Adam adama oturmuş içiyorduk. Yakın zaman içinde Oktay'la başlayacak olan evlilik kervanı, ileride ayrılacağımızı, şimdi çok da ahım şahım keyif almadığımız bu 'Adam adama oturup içme'yi yana yakıla arayacağımızı hissettiriyordu. Herkes derin bir sessizlik içindeydi. Ben de öyle.. Ben zaten içerken fazla konuşmam ama o gece susma nedenim farklıydı. Olaylara bakış açısı konusunda hep kendimi benzettiğim Oktay'ı düşünmekten susuyordum bu sefer. Bu evlenip gidecek olan Oktay'da kendimi eni konu arıyor fakat bir türlü bulamıyordum. Neden sonra sanki o sessizlikler hiç olmamış gibi sohbet canlandı. Oktay bendeki farklı sessizliği fark etmiş olacak ki sıfatını bana çevirdi ve elinde tuttuğu kumandayı Fashion TV Midnite Haute programında arz-ı endam eyleyen hanım kıza doğru sallayarak 'Bunu siker misin?' diye sordu. Şaşkın şaşkın baktım. 'Komple bunu mu? Kolu bacağı tam, zührevi hastalığı yok, yarası yok yani o şekilde mi?' dedim. Zira Oktay bu klasikleşen farzedelim 'Soru-Cevap' oyunu esnasında dünyalar güzeli kızları gösterir ve bunun bacağı olmasa, ya da bunun şuralarına kezzap atılmış olsa vs gibi ek koşullar dahilinde gösterdiği kadınla beraber olup olmayacağımızı sorardı. Bir an mallayıp 'Yok la...' dedim. Çakıl, Emin, Semih falan hep güldüler. Oktay ciddiydi. 'Aferin. Sikin de bir onuru var. Beğenmediysen yapmayacaksın. Hep kızların mı kriterleri olacak? Senin de olmalı.' diyip sırtıma vurdu. O sırada Çakıl atıldı: 'Şimdi bu kız bu evde olsa, sana meyletse elini sürmezsin yani he mi?' diye sordu. 'He.' dedim. Çok içten, ağız dolusu bir siktir çekti. Semih ise 'Yılan gibi manita da! Nesini beğenmedin?' dedi. Saydım. Eli, ayağı, kolu, bacağı, orası, burası, hem benim gönlüm de kıpraşık güpgüzel bir kıza... Semih'le Çakıl yine ağız dolusu siktir çektiler. Emin her zamanki gibi Ice Tea'sinden bir yudum alarak kafaları taşşak olmuş adamların muhabbetiyle eğleniyordu.
Sırf genel kültür olsun diye izliyoruz.
Hemen her evde toplanışımızda yaptığımız gibi yine Fashion TV'nin esiri olmuş, 'Ooo yılana bak!', 'Vay yılan gibi kıvrılıyor!' diye mankenlerin hemen hepsini övüyorduk. İleri teknoloji sağ olsun, çok beğendiklerimizi durdurup başa sararak yeniden izliyorduk. Kumanda kontrolü Emin'de olduğu için hızlı ileri geri sarmaları, kumandanın bilimum tuşlarıyla oynamaları yüzünden 1 bira içip 2 bira hissediyorduk. Tam yeniden sesimiz soluğumuz çıkmaya başlarken benim muhabbet açıcı soruya muhabbet söndürücü cevap vermem bizi yeniden sessizliğe gömmüştü.
Sessizlik Semih'in 'Ya senin şu anlatmalara doymadığın kız? A bunlardan daha mı güzel da? Yok mu elinde ayağında kusuru?' sorusuyla bozuldu. Tek tek saydım kusurlarını, ayağının şurası, omzunun burası, sağ el işaret parmağının şurası, öndeki iki dişinden soldakinin şurası şeklinde.. 'E bildiğin ampute lan bu kız!' dedi Emin. Bakışlarımla anlaşabildiğim yegane insan olduğu için kendisine bakışlarımla çok ağır küfrettim. Karşılık veremedi. Semih ise alkolün ve Karadenizliliğin verdiği coşku ile 'Kalkın gidelim oğlum kız neredeyse' diye bir öneride bulundu. Uzatmanın lüzumu yok, kalktık. Yola çıktık.
