27.02.2011

Ağlayarak Açıldım

Bazen hüzünlenirim ağlarım.
Hele ayna karşısında ağlayabilirsem tadından yenmez bu bebek
Adeta bir tiyatrocu gibi
Misal Zuhal Olcay, Yıldız Kenter mesela,
Bir de inceden makyajımı siliyor olsam o anda
Uff bebek
Bulutlara çıkardım


Fazla ağlamam ama.
Bilirsin ağlayan erkek hakkındaki düşüncemi:
Ağlak, duygusal adam homoseksüelliğe yatkındır derim.
Homofobik diye yaftalama kaytan bıyıklını.
Ya da yaftala istersen,
Kaç yaşına gelmişsin ben ne hakla karışırım yapacağın işe.

C'mon c'mon c'mon! I wanna count the hands!

Neden ağlıyorsun diye sormadın,
Seni gidi işveli, bencil, pedofilisever kadın.

Babamı anlattım mı hiç sana.
Gözlerin parlamasın hemen dudu dillim babamla aranızı yapmaya niyetim yok
Hem babamda pedofili de yok.
Bana ağlamamayı babam öğretti
Her şımarıkça ağlayışımda derdi ki bana:
GEL AĞZINA VURAYIM DA AĞLAMAYA SEBEBİN OLSUN!!!
Söyle çıtır kızım, söyle orantısız göğüslüm,
Nasıl ağlayayım hönküre hönküre şimdi?

C'mon c'mon c'mon! I wanna count the hands!

Neden ağlıyorsun diye sormadın,
Seni gidi işveli, bencil, pedofilisever kadın.


(Herşey örovizyonda birincilik için. Bir kere de benim kapımı çalın namussuzlar. Araya "İngilizce de bilir bizim memleket" mealinde ingilizce ünlemler de yerleştirip muhteşem bi anadolu rok şarkısı yapmıştım halbüse. Kısmet değilmiş, e napayım ben de: önce Ayna'ya veya Murat Göğebakan'a veririm parçamı, sonra da ısrar eder Fantezi Müziğin Prensi BAHA'ya cover'lattırırım şaheserimi.
Uff berberde traş olurken kendi yaptığım şarkının Kral'da çıkacak olması, benim onu berbere övecek olmam... Bunlar minik mutluluk kaynaklarım lan!)

7.02.2011

Ben Sensiz Oscar'a Düşmanım Sanal Bebeğim

Dün dost meclisinde lafı geçende, aklıma düştü tek kısa filmim. Açtım izledim yeniden, hissiyattan hissiyata sürüklendim. Film bittiğinde her abartıyı seven Türk sinema izleyicisi gibi kalkıp aval aval ekranı alkışladım tiyatrocu alkışlar misali. Arada yabancı 'Aferin'i olan 'Bravo' şeklinde haykırışlar da ekledim, süper gibi oldu.

<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>

Telefon çaldı gecenin kör vakti. Aha biri benden hoşlandı, kesin bi kız arıyor, davudi sesimi kulaklarına doyasıya çektikten sonra ses vermeden kapayacak diye sevim sevim sevindim. Gelin görün ki telefonun diğer ucundaki ses kahvehane amcası hırıltısıyla konuşuyordu. Hırıltıdan 'Alo' bile diyememiş 'heallo' gibi bişeyler zırvalamıştı. Dedim 'Buyur dayım' . Amca Türk değilmiş meğer, bildiğimiz hello diyormuş hellokitty. Beni uykumdan ettiği için bir sinirle, yaşını başını unutup ben buna İngiliz aksanını vere vere bir azar kaydım mı? "Vay bu vakitte aranır mı, vay ocağın sönsün, sevil de sevme ağlama ağlat ..." vs her türlü isyan ve azar kalıbını döktüm dayıyma. Sevil de sevme biraz nasihat ve olumlu bir temenni ama kaynadı o da arada. Bu dayım Akademi'nin genel sekreteriymiş, well mel diye cümlesine başladı, yeri geldi congratulations dedi, ara sıra da öksürükle karışık güldü, gülüştük.

