21.04.2011

~OkYay Chanel



Can dostum güzel bi insan tarafından yapılmıştı bu albüm kapağı vakti zamanında. Çağıl Özaydın products yazmasına rağmen emekçi kahramanım adını albüme iliştirmemiş, o kendini nasılsa biliyor, o nasılsa bu blog u okuyor. Onu çok seviyorum. Her neyse...

Onu mu yoksa bunu mu diye soruların yöneltildiği bir "vakit geçirgeç"le geceyi sabaha bağlamaya çalıştığımız bir zamandı, tam tarih hatırlayamıyorum. Çok mutlu olduğum zamanlardı o zamanlar. Bana yöneltilen "onu mu bunu mu ..." sorusunun kahramanları yukarıdaki iki bayandı. Canseveri seçtim. Ve albüm kapağım hazırlandı. O gece aslında neler neler seçmiştim, neleri neleri yapabileceğimi iddia etmiştim. Sadece ben değil, oradaki herkes birşeyle birşeyin arasından birini seçmişti bir çok alanda. Bu zaman geçirgeç sayesinde oradaki neredeyse her kişinin tercihlerini, zevklerini yakından izleme, öğrenme ve de kimisinin zevklerine algılarına baya şaşırma fırsatı bulmuştum. Velhasıl nedense akıllarda bu kıyaslama kalmış, tam olarak neden Canseveri seçtiğimle ilgili yapmış olduğum açıklama bunun sebebi olabilir tabii, emin değilim. Aslında çok çok anonim, tanınmaz bir şekilde buralara yazılar giren bi adam olsaydım o geceki kıyaslamaları aklımda kalanlarla yazmak isterdim. Ama yazarsam bizzat benden, tanıdığınız bildiğiniz Demirbey'den voaşşırı soğursunuz. Bu biraz da bu akşam bölümde Semih'in bir konuya dair bakış açısıyla açıklanabilir: Şöyle ki, konu çok açık saçık giyinmiş, çok güzel bi kız -ki kendisi arkadaşımızdır- o gün eve nasıl gitmiştir, ağız tadıyla gidebilmiş midir?Zira dolmuşçulardan laf yediğini görenlerimiz olmuş. (Abartmıyorum artistik patinaj gösterilerindeki kadınlar o kızın yanında türbanlı gibi kalırlardı o gün için) Bu soruya Semih'in yorumu ise şuydu : 'Valla dolmuşçu olsam, ben tecavüz ederdim ona daa. Ama şimdi gıda mühendisliği okuyorum, üniversite öğrencisiyim ya ondan o seviyeye inemiyorum.' Açık sözlülüğü için Semih'i alkışladık, sırayla sarıldık, hoşgeldin Semih dedik grupça. İşte ben de o akşamki muhabbetlerin o akşamki grup içinde kalmasını herkesin yararına görüyorum, çünkü çok eli yüzü düzgün çok temiz görünümlü çocuklarız ilk bakışta.

Son bir hafta içinde önce Cansever'i Flash Tv de gördüm, ardından Elvan ile ilgili alt yazıyı bugün Ntvspor'da gördüm. İkisi de iyiydi, ikisi de mutluydu. Elvan Dünya şampiyonasına katılmıyormuş, onu beyan etmiş. Zira kendisi hamileymiş, anne olacakmış. Ben evde play station oynayadurayım Elvan seks yapıyormuş. Umarım sağlıklı bir evladı olur. Kendisi vakti zamanında seçimim olmadığı için o kadar etkilenmedim çocuk bekliyor oluşundan, bunu da belirteyim.