İstikametimiz yarımada, yolumuz tahminen 5 saatti. Alkol aldığımız her zaman olduğu gibi yine içimizde tek içmeyen kişi olan Emin direksiyona geçti. Oktay'ın sponsorluğunda tam gaz yare gitmeye başladık. Üçüncü saatin sonunda verdiğimiz molada hepimiz pisuvarlara hücum ederken Emin, milli içeceği Ice Tea Şeftali depoluyordu. Pisuvarlardaki işimiz bittiğinde kayıntımızı alsın diye benzinliğin marketinden kek bisküvi almaya karar verdik. Bu ikram servisinin sponsorluğunu ise ben üstlendim.
Diyar Pala-Pompalamasyon
Kasada aldıklarımızın günahını ödemeyi beklerken Semih yanıma gelilp şunu da al la diyerek elime bir kutu prezervatif tutuşturdu. Kendisine kızarak, bu gibi ihtiyaçlarını başka zaman almasını rica ettim. Oysa Semih elinde tutmakta olduğu kutuyu benim için almış, lazım olur diye yanımda bulundurmamı istiyormuş. Ben ufak çaplı sinir krizi geçirip sevdamın nitelik ve niceliklerini İbrahim Erkal, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur gibi sanatçıların şarkılarıyla anlatmaya kalkıyordum ki Oktay Semih'in kulağına şakasal bazda vurup ensesinden tutarak yanımdan uzaklaştırdı. Krizimi atlattıktan sonra kasiyere yakınlarda bira alabileceğimiz bir yer olup olmadığını sorduktan sonra hesabı ödedim ve tekrardan duble yollar kullanarak yarimin yurduna doğru yola çıkmak için arabadaki yerimi aldım..
(Bu bölümün soundtrack'i ise Peter Björn and John'dan)
Olabildiğince hızlı bir şekilde, Gizem'i düştüğü yerden kaldırıp Erdem'in sırtına atıp yolumuza devam etmeye başladık. Dört film boyunca koştuğu görülmemiş olan Darth Vader yine inatla koşmuyor, sabah kuşağındaki Doktorum programından gazlanıp kimseye faydası dokunmayan ömürlerini bir iki sene daha uzatma peşinde olan teyzelerin sabahın erken saatlerinde yaptığı gibi tempolu yürüyüşüne devam ediyordu. Buna rağmen biz de, nereye kaçacağımızı, nereye sığınacağımızı bilmediğimiz için bir türlü uzaklaşamıyorduk. Neden sonra aklıma telefondan yol tarifi almak geldi ve elimi cebime attım. Celabiyemin cebi olmadığı için telefonum, cüzdanım, sigaram, çakmağım, işime yarayan neyim varsa hepsi evde kalmıştı. Ben anneyi hedef alan küfürler savururken Gizem atıldı ve cep telefonunun yanında olduğunu belirtti. Her kız gibi Gizem de sessizde taşıdığı cep telefonunu yanından ayırmıyordu. Google'ın haritalar tırt, Yandex'inkine gireyim diye işbilirlik tasladığı sırada yine o ulvi ses, beraberinde Hande Yener'in sesi ile kulaklarımıza çalındı.
- Kısın lan kısın. Çalıyor!
Biz şaşkınlıkla bir birbirimize bir gökyüzüne bakarken önce bir öhürm şeklinde gırtlağı konuşmaya hazırlama sesi ve ardından Obi Wan Kenobi'nin sesi duyulmaya başlandı.
- Çocuklar, navigasyon kullanmanıza gerek yok. Güce odaklanın. Güç, size doğru yolu gösterecektir.