Efenim bugüne bugün Kpds'den kemiksiz 75 almış adamım, denileni anlıyorum fakat konuşamıyorum.25 puanım buradan gitti sanırım. Yani demem o ki, ingilizcem de var hazır, anlaştık dayıyla, baştaki tartışmamızı bitirdik.


Adı Ernest'mış.
Zaten adı ağız doldurmayan, sesi hırıltılı olmayan insanları çaycı bile yapmıyolar bu Akademi'de yeğen falan dedi işte. Laf kalabalığı yapmayayım. Bu beni Amerika'ya çağırdı. Karılı kızlı ortamı varsa gelirim dedim, ek olarak altımızda araba olup olmayacağını sordum; Work n Travel'la haziranda orada olabileceğimi söyledim. Yok! Olmazmış! İlla martta orada olacakmışım. "Kedi miyiz oğlum ne acelen var mart diye tutturuyosun?" dedim (Evet Ernest la bildiğiniz panpa olduk 5 dakikada,ilişkilerimiz kuvvetlensin diye kız alıp kız vericez birbirimize).

Birkaç dakika içinde işin aslını öğrendim. Bunlar benim yazıp yönettiğim Cümle Hırsızlığı filmine bayılmışlar. Benim filmime benzer 4 filme daha bayılmışlar. Bunların arasından seçim yapıp beş filmden birine ödül verceklermiş. 'Ne öldül peki? Ev mi araba mı? Kanuni motosiklet mi? Uğur derin dondurucu mu?Ne yani?' diye merakımı giderme maksatlı sordum. "Para var, altın heykel var, kadın ödül takdimcisini bedavaya öpebiliyosun, çıkışta yemek var, varoğlu var canımın içi" diyerek saydı da saydı. Daha önce Amerika'ya gitmemiş olduğum için içim bi havalandı, sonra "Ya ödül alamazsam lan? Kek gibi gel dediler gidiyorum, dökücem paraları da bisürü" düşüncesi sardı dört bir yanımı. Harcırahımı Akademi'nin ödemesi konusunda anlaştık.


'Tören mören dedin sen,var mı bi kılık kıyafet şartı Örnim? Şeyden ötürü soruyorum: Burada orduevinde düğün müğün olduğunda el emeği göz nuru bıyıklarımı kestiriyolar,bıyık kesilecekse gelmeyeyim hiç, Harry Potter ekibinin arasına oturtursunuz beni bıyıksız görseniz ' dedim. Örni küçük enişte misali çıkışlar içerisine girdi, 'Bi tek frak mıdır takım elbise midir emin değilim ondan giymen önemli. Hem senin saçına sakalına burada kim dokunuyor kardeşim, kim dokunabiliyor? Sen benim yeğenimsin, benim yeğenime kim dokunabilir Demooo!' diye sinirlenerek kılık kıyafet ve saç sakal normlarına çaıklık getirdi Örni dayım.

Örni'yle önce iki düşmandık sonra dayı yeğen olmuştuk ve ben bu telefon konuşmasının uzaması dahilinde Örni'nin bana çıkma teklif etmesinden korkuyordum. Ellerinden öptüğümü, bi isteği bi siparişi olucaksa aramasını ama orada,amerikada saat öğlen 12-1 civarlarında aramasını yoksa uykumu zikebileceğini söyledim ve telefonu kapadım.


BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU

Yürü Güneşe

Elimden tuttu. 'Hani ilkbaharda gidecektik, soğuk değil mi?' dedi. Yüzüne bakamadım. Çirkin, gudubet birşey olduğundan değil; utandığımdan, verecek cevap bulamadığımdan döndürmedim yüzümü ondan tarafa. 'Ben Beşiktaş'ı çok özledim lan!' dedim sadece odasındaki İbrahim Üzülmez posterine bakarak. Daha önce hangi maçlara gittiğimi sordu. Teker teker saydım.