Cansever'e geleyim. Seçimime, kıymetlime geleyim. Bu hafta içi bir gün,sanırım salı sabahı saat 10'da Emin aradı. Henüz yatalı 3-4 saat olduğundan haliyle uykumu tam alabilmiş değildim. Sersem sepelek açtım telefonu, "Flash'ı aç la, Flash'ta seninki!" diyip durdu. Bu ara o kadar çok 'Seninki' diye adlandırılan insan var ki. Bana yazan kızlar, pedofilisever ex yarim, benim yazdığım kızlar, arkadaşlarımın bana uygun gördükleri kızlar, benim aşık olduğum kız... "Hangi benimki?" diye sordum haliyle. Emin, Flash'ı açınca göreceğimi, uzatmamamı söyledi. Nevresimimi kaldırmamla sabah soğuğunu iliğime kemiğime yedim, kumandayı yataktan yere atmışım kırk saat onu aradım buldum ve önce televizyonu sonra Flash Tv'yi açtım 'Benimki'ne ulaştım. Benimki Cansever'miş. Emin'in Cansever'i görünce edindiği heyecan bana sirayet etmedi maalesef, sanırım unutmuştum. Programı izlemeye devam ettim yine de. Önümüzdeki yayın dönemi içinde bi dizide oynayacakmış, bir sürü konser verecekmiş, bir de albüm çıkaracakmış. Her benden elini çeken gibi Cansever de almış başını yürümüştü. Reklama gireceklerini söyledi sunucu sonra. Televizyonu kapatmak için kumandayı aradım buldum, ben bulana kadar sunucu bir cümleye başlamış bulundu. O başladığı cümlesinde Cansever'in çok ünlü bir türkücüden evlenme teklifi aldığını, bu ünlü türkücünün kim olduğu ve Cansever'in cevabının ne olduğunu reklamdan sonra öğrenebileceğimi belirtti. Cansever de yeh yeh diye gülüyordu utanarak. Sikerim diyip kapadım televizyonu. Emin'in sabahın 10'unda neden Flash TV izlediğini merak ettiğim için yarım kalan uykuma da dönemedim. Düşündüm durdum yatakta.

Benden elini çeken ihya oluyor.

Benden elini çeken seksten sekse koşuyordu.

Ben benden elimi çekemiyorum.

15.04.2011

Geçen Yazıdan Devam...

(Bir önceki yazının devamı ve aynı zamanda sonu olan yazı. Önceki yazıyı okumadan buna başlamasanız iyi olur.)




Yazının bu ikinci kısmında olaylar Emin'in gözünden anlatılmaktadır.


Demirbey'i 20 senedir tanıyordum. Çabuk parlar tez sönerdi. Daha tuvalete varmadan sönmüştü. Tuvalete girdiğimizde her erkek gibi çişimiz olmasa da bi yapmayı denedik. Ben gördüğüm en temiz pisuvara yöneldim, Demirbeyse sahne fobisinden ötürü kabinlerden birine girdi. Akşamki maçın kadrosunu bilip bilmediğini sordum. Biliyormuş, kadroyu saydı tek tek. 'Yine mi Necip oynuyo amına koyim! 33 yaşına geldi adam, sanki takımda başka orta saha kalmadı.' diye haykırdım. 'Deme öyle la, elimizde büyüdü o çocuk. Varsın oynasın, Beşiktaşlı!' diye beni sakinleştirdi. İkimiz de ağız tadıyla bi sinirlenemiyorduk. İşimizi bitirip çıktık. Kapının önünde İsmail'le karşılaştık. Bizi görünce yılların değiştiremediği gülüşüyle mehhehheh diye gülmeye başladı. Demirbey evleniyordu, ona ben de gülüyordum tamam ama bana niye gülüyordu bu yavşak. Tüm açıksözlülüğümle açıkta bişey mi gördüğünü sordum? 'O saçlar ne lan öyle?' diyip gülmeye devam etti. Demirbey de yanımda kıs kıs modunda gülüyordu. Demirbey gibi ben de 34 yaşındaydım. Bugüne kadar saçımı sadece bir defa o da 2002 de uzatmıştım, İlhan Mansız'ın samuray saçlarının moda olduğu dönemde ben de Samuray'a bağlamıştım kendimi. Onun dışında hep aynı model saçla bi ömür geçirdim. Saçlarımı taramaz öyle dağınık dümdüz gezdim bi ömür, sadece düğünde dernekte saçları dikiyordum. 90 ların sonundan kalan bir moda bu, hala yaşatıyorum. Jöleyle saç dikmek güzel...

(Uzun yıllar Beşiktaş forması giymeye devam et Necip! Hep başarılı ol, hep doldur gözlerimi Necip!)