Gizem, sorgulamaya gerek duymadan telefonunu cebine koydu. Bu uhrevi konuşmaya şaşırmayışından Obi Wan'ın tıpkı Erdem ve benle konuştuğu gibi onla da konuştuğunu anladık. Yine de Erdem 'Master Kenobi, Hande Yener de mi orada?' demekten kendini alamadı.
Obi Wan 'Yok çocuklar. Ben, Qui Gon ve Yoda, şu anda sizi alacağımız yere geçiyoruz Pod'la. Yoda kullanıyor. Uykusu geldi ama direksiyonu vermek de istemiyor. Biz de cam açtık müzik açtık azıcık uykusu açılsın diye.' dedi ve durumu açıkladı. Daha fazla soru sormadık. Sadece bir ara Hande Yener'in kendini çok geliştirdiğinden bahsetmeye kalktık, biraz da Hande Yener'in Türkiye'nin Madonna'sı olduğundan dem vurduk hepsi o. Benim Karadenizli Ricky Martin hatırlatmamdan sonra sohbetimiz olaysız dağıldı. Hepimiz güce konsantre olmaya çalışarak kaçmaya devam ettik.
Çok geçmeden Obi Wan, gözlerimizi kapamamızı, rotamızı hissetmemizi, gücün bizi doğru yola götüreceğini söyledi. Gözlerimizi kapadık. Kulaklarımızın yalancısıydık ama sanırız yol boyunca ilk defa yavaş yavaş da olsa Darth Vader'dan uzaklaşmaya başlamıştık. Zira artık ne nefesi, ne takip sesi eskisi kadar yakından gelmiyordu.
Gözümüzü açtığımızda karşımızda yol boyunca bizimle konuşan, adeta bir Radyo Trafik vazifesi gören Obi Wan, Qui Gon ve Yoda'yı ayakta bize gülümserken gördük. Gizem, Erdem'in sırtından inip telefonunu çıkardı ve hemen Instagram'ı açarak bu anı ölümsüzleştirmek istedi. Erdem'le ben, Gizem'in ünlü üçlüyü çekmeye karar verdiğini düşünerek pozla ilgilenmez, gülerek izler bir tavır sergiledik. Fakat sağ olsun Master Yoda 'Girmelisiniz fotoğrafa siz yakışıklı padawanlar da' diyerek bizi adam yerine koydu da dahil olduk fotoğrafa. Daha sonrasında Gizem fotoğrafa dahil olmak istedi ve telefonunu Erdem'e tutuşturdu. Bir önceki pozda ayı gibi dümdüz durup yalnızca gülümseyen adamlar, yani biz bu fotoğrafta da bir öncekinin aynısı pozu vereduralım Gizem her kız gibi, yüzünün kuvvetli olduğunu düşündüğü yanını gösterecek şekilde kafasını büktü. İkinci fotoğrafın çekilmesinin ardından pozu bozan ilk adam oldum ve hızla Erdem'in yanına koştum. Erdem'e Yoda'nın bizi padawan olarak çağırdığını farkedip farketmediğini sordum. Farketmiş. Erdem'le klasikleşen sevinç gösterimizi gerçekleştirerek birbirimizi yumrukladık. Gizem ise master'larımızla fotoğraf çektirmeye devam ediyordu. Ben 'Gizem baya normal kızdan farksızmış' dedim, Erdem 'Babeti de vardır bunun.' diyip sinirli bir şekilde yere tükürdü.
