25.03.2015

2 MART HAYATI

Kalktım. Şubat soğuğuna aldırış etmeden camı açtım. Huuuf diye hava çektim içime.
Bir daha...
Bir dahaaa...
Sonra 'Ananı sikiim ciğerim buzlandı lan!' diyerek kapadım pencereyi. Pencereyi terk etmeden önce gözlerimi kısıp adeta bi Legolas gibi İnönü Stadı'nın olduğu bölgeye çevirdim şahin bakışlarımı. Güzeeel, stad yükseliyordu.

Donla yatıyorum son dört aydır. Vücudum toksinlerini gece boyunca rahat salabilsin diye bu yöntemi geliştirdim. Önce çırılçıplak yatmayı denedim. İkinci çırılçıplak yatma seansımın sonunda zatürree olunca vaz geçtimbu hevesimden ve don atlet yanmaya döndüm.

Boxer'ımın altında açık kalan baldırlarımı şaka şuka tokatlayıp mutfağa doğru depara kalktım. İşte bu. 1-2 saniye arası bir sürede mutfağa eriştim. Dört metreyi gayet iyi geçmiştim. Biraz kendimle gurur duydum ve omzumdan öptüm kendimi. Dudaklarım atletin kumaşına değdi. Kumaş öpmeyi hiç sevmem. Hemen atleti sıyırdım omzumdan ve etimi etimi öptüm.

Tebrik faslımı bitirir bitirmez buzdolabını açtım ve hemen raftaki portakal suyuna uzandım. Paraya kıyıp aldığım taze sıkılmış portakal suyunu, bardağa koymak için bile bekleyemeden ağzıma dayayıp içtim. Portakal suyu bitmişti, pet şişeyi suyla doldurup şişe dibindeki posayı da içtim. Vitaminin bir gramı dahi dışarı gitmesin diye tadı bok gibi olan sıvıyı içtim. "Bir acıyı unutmak için daha büyük bir acı gerekir" düsturundan yola çıkarak ocağı açıp elimi ateşe tuttum. Çifte acıya davet çıkarmıştım. Hem elim hem de elimin kılları yanmıştı. Tütsülenmiş keratin doku kokusundan hızla uzaklaşayım diye bir kez daha baldırlarımı tokatladım ve salona kadar koştum. Salon kapısına gelende bir düz takla atarak içeri girdim ve devamında 25 şınavla sabah sporumu taçlandırdım. Şahlığımı ilan etmiştim fakat şahbazlığa yürüyeyim istiyordum. Alkışlı şınav çekmeye karar verdim. Henüz ilk denememde de ağzım üstü yere yapıştım.

Mesela Şınav
Gürültüye uyanmış olacaktı. Yüzümü parkeden kaldırdığımda göz göze geldik. 'Napıyorsun?' diye sordu. Alkışlı şınavı becerememenin verdiği utançla yüzüne bile bakmadan 'İnat ettim,ölmeyeceğim ben.' dedim. Hemen gözleri doldu ceylanımın, yanıma eğildi "Doktora gitmiştin sen değil mi? Kötü bir şeyin mi varmış?" dedi ağlamaklı bir sesle. Spor yormuştu ve acıktırmıştı. İçinde bulunduğum koşulları gözden geçirip 'He maralım, he türkü bakışlım. Ölümcül bir şeyler varmış vücudumda. İsim verme dedim doktora, random öleyim istedim, sürprizlerle dolu öleyim istedim. Ama yediremedim kendime ölümü, korkudan spora, iyi besinlere verdim kendimi. Şimdi iyi bir kahvaltı yapmam gerek dört çeşit peynir, pastırmalı yumurta, bal-kaymak, şokella, simit ve filtre kahveyle... Ölmek istemiyorum anlıyor musun?' dedim ve göz yaşları saldım mini mini göz pınarlarımdan. Hemen beklediğim reaksiyonu gösterdi ve sarıldı boynuma. 'Ben hazırlarım o dediklerini sana er kişim.' dedi.

Saçımda beyazlar o kadar çoğaldı ki bünyemde bunalım baş gösterdi son zamanlarda. Yaşlanmak öyle canımı sıktı ki geleneksel 2 Mart yazısını bile yazmadım bu sene. Ha ne değişti, nasıl geçti 3 Mart'ın derseniz. Aynı. Kötü. İyi ki yazmamışım soktumunun yazısını, boşuna hayaller sıralayacaktık buraya. Neyse, bu sporlar, bu portakal suları, bu sağlıklı yaşam ayakları hep bir yaş fazla olsun yaşamanın kurnaz hesapları. Hani bir yaş fazla yaşasam, o fazladan yaşadığım yaşın doğum günü en güzel doğum günüm olacak, hep hayalini kurduğum doğum günü olacak gibi. Klasik 2 Mart yazısı, yerini klasikleşmeye aday 2 Mart hayatına bırakıyor galiba.

'Balı uzatsana...' dedim kısa boylum al yazmalıma '...sağlık emikleyeyim biraz.'


Edit: Dinleyeni ıslatan şarkı. Ha ıslatıp dövüyor ama. Oldukça anlamlı benim için. Umarım yazıyı da şarkıyı da beğenirsiniz.