İsmail ile beraber, Demirbey'i tekrardan gelinle damadın bekleme odasına götürdük. Kızcağıza dalmasın diye başlarında bekledik. Gelinin simleri bulaştı simsiyah takımlarımıza. Bildiğin ışıma yapıyorduk takım elbiselerimizle. Saat 18:50 de odayı terkedip masalarımıza yöneldik. Zira 19:00 da düğün merasimi başlayacaktı. Demirbey sağolsun kız tarafının bekar kızlarıyla İsmail ve beni aynı masaya oturtmuştu. İsmail habire çatal bıçak peçete ne varsa düşürüp durdu yere. Sapsarı suratı içine girmiş olduğu rezillikten kıpkırmızı oluyor, yine de yaptığı sapıklığa bir son vermiyordu. Bi ara eğildiğinde masanın altında bi ışık yanıp söndü. Sanırım İsmail caps almaya çalışırken flashı açık unutmuştu. Masadaki kızlar jüri gibi, bilirkişi gibi nazar dolu gözleriyle masaları, gelen başlangıç tabağını, birbirlerinin ve diğer kızların elbiselerini, düğün salonundaki hizmeti süzdüklerinden flaşı farketmediler.

(Dövme sakızdan çıktı herkez bilsin yanee)

Sonunda önce nikah memuru orta yaşlı bir adam ve akabinde Demirbeyle eşi salona girdiler. Çatapatlar yandı, herkes alkışladı. Demirbeyle aynı surat ifadesine sahiptim, "Ne diye alkışlıyo la bunlar? Sadece yürüyoruz." diye insanlara garipser şekilde bakınıyordu Demirbey. Nikah masasına oturdular, şahitler masaya teşrif etti ve nikah memuru repliğini ezbere okumaya başladı. Ve sonunda sordu: 'Demirbey Arkonem hanımı hiçbir baskı ve etki altında kalmadan eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?'. Demirbey, benim de kendisinden beklediğim üzere yekten osurukvari bi tonda 'Evet.' dedi ve sırasını savdı. İnsanlar zaten bekledikleri bu cevabı çılgınlar gibi alkışladılar. Aynı soru kızın cevaplaması için de soruldu. Kızla Demirbey yaklaşık 3 yıldır beraberlerdi. Fakat Demirbey bu üç yıl içinde kızla fazla yüz göz olmamış, haftalarca arayıp sormadığı olmuş, bundan önceki ilişkilerinin aksine hiç üzerine düşmemişti kızın. Kızı fazla da tanımıyordu diyebilirim bu yüzden. Ben Demirbey'i tanıyordum ve nikah memurunun sorusuna espri yapmaya çalışarak veya yalandan duraksamayla cevap veren veya da çok çok coşkulu evet diyen bir kızla evlenmeyi katiyyen istemeyeceğini de tahmin edebiliyordum. Nikah memuru sorusunu sormayı bitirende kız önce bi durakladı, 'Ay ben bi daha düşüncem yaaa' dedi ve sonunda 'Ehheh. Eveeeeeeet' diye kız çığlığı attı. İsmail'le göz göze geldik. İsmail kız tarafının duymaması için dudaklarını oynatarak 'Gerizekalı!' dedi, başımla çok çok onayladım onu. Göz göze gelecek insan arıyordum resmen sıradaki hedefim Demirbey'di. Gözlerini sadece sinirli olduğu zamanlar yaptığı gibi belertmişti. Onun da ağzını okudum 'Sikerler!' diyordu.

