9.05.2012

Coloranti

Organize olmayan, gayet savruk; kimine sorsan doldur boşalt diyeceği, kimi ise 'Brian Clough demiş ki: "Tanrı futbolun havadan oynanmasını isteseydi gökyüzünü çimle kaplardı." şeklinde bilgiççe oynadığım oyunun tarzını eleştireceği bir tarzda yarin gönlüne hücum ediyordum. Fakat şimdi doğruya doğru, mini ceylanım nasıl da güzel Catenaccio yapıyordu. Nasıl da engelliyordu göğüs kafesinden içeri dalma girişimlerimi. Tüm taktiğimi, planımı değiştirmem gerekiyordu. Oyun durursa planlarımı gözden geçiririm diye düşündüm ve en sonunda dayanamayıp sahaya meşale attırdım, cisim attırdım. Yetmedi bir de ana-bacı ortaya karıştırmalı sövdürdüm. Oyun durmuştu nazarımda. Bu duraklamayı fırsata çevirip yarin kulağına nasıl damlayacağımı düşünmeye başladım, planlar yaptım, kaleler yıktım devletler kurdum, metaforlarla seviştim. Yine de kısa bir soluklanmaydı sadece.
Mallar hazır mı amına koyim?
Oyun tekrar başladığında ise onca analizi, onca planı boş yere yaptığımı farkettim. 3-4 dakika düzenli hareket etsem de 4. dakikanın sonunda yaradana sığınıp yine uzaylıyordum topu arş-ı alaya. Kadim dostlarımdan şimdi ben burada adını verip de efenime söyleyeyim birini aradım. Durumumu anlattım. 'Baktın olmuyor, bakmayacaksın' dediği anda yüzüne kapadım telefonu-ki bilen bilir en sevmediğim şeylerden biridir yüze telefon kapamak. Sonra en sevmediğim şeylerden bir diğerinin kalp kırmak olduğu aklıma geldi ve dostumu geri arayıp 'He tünelden geçtim de şey oldu demek. Bu söylediğin çok doğru canısı, bakmıyorum madem ben bundan kelli.' dedikten sonra ok, kib, bye, aeo diye de ekleyerek telefonlarımızı küsüşmeden kapadık.

İstanbul'a geldiğim günden bu yana konuşacak kimsemin olmadığı konusunda kah twitter hesabımdan, kah buradan yakın yakın yakınıyorum. Şimdi insan böyle yabancı diziler izleyince de görüyor oradaki derdi olan insanları, ne bileyim aklından geçiyor 'Vay...' diyor '...bak adamın en ufak derdinde hemen arkadaşı koştu geldi. Kız gibi bir saat konuştular sadece bir konu hakkında, adam da arındı dertten tasadan püripak oldu.' . İmreniyor insan. Hoş zaten ben fazla çençen konuşan bir adam da değilim ya işte hiç konuşmayınca insan arıyor. Ben de bu muhabbet açlığıyla eskiden hiç konuşmadığım, sadece kendisine almak, edinmek istediğim şeyi iletmekle yetindiğim esnaf camiasıyla önceleri kuru bir 'Nasılsın'la başlayan muhabbetlerim sonucu son zamanlara doğru hangi gün hangi malın geleceğini dahi bilebilecek kadar samimi oldum. Baktım dost meclisinden uzak kala kala uzak olmuşuz, derdimi gidip esnafa açmaya karar verdim.
Bakkal (Temsili)
Hemen sokak başındaki bakkala gittim. Biraz nazlıydı bu esnaf. Ben biraz konuşunca 'Ne vardı?' diye soruyordu hemen. Adeta rusa gider gibi bakkala gidiyordum. Bir paket sigara karşılığında acayip muhabbet ediyorduk. Cebimde yarısı dolu paketim olmasına rağmen Caferciğim'den bir Camel White istedim umarsızca. Yüzüme bile bakmadan sigaramı da para üstümü de verdi. Ücreti en başından verdiğime göre artık sıra muameledeydi. Nasılsın dedim cevapladı, naptın dedim söyledi, işleri sordum yakındı, bir kız var dedim 'Buyrun!' dedi. Hay bin kunduz ki o sırada dükkana müşteri girmişti. Tam da açılıyordum Cafer'e. Müşteri gider gitmez 'Cafer abi' dedim. Kafasını iskambil kağıdı şekindeki çakmakların arasından uzatıp 'Oo hoşgeldin, naptın?' dedi. Cafer'in hayatında toplama-çıkarma işlemindeki sıfır gibiydim. Cafer'le ben toplanınca yine Cafer oluyorduk Cafer için. Ben günlerce boşuna hayaller kurmuşum Cafer'in sağındaki sıfır olmakla alakalı.

