi ne güzel, ılık ılık içeri gitmeme gerek kalmadan işerdim.' diye düşündüm. Sonra vazgeçtim. 27 yaşında ördeğe özenmeye başlarsam en geç önümüzdeki sene peynir över, domates över, eski bayram över hale gelirdim. En güzel çiş gidip tuvalete yapılandır dedim ve banyoya gittim. Az önceki düşüncelerime tamamen tezat olacak şekilde, adeta bir dede gibi aşırı gürültülü bir şekilde şorlatarak kuburun ortasına ortasına ver ettim idrarı. Bu çalışmam işe yaramıştı. Döndüğümde uyandığını gördüm. Yatağın sağına dolaşıp perdeyi açtım. Gün ışığı Batman çağrısının göğü aydınlattığı gibi aydınlattı yüzünü. 'Günaydın' dedi. 'Irzını siktiminin gezegeninde dengelerin amına koyduk modern olucaz, uzaya çıkıcaz diye. Yine yağmur yok.' dedim. 'Çok romantiksin.' diye beni bana övdü. 'Yıkanacak, içecek su bulamıycaz, sen daha yağmur altında el ele yürüme düşünüyorsun tamblır kızı. Yok öyle dünya. Benim vücudumun üçte ikisi su. Romantizm ise belden aşağımın bir oyunu zaman zaman. Hangisi daha mühim? Bu kış yumuşak geçiyor. Yazın yarrağı yedik, benden söylemesi.' dedim ve bilgisayarı açıp başına geçtim. 


Odada o hariç her ne varsa ilgileniyordum da bir onunla ilgilenmiyordum. Ama güya erkekler anlayışsız. Devrilmiş yatmaya devam ediyordu yatağımda. Anla işte, git. Gitsene be kadın.

'Kahvaltıya gidelim mi?' diye sordu, 'Kahvaltıya git!' dedim. 'Bir şeyler yapar mıyız öğleden sonra?' dedi, 'Bir şeyler yap öğleden sonra.' dedim. 'Soğuk davranıyorsun.' dedi, cevap vermedim. 'Gidiyorum. Beni bir daha arama hayvan herif!' dedi, 'Selametle.' dedim. Ararsam da ellerim kopsundu.

Kapıyı ayı gibi çarparak gitti. Hayır yani bir şey yapacaksan bana yap. Ne istiyorsun ahşap, ağzı var dili yok kapıdan. İlla klip tadında çıkılacak evden. Dizilerde, filmlerde öyle görüldü tabi. Ulan ben kira veriyorum buraya. Bir müteahhit yapmış. Birisi gelip 'Alayım da kiraya veririm. Gelen kirayı bankanın kredi borcuna veririm. Yatırım olur hem.' demiş. Ben gidip emlakçıdan bulup tutmuşum. İnşaat işçilerinin 2 vardiya, güneşin alnında cayır cayır terleyerek binbir emek yaptığı şu yapıyı ne büyütüyoruz gözümüzde. Ev lan. Kapısı, camı, tuvaleti, gider boruları var. Şimdi camı sert çarpsan götün yemez, kırılır falan kesilir haftada bir kıllarını aldırdığın kolların. Başına iş çıkmasın. Gider borusundan ses çıkarmayı beceremezsin. Evde fırlatabileceğin vazo, şamdan ot bok da yok. Ha biliyorsun figürlerimden bir tanesini alıp yere göğe attığın takdirde tüm galaksiyi seferber edip intikamımı almaya kalkışacağımı. Elinde bir tek ne var? Kapı. Çarp tabi ya. Senin kapın değil ne de olsa. Yine de ben bir gram etkilenmedim. Ama aile apartmanı arkadaşım burası. Hastası var, çocuğu olan var, gececisi var. Ayıp.

Kot pantolon altına parmak arası giyen yaşam koçunu dinlemeyin
Telefonumu aradım. Bulunca da telefonla yaşam koçumu aradım. Alo diyerek açtı telefonu. 'Was machst du?' dedim. Hemen anladı dün gecenin olaylı olduğunu. Ne zaman bir pisliğe karışsam bildiğim üç-dört Almanca cümleyle giriyordum onunla olan konuşmama. 'Bu sefer kim?' dedi. Güldüm. 'Post mortem'le niye ilgileniyorsun ki? Sana beni Müjgan'a odakla diye şarap alıyorum ben. Ne kadar başarısızsın. Sivas'ın yüz karası!' diyerek aşağıladım elemanımı. Pazar sabahına mobbing'le uyandırdım yiğidomu. 'Gerizekalı, çık gel çabuk, kahvaltı yapalım. Yeter Müjgan'ın ardından düştüğün. Bu sabah bu işi bitiriyoruz.' dedi. 

'Çimen?' dedim.
'Çimen!' dedi.
'Çimen?' diye tekrarladım.
'Gerizekalı. Ben de onu diyorum işte.' dedi.
'Yiğidom ya, Maradona'dan sonra en on numara sensin.' dedim gülerek.
'Gerizekalısın.' dedi.

Haklıydı.

Edit:  Klip, yazıyla uyum içinde "Calvin Harris'ten Bounce"