Demirbey öyle insanlar kırılsın üzülsün diyebilecek vurdumduymaz bi adam değildi. Başından neler geçmiş, ne kazıklar yemiş ama sırf karşısındaki -kazığı atan kişi bile olsa- üzülmesin mutsuz olmasın diye sessiz sakin karşılamıştı hep başına gelenleri. Sırf üzülmesin diye kendi işine gelmeyen, istemediği şeyleri bile yapardı. O nedenle imzasını atar ama birkaç ay içinde de kızı boşar dedim içimden, zira kızın soruyu cevaplama şekli tavrı ona çok çok tersti ama bi kızın en güzel gününü mahvedecek göt benim bildiğim Demirbeyde yoktu. Yanıldım, 22 senelik arkadaşımın vereceği tepkiyi bilemedim. Demirbey masada ayağa kalktı. 'Maç kaçıyor la ya!' diye bi bağrış bağırdı. Kapıya doğru yürümeye başladı. Blöf gibi durmuyordu zaten, ama bir umut blöf bekleyenler de Demirbeyin kapıdan çıkıp gözden kaybolmasıyla beklentilerini sonlandırdılar. Demirbey'in annesi bayılmış, babasıysa bi buçuk metrelik boyuna bakmadan oğlunu dövmek için koşmaya kalkmıştı, neyseki kardeşleri tutup sakinleştirdi onu. Kendi annemi annesinin başına, yardıma yollayarak Demirbey'in peşinden çıktım salondan. İsmail de koşturdu. Uzaklaşmamıştı, saklanmamıştı Demirbey, dışarıdaydı. Ağzında sigara, gelin arabasının süslerini söküyordu hızlı hızlı. Bizi görünce 'Yandı kapora! Babam sikicek beni!' dedi. 'Ama o nası bi cevap vermedir abi? Eğer çıkmasaydım, eğer kaçmasaydım oradan nazlı yar diye denyonun tekini alacaktım koynuma. Taktım evim yuvam olsun diye kimle ne yaptığımdan haberim yok. Olmuyor işte, gitti gideli olmuyor! Bahtımı talihimi... 12 sene oldu, bahtımı talihimi... Ben bi bok yemedim çilesini ızdırabını ben çekiyorum 12 sene ya!' . Sakinleştirdik onu. İsim yazan kağıtları, plakadaki yazıları, çiçekleri şeritleri söktük el birliğiyle, hızlıca. Atladık arabaya ve son sürat kaçmaya başladık. 'İyi hoş da nereye gidiyoruz oğlum?' dedi İsmail. Düşünmemiştik. 'Sizin işiniz yok, benle kalırsınız değil mi?' diye sordu Demirbey. 'Yok işimiz lan!' dedim, İsmail 'Hacı yarın mençıstır maçı var onun dışında yok benim de.' dedi. Sürücü koltuğunun sol tarafından arkaya elimi uzatıp bacağını sıktım. 'Mençıstır maçı da işten sayılmaz, izlemesem nolcak lan hem canın sağolsun.' diye ağız değiştirdi. 'Beşiktaş maçını veren bi radyo açsana.' dedi, radyoyu bulup açtım, sonra kafasını bana çevirdi bir dakika kadar konuşmadan baktı, sinirli olduğu zamanlar yaptığı gibi diyeceklerini süzgecinden geçiriyor, pişman olacağı birşey söylemek istemiyordu. '12 yıldır arkadaşlar hep iyi lan.' dedi Demirbey, sigarasından son nefesi alıp izmariti camdan yola bıraktı. 'Bolu'ya gidelim' dedi 'Kimse yoktur oralarda bu mevsim.Boluya gidelim.'.




(Yazı biterken 'Mazi kalbimde bir yaradır' çalmaktaydı)

7.04.2011

"Evli Adam Balayına,Bekar Adam Alayına" Esprisini Yapacak Kadar Çaptan Düşmedim

Emin, ona gelin arabasını süreceği müjdesini verdiğim zamandan bu yana -tam 13 senedir- bu anı bekliyordu sanki. Akşam gerdeğe girecek olan ben miyim yoksa o mu anlaşılması güçtü. Sürekli bi gülümseme, bi enerjiklik, bi yapılır olunur kisvesi altında pozitif yaklaşımcılık, bi yerinde duramama mevcuttu kadim dostumda. Yalnız kaldığımız her an şaka olsun diye taşaklarımı sıkıyordu. Kumaş pantolon üzerinden taşak sıkması onun için daha rahat benim için daha acı vericiydi. "Ehhehhe aaaaah" diye aman mutluluk diye gülüyordum ben de. Zira keyifliydim, ama tanıyordum bu keyfi. Bu keyif 'akşam seks var' keyfiydi. Biz Emin'le şakalaştık, biraz arabalar biraz da kadınlar üzerine konuştuk. Yalan söyledim, kadınlar üzerine konuşmadık,o filmlerde oluyo. neyse... Bir süre sonra ailesiyle vedalaşmasını bitiren müstakbel karım apartmanın kapısında boy gösterdi.