Ben böyle baya bi içlendim ama Cafer yüzüme yüzüme aşırı gülüyordu. Ben ona ısınalı çok olmuştu ama sanırım o tam da o anda bana ısınıyordu. Canı sağolsun dedim ama yüzüme bu aşırı gülmesini ben sonradan imalı gülme olarak anlamaya başladım. 'Ne var Cafer dayı? Ne gülersin böyle mmh mmhh?' diye sordum. Oturdu 15 dakika anlattı sağolsun. Benim böyle esnafla mal geliş gidişlerini, memleket meselelerini, yöresel yemekleri ve Türkiye'nin en soğuk havası şuradadır-buradadır'ı konuşmam sırasında rahatlama maksadıyla araya sıkıştırdığım ve dinlenmediğini düşündüğüm aşk hayatım tüm esnaf tarafından can kulağıyla dinlenmiş meğerse. Benim kendime ne yüce bir cenabet, sağa sola ise bulunmaz bir nimet olduğuma karar getirmişler. Evde kalan, nişanlısı terkeden, yatalak, engelli kim varsa tek çare beni görür olmuşlar mahallede meğer. Ona baktım sevgili buldu, buna tutuldum 'Ne ölüme ne ölüne' diye giden erkek arkadaşı geri döndü, şuna baktım nişanlandı, buna gönül kaydırdım evlendi şeklindeki yaşanmışlıklarım fazlasıyla benim ululardan bir ulu olduğumu düşündürtmüş. Fakat asıl, en son hikayem olan Şeyma'yı evermek inanılmaz yankı uyandırmış. Yakın dostum Şeyma'nın benim cenabetliğimden faydalanma maksatlı 'Sevgili gözüyle baksana bi bana, bi gönlünü kaydır hele benden yana' demesi, benim şöyle bir bakış atmam ve 'Oldun tamam, haydi git ve aşklara yelken aç deli kısrak' diyip Şeyma'yı gazlamamın akabinde Şeyma'nın 1 hafta gibi kısa bir süre içinde eli yüzü düzgün, sağlam bir adamla sevgili olması mahallelinin iştahını kabartmış. Cafer'in dediğine göre tüm sevgiye, sevgiliye aç olanlar bana gelebilmek için Cafer'den haber bekliyorlarmış. Mahalledeki tüm bıyıklı, şişman, engelli, kusurlu evde kalmış her türlü bayan evimde muayene olmak için bendeniz Demirbey Hazretlerinden olur bekliyormuş. Cafer kendisine 'He' dediğim takdirde toptan mahalleyi, ek olarak memleketi Sivas'ı komple buraya yığabileceğini, ayrıca Bağcılar tarafında da hatırı sayılır kalabalıkta bir çevresi olduğunu; menajerliğimi yapmasını kabul ettiğim anda bana paraya para dedirtmeyeceğini belirtti. Düşünmek istiyorum diyerek çıktım bakkalından. Arkamdan belli belirsiz 'Papel mi desek?' diye bağırdığını duydum. Papel'e güldüm.
Coloranti

Bakkal ile ev arasındaki 200 metrelik mesafe boyunca normalde beni gördüğünde kaldırım değiştiren dişilerin, tıpkı Cafer gibi bana gülerek, mmmh mmmmmh diye dudak büküp göz süzerek-gerdan kırarak üzerime doğru geldiklerini gördüm. Sonra neden bilmem, O'nu gördüm. Ne işi vardı Maltepe'de, benim bi kutu sigaraya adam siktirdiğim diyarlarda. Bir Nişantaşı'na bir Etiler'e yakışan güzelim ayacıkları neden Süreyya Plajı asfaltını adımlıyordu. Sosyeten batsın Suzan Suzi diye bir İsmail Türüt şarkısı söyledim içimden. Andım adını yüksek sesle, tepkisi değişmedi. Demekki o değildi. Halüsinasyon gördüğüme ikna oldum. Güle güle bakıyordu yüzüme, diğerleri gibi de kırıtıyordu. İyice yaklaşınca 'Beni de eversen ya!' dedi. Aklımı çıldıracak gibi oldum. Nazlı yarim adeta 'Gel pezevenkliğimi yap' diyordu. 'Demirbey hazretleri bana da alıcı gözüyle baksan ya, kısmetimi açsan ya. Yaparsan bi sen yaparmışın, duydumki sen ululardan bir uluymuşun. Kurban olayım bak bana alıcı gözüyle, aç şu kilit kilit üstüne kilitlenmiş kısmetimi.' dedi.

'Kitli kalasın vay, kilitlere gelesin oy
 Kimseler alamasın seni, bana kalasın diloy loy' diye içli bir türkü çığırdım.



2 yorum:

  1. oturduk müdürümle okuduk, yetinmedik az daha okuyup mesaiyi tamamlayacağız.

    YanıtlaSil
  2. mesaide alınan bu güzel yoruma sevine sevine de ben mesaimi tamamlarım. Mesaiye mi kalsam bi de akşam?

    YanıtlaSil

söyle güzelim dinliyorum?