O'nun için işten ayrılmıştım. Öyle fazla seviyordum ki O'nu sırf iki gram fazla göreyim diye bastım istifayı. Zaman derdi yok, gece-gündüz ayrımımız yok. Oturdum saydım gittiğim maçları, anlattım her bir detayını üşenmeden. Kimlerle gittim, neler yaptım, ne şarkılar söyledim, neler izledim...Herşeyi anlattım, saatlerce. Gözleri parıl parıl izledi durdu beni. 'Forma da alacak mısın bana?' dedi. 'Kimlere ne atkılar ne formalar sebil ettik, sen iste kulübü üzerine yapayım' dedim. O minicik dimağıyla 'Olmaz, Halkın Takımı Beşiktaş!' dedi. Güldüm. Fazla samimi gülmemişimdir ömrüm boyunca yeh yeh diye bi gülüşüm var zaten. Onun tek cümlelik tiradına samimi güldüm. Sessiz. O görmedi ama. Bedeni olmasa da göz kapakları uykuya yenik düşmüştü. Ben artık uyudu sanıp odasından çıkarken 'Demir!..' dedi '... cennette Beşiktaş olacak di mi? Guti, Feyyaz, Metin, Rıza falan hep olcak orda di mi?'

'Gittiğimizde kapıdan girmeden sorarız. Yoklarsa çıkarız' diye söz verdim.



Odasından çıktığımda ağlamaya başladım. Karla karışık yağmur misali, isyanla karışık hıçkıra hıçkıra ağladım. Uyanmasın diye balkona çıktım, 8 yıldır yol arkadaşımdı O. 8 yıl önce bırakmıştım sigarayı da. Sinirlerim bozuldu, dayanamadım yeniden başladım merete bir ay kadar önce. İnsanın tek dayanağı gidince tanıdık en yakın dayanak olarak sigarayı mı görüyordur nedir bilmem.

Bir hafta sonrası

İnsanız bi yerde, üzülüyoruz seviniyoruz, oluyor bunlar yani. Ben neden sevindiğimi hiç düşünmedim, irdelemedim. Ama neden ve neye üzüldüğümü düşündüm vaktiyle fazlaca. Haksızlığa dayanamadım hiçbir zaman. 8-0 lık maçı da gördü bu gözler, sineye çekti olan biteni; penaltı noktası kazmalı vs li maçı da gördü delirdi dellendi. Sınıfta kaldım kendi eşekliğimden, mahçup oldum; hakettiğim notları alamayıp da sınıfta kaldım bastım isyanı. Aşk meşk mevzuunda da haksızlığın yarası ayrı ama hiç anasım yok.

"İyi oynasınlar da sonra isterlerse kaybetsinler" diyemedim ilk defa. Ağlar, üzülür diye korktum.Ağlamazdı ama işte 'Ya ağlarsa?' . Oğlumla gittiğimiz son maçta iyi oynadık,çok iyi oynadık. Kazandık da. Son bir züğürt tesellisi işte, oğlum o hastalığın pençesinde, hayatının aşkını mücadelesini en iyi şekilde verirken izledi. Oğlum da mücadele etti o haksızlıkla, olmadı. Oğlum gitti! Şimdi ben haksızlık diyorum çünkü O küçüktü, 8 yaşındaydı. Bu işler sırayla olmuyor bir yandan onu biliyorum, bu ilk çocuk ölümü değil. E ama biri 80 yıl boş boş yaşayabiliyor, biri doğmadan da ölebiliyor nasıl bi adalet olgusu? Tövbe dedirttiriyorlar. Sıkıyorum dişlerimi,çatlıyor mineleri. Konuşamıyorum, birikti haksızlıklar. Koskoca bıyıklı halimle ağlamayayım diye tutuyorum çenemi , zira gözümden boşalıcak sinir ağzımı açtığım anda biliyorum.

Her zaman her yerde -- Seninle birlikte -- Ölüm gelsin isterse --
Gözlerde bir damla yaş -- Kalbimizdeki aşk -- Sensin BEŞİKTAŞ

diye tekrar ediyorum dua gibi.