(Bu fotoğraf ne de neşeli.Halbüse sikindirik ileri geri sallanan at. Ama basit işte, basit olan güzel)

Gelinin ateş pahası gelinliğinin eteğini tuttum, kendisini arabaya bindirdim. Kız evinin gözü yaşlıydı. Hele babası. Anlayabiliyordum aslında hissiyatını. Emek emek büyütüp yetiştirdiğin kızının o gece gireceği haller, saten çarşaflar üzerindeki şehvetli hali ister istemez adamcağızın gözünün önüne gelir gider. Onun yerinde olsam ben de ağlardım, hatta iki üç insanın tepki verdiğini görürsem ağlamayı şova döker zılgıtlar, ağıtlar, feryatlar eşliğinde sinir krizi geçirirdim. Kayınbaba o kadar bozmadı kendini.

Dikiz aynasına havlu takılmış 'Düğünümüz var!!' diye bağıran arabaların motorları çalıştırıldı ve 'dara dira' bazlı korna sesleri gürültüsüyle kızın oturduğu evin sokağından çıktık. Sanki 34 yaşında saçları aklı kırlı bir adam değil de, 15 yaşında bir liseli gibi ağzımla 'ABÜÜÜÜĞĞBEEEE!' şeklinde korna sesi çıkarmaktan kendimi alıkoyamadım, dedim ya okur keyifliydim işte kıp kıp kıp. Arabada ben, Emin ve müstakbel zevcem vardı.


İlk istikametimiz kuafördü. Kafadan çıkan ve 'saç' adı verilen kılları kafanın tepesinde toplayıp simlemek için yaklaşık 300-400 liranın ödendiği bi aktiviteye katılacaktı karım. Cebimden liraların uçuşuna hiç takılmadan dışarıda makara kukara yaptık Emin'le. Fotoğraf çektirmekten hoşlanmadığımı, benim yerime fotoğraf çektirirse kendine çay ısmarlıycağımı söyledim, "Olmaz" dedi. "Maçı napıcaz akşam?" diye de ekledi. Bilmiyorum Emin'im. "Çok gözyaşı akacak, çok canlar yanacak." dedim. Boşvermemi, özetine küzetine bakabileceğimi söyledi. İkna edemedi beni. Cidden ne yapacağımı ben de bilmiyordum. Bu kötü maç hatırlatmasının üzerine biraz sustuk. İkimiz birden aynı anda sustuğumuz için susuşmuş olduk. Gönül Hangover arayadursun, Nuri bilge ceylan filmi gibiydi ortam. Ben sigara yaktım, Emin radyonun kanallarını bant bant gezdi. "Sıkılıyoruz bak! Sıkılmayalım lan, daha bunların işi bitmez gel gezek" diye süpersonik gibi gelen ama aslında tırt bi teklif sundum. Kabul etti. Hız yaptık, selektör yaptık, bayan şöför sıkıştırdık. Eğlendik çok çok. Sonra annemden gelen telefonla gerisin geri kuaföre çevirdik yolumuzu.

-Kaç para verdin şimdi o kafana?
+Ya hayvanlaşmaz mısın lütfen!! (Devrik manasız bi cümle ama kızlar kullanıyor)
-Hayır, yani kaç para verdiysen o paraya bile olduramamış saçını. Ne istiyor, canımı mı istiyor kuaför sektörü benim?