Fotoğraf çekimleri ve yolculukla ilgili komik anıların anlatımının ardından Dominos'tan pizza söyledik. Pizzaları sipariş edişimizin üzerinden geçen otuz altıncı dakikanın ortalarında kapı çalındı. Qui Gon sevinçli bir şekilde 'Otuz dakikayı geçti aga. Yarrağımı alırlar parasını, hopp enayi pizzası.' diye sevinerek kapıyı açmaya gitti. Yemek sırasında öğrendik ki Qui Gon hakkını sonuna dek arayamamış ve pizza parasını ödemiş. Yoda, hakkını arayamayan Qui Gon'a sinirlenip 'Asla duymayayım bir yerden, o pizza fişini muhasebeye verip paranı aldığını.' dedi, oldukça sinirliydi. 'Galaksiyi savunurken sırt sırta veriyoruz, hakkını savunmayı bilmeyen adamla. Emanet ediyoruz götü, resmen pezevenge.' diye de ağzını bozdu. Sonra.. Sonrası uzun bir sessizlik. İştahlar kaçtı. Zaten ortama ilk defa girmiş olan bizler, insan doğası gereği, huzursuzluğun gelişimizden kaynaklı olduğunu düşünüp sus pus olduk. Sessizliği Gizem bozdu :
- Bu kadar hızla, acele değil ama çabuk çabuk, acele değil ama çabuk çabuk getirdiniz buraya. Darth Vader peşimizdeydi. Bilhassa ben, bu iki bencil adam yüzünden ölüyordum. Şimdi sanki o koşuşturmaya girmemişiz gibi makara kukara vakit geçiriyoruz. Madem az önce bizi Padawan diye çağırdınız o zaman kılıçlarımızı verin bize!
Gizem'in sert çıkışı Erdem'le beni Gizem'den taraf mı olsak, Gizem'i 'saygısız' olarak görüp Yoda'nın gözüne mi girsek seçenekleri arasında bıraktı. Fakat bir lightsaber isteği her ikimizde de mevcut olduğundan safımızı Gizem'in safı olarak belledik. Pizzalarımızı bitirmemiş olmamıza rağmen ellerimizi silip masanın üzerinde kavuşturduk. Bir açıklama yapmaları için masterlarımızın gözlerine çevirdik meraklı ve istekli gözlerimizi..
Devam edecek..
Edit: Soundtrack Macklemore & Ryan Lewis Reyizlerden
Burnundaki çilleri fondötenle kapama
Gezdim bilimum illeri yok senin gibi yar bana
Halim gören Mecnun der, ama hava hoş sana
Zalımların şahısın allı pullu yarim oy
Kırmızı ayakkabını görende bakmadım fiziğine
Ne okuduğun kitaba, ne dinlediğin müziğine
Sayende kumara düştüm, başlarım beziğine
Zalımların şahısın allı pullu yarim oy
Senden evvel pek düşkündüm süslü dünyevi tatlara
Şimdi bir başka oldum bakmaz oldum avratlara
Rengarenk biçimdeydim, sen yoksun diye karıştım matlara
Zalımların şahısın allı pullu yarim oy
Seni severek vermiş olduğum rahatsızlıktan ötürü özür dilerim nar çiçeğim yar çiçeğim aay kırmızıyla moruna...
Yememden içmemden kesildim kaldım bir deri kemik
Sevdanı tanımla dersen çiçeğim, emin ol tam anlamıyla epik
Sırf gül cemaline rast geleyim diye dolanıyorum fellik fellik
Zalımların şahısın allı pullu yarim oy
Nerden çıktı bilemem, yıllar yılı "cenabet"tir lakabım
Kime gönlüm ısınsa dakikalar içinde yar edinir, bedbahtım
Sende son bulsun ister naçar gönlüm bu kem talihim, karabahtım
Zalımların şahısın allı pullu yarim oy
Demirbey der ki eline mi yapışırım sevsen zat-ı alimi
Sana yemin olsun yakarım sevinçten bu cem-i cümle alemi
Bak indirdim perdeleri anlattım sana neler çektiğimi, halimi
Sen o zalımlardan olma allı pullu yarim oy
Edit: Şarkı kıymetli bir arkadaşımızın playlist'inden çıkıp kulağımıza çalınan negzel bir şarkı (Başkanıma selam ederim). Yolculuğumuz sırasında remix versiyonunu dinlemiştik, orijinalini paylaşayım sizinle. Kura'dan Gogo: