21.03.2014

KIRAŞ


Gel de bir şeyler yiyelim.
Hem mutfakta ekmek de var.
Benim gidip almaya hevesim yok.
Sen gel de ver.
Hüsnü'ler ölmesin! Ekmek de yiyebilsinler.

11.03.2014

KARDEŞİMSİN BERKİN

FotoğRaf yok. Bi sikim yok paylaşılacak. 
Çocuk öldü bugün. İster elinde taş olsun, ister sapan. İsterse binmiş tanka etrafa ateş ediyor olsun.
Öldüremezsin!
Öldürmemelisin!
Çocuk öldü bugün be!!!
Başka şartlar altında olsa kimi suçlayacağımızı bilemezdik de malum açıklama var: 
“İçişleri Bakanıma 24 saat içinde AKM’yi ve Cumhuriyet Alanı’nı temizleyin dedik. Şimdi soruyorlar ‘Polise talimatı kim verdi?’ diye. Polise talimatı ben verdim. İşgal kuvvetlerini mi izleyecektik? Dünya zil takıp oynasın diye. Bunu mu seyredecektik? Oralar temizlendi”
Bu çocuk muydu etrafı kir pis içinde bırakan, yoksa senin güçten gözü dönmüş şekilde oynadığın diktatörlük oyunu mu?
Elleri kaldırıp 4 yaptığın, canlı yayınlarda hüngür hüngür ağladığın kızdan daha kıymetsiz tabi bu sabah ölen kardeşim. Alevi bir kere (?). 
Yaşama hakkı yahu. Bir tane var elimizde (Benim inancıma göre). Ne hakla sen 14 yıl + 269 gün uykuda geçmiş bir ömre son verme yetkisini kendinde görebiliyorsun?
Gel söyle. Allah aşkına söyle katillik değil de ne bu?
O övünüp, oy toplamak için kullandığın namazda alnın secdeye vardıkça gelmiyor mu şu ölen gençler gözünün önüne?
Nasıl bir soğukkanlılıktır bu? Nasıl bir vurdumduymazlıktır? Nasıl uyuyabiliyorsun bir söyle!!!
Yok yazı mazı. Yok gül cemal güldürmece. 
Çocuk öldü. 
Ölümün en yakışmadığı zaman diliminden bir insan öldü.
19 yıl önce Srebrenitsa'da ölen miniklere nasıl yanıyorsam hala, bu çocuğa da yanıyor olacağım bundan 19 sene sonra.
Orada "Anne! Çocukları küçük kurşunlarla öldürürler değil mi?" diyordu çocuğun biri. Hayır, kurşun hep aynı kurşun. Sana, bana, ona...
Berkin'e sıkılan o gaz fişeği de işte sana, bana, ona sıkılan ve şans eseri kah ayağımızın dibine düşen, kah sırtımıza-bacağımıza çarpan, kah başımızı sıyırıp geçen o fişeklerin aynısıydı. 
Ve olmaz olsundu.
Ve unutursak bu yapılanı yüreğimiz kurusundu.

6.03.2014

MÜJGANCEPTION

'Üzerindekileri çıkar. Ne dediğini anlamıyorum.' dedim.

Hayır sevgili okur. Klasikleşen çapkın, ıssız adam gibi adam cümlesi kurmaya çalışmıyordum. Siyah bolerosunun, siyah saç bandının ve siyah deri topuklu çizmelerinin haricinde giymiş olduğu bluz ve tayt tamamen leopar deseninden ibaretti. Leoparla mı yemek yiyordum yoksa leopar desenli kıyafetlere bürünmüş bir hanımla mı ayırt edebilmek için zihnimi tam güç çalıştırmam gerekiyordu. Hem vücudumu fazlasıyla ele geçirmiş olan sarhoşluğun etkisiyle hem de öyle ahım şahım zeka parıltısı saçan bir adam olmadığım için ara ara leoparla karşılıklı yemek yediğim fikrine kapılıp anlaşabilme maksatlı 'Ghaoaaaar!' diye kükremselce kükrüyordum. Hoşuna gidiyor, kikirdiyordu imitasyon deri çizmeli leopar.

Hoşuna mı gitti? 
Gittiyse..
Yine yaparım.
Gitmediyse..
Yine yaparım.


Sevişme isteğimi bu şekilde kabaca değil de daha kibar, daha ince belirtirsem bana seks verebileceğini söyledi. 'İç çamaşırın da leopar desenli mi?' diye sordum. Pembe dedi. 
Okur! Eğer eski bir beyzbol oyuncusu olsaydım veya gençliğimde araba kaputunda oturup çekirdek çitlediğim bir arkadaş grubuna