Gelinin saçı bitmişti bi hızla apar topar çıktık kuaförden ve arabaya bindik. Şimdi arabada ben, Emin, gelin ve onun simleri vardı. Şimdiki istikametse fotoğrafçıydı. Yol boyunca Ankara havasının değişilmez adresi Mega Site ile kulaklarımızın pasını silip attı Emin, sağolsun. 'Dar geldi sana Angaraaa' diye çalan şarkılara eşlik ede ede fotoğrafçıya geldik. Zevce fotoğrafa önem veriyordu. Bunu 'Baran var bizim, sonra Ahsen var. Kameraları çok iyi. Onlar çeker, facebook'a da koyarız hem, hem de paramız cebimize kalır.' önerisini sunduktan sonra gözyaşı tükürük karışık ağlaya ağlaya yüzüme çemkirmesinden anlamıştım. İşime gelmeyen şeyleri kabullenirim genelde, tartışmaya girmem. Bu konuda da sustum, onun istediği oldu. Fotoğrafçıda birbirimizden ultra-mega etkileniyormuş gibi pozlar verdik. Kah ben ona hayranca baktım o havaya bakarken, kah o bana hayranca baktı ben havaya bakarken. Sürekli birbirimizi iplemez pozlar vermemizi istiyordu fotoğrafçımız. Gelinlik ve damatlık giymiş iki insan evladı kimi nasıl kandırabilir ki o iplemiyorum tavırlarıyla, kimi neye inandırabilir ki? Fotoğrafçının 'Öpüşmeli de çekelim' teklifini o nazikçe, ben kabaca reddettik. Yarım saat sürer sandığım aktivite 1 saat sonunda hala devam etmekteydi. İçimden 'Kız çekinsin boy boy,isterse vesikalık bile çektirsin ama ben gidip az Emin'le muhabbet edeyim,akşamki Beşiktaş maçı hakkında fikir teatisinde bulunayım' düşüncesi geçiyordu. Yaklaşık 2 saat sonunda çekim bitti ve stüdyodan çıktık. Kartpostaldaki ünlüler gibi poz vermekten kaskatı olmuştum. Zor da , aptalca da olsa bitiyordu işte tüm sinir bozan aktiviteler. Gelini arabaya bindirdim, kapısını kapadım. Tam kendim de arabaya binecekken durdum, gerisin geri stüdyoya koştum. Kapıyı açtım, içeri girmeden kafamı uzatıp 'Birader! Şşşt! Hoop birader! Bizim fotoğraflardan bir tanesini bile vitrininde göremeyeyim kafana mermiler sıkarım inan!' dedim ve çıktım stüdyodan. Arabaya bindim ter içinde, ne olduğunu sordular. Yok bişey dedim, gizemli ayağı yaptım, çok havalı oldum.

( Bu yazı bu caps olmadan olmazdı, olamazdı)

Düğün salonuna geldik. Düğün başlayana kadar beklememiz için aptal, göt kadar bi odaya koydular bizi. O aptal odaya bizim sülaleden olsun, kızın sülalesinden olsun gerizekalı minik çocuklar gelip bize dokundular, kapıdan bakıp kaçtılar, kimisi geline çiçek verdi. Gelin de boyalı ağzıyla öptü onları. Sirk maymunu olmuştum 34 yaşımda. Sinirimden bi sigara yakmaya kalktım, nazo gelin adeta bir Tayyip gibi adeta bir Orhan Kural gibi ışık hızıyla atladı sigarama, ağzımdan alıp yere attı. 'Tüyü bitmemiş yetimin hakkı var onun her nefesinde piç!' diye gelin tartaklamaya kalktım. Biri sırtımdan kollarımı kitledi, ağız tadıyla üzerine yürüyemedim gelinimin. Kitleyen Emin'miş. 'Yenge ben bunu bi tuvalete götüriym bi yüzünü yıkiym' dedi. Müsaade aldık kapıyı kapatıp çıktık odadan. Kapayalı daha 1-2 saniye olmuştu ki geri dönüp açtım, 'Özür dilerim la sinirliyim az' dedim gönlünü aldım.

DEVAM EDECEK...


(yazı yazılmakta iken çalan şarkı Alev Lenz'den Song for Sea )

4.04.2011

Arkadaş Arkadaşın Kompela'sıdır.

3000. profil görüntüleyici belli oldu: XitaRain.. Kendisi şu an hediyesine karar vermekle meşgul. 3000. profil görüntüleyici de son hava bükücü gibi oldu ama olsun, önemliydi ve sahibini buldu :)


-----------------------------------------(Bunlar arkadaş mesela,sanırım)
Arkadaşlarla gezmenin ne de güzel olduğunu öğreniyorum son zamanlarda. İşe girerken hobiler kısmına 'Arkadaşlarla gezmek' yazacak kadar minimalleşmiş de olabilirim ama elimde değil. Kız olsun erkek olsun, arkadaşlarınla gezmek güzel şey.

Dün Küçükmübaşir,Tırtöz ve Svetlin'leydim mesela. Dizi izlemeye gittik IF'e. Bir 'gün teyzesi' aktivitesi gibi duruyor ilk duyulduğunda. Konuyu açacak olursam: Behzat Ç.'nin son bölümünde -izleyenler bilir- bir Dj'in hikayesi anlatıldı. O dj de sabahları okula giderken dinlediğim Modern Sabahlar'ın ekibinden Fahir Öğünç tarafından canlandırıldı. Modern Sabahlar fanları böyle bir etkinlik planlamışlar. Emek verip hayata da geçirmişler. Radyo ekibi de tam kadro oradaydı ve daha önce yarım yarım baktığım, karakterlerini dahi tam bilmediğim diziyi paragraf başında saydığım arkadaşlarımla If'te izlemeye gittim. Çok da güldüm, eğlendim taam?

Şimdi özellikle Tırtöz ve Küçükmübaşir'e sözüm var, kemiksiz oynamaya gideceğiz. Ayıptır söylemesi son dönemde Yetenek Sizsiniz Türkiye'de yarı finale geçecek kapasitede kemiksiz oynamayı öğrendim. Komiklik olsun diye "oynama" sözcüğünü kullanmıyorum, içine girdiğim aktivite 'dans' sözcüğüyle ifade edilemediğinden ötürü o kelimeyi vurgulayarak kullanıyorum.

---------------------------------------------(Sarıkaya yalnız değilsin!)
Sonra ne oldu son zamanlardaaa. Hah şey oldu. Bi benzetmeyle karşı karşıyayım okur. Bugüne dek yalnızca Martin Caceres'e benzetilmişken bu ara James Franco'ya benzetiliyorum. Okuyorsunuz buraları, çirkinliğimden dem vururum hep. Sözlü muhabbet etme şerefine nail olduğum arkadaşlarıma az yakınmamışımdır babamın dediklerinden, aynalara küsüşlerimden, abisever ex yarimin aşağılayıcı cümlelerinden. Benzetilmeyi kabul edip 'Bunda yeni saç modelim ve tekrar uzattığım bıyıklarım etkili galiba, bir de yüzümün kırışık olması' diyorum bazı bazı. Ama dediklerime ben hala inanmıyorum. Yine de durup düşünüyorum bi yandan. Bir kişi benzetse onun ruhsal sorunlarına verip geçicem, önemsemiycem; ama yurdun farklı noktalarından. Efenim bi Iğdır olur bi Gümüşhane olur bi Sivas olur bi Uşak bi Kırklareli olur... Hep aynı ses yükselince ben de bi işkillendim. Kıyı şeridini kaybettim, kimse benzetmedi James Franco'ya. Bunda vakti zamanında gavur izmir demiş olmamın etkisi olduğunu düşünüyorum yer yer. Ha benim göt tavan yaptı mı? Yükselerek arşa değdi belki götüm. İlk şaşkınlığımı atlatınca ya Tatlıtuğ diyorum kızlara? Andırıyor muyum onu da? Andırmak istiyorum. Zira Tatlıtuğ yakışıklılık demek. Redhouse resimli sözlüğünde "Handsome" kelimesinin yanında gözlerim Tatlıtuğ'u arar. İnanır mısınız 'Aman o adam da çok şuku', 'Aman über yakışıklı' diyen çıkmadı henüz. Tepkisiz kalsalar iyi, nasıl bi bok atıyorlar piii. E şimdi bu adam sırf yakışıklı olduğu için ekmek yiyebiliyor diye düşünüyordum. Anketime yüze yakın kız katıldı bi tanesi de 'Gelse de versem oy' demedi. Bu işin peşini bırakmayacağım. Bu paragrafı James Franco'nun az çirkiniyim diye bitirmek istiyorum.

(Solda kameraya biraz arkası dönük olan benim lan. Sevişme sahnesinde dublörü olarak oynamadan hemen önce. Yersen...)
Sınav dönemindeyim. Bu dönemlerde yazılar biraz seyrekleşiyor. Aslında çokzel bi bahar şiiri yazdım onu paylaşırım çok yakın zamanda. Neyse bu sınav dönemi sandalyede normal oturamadığım, popomun altına yastık koyarak oturmak zorunda olduğum dönemdir. Fena da gitmiyor şimdilik. Bu sınav dönemiyle ilgili tek sıkıntım: yeni yeni tadını almaya başladığım 'Arkadaşlarla gezmek' kavramını özgürce, yaya yaya yapmama engel olması. Düşününce şurada Haziran'a ne kaldı hey seksi okur?


(yazı sırasında airplanes II dinlediğim aklımda kalmış :
can we pretend that airplanes in the night sky are like shooting stars
i could really use a wish right now, a wish right now, a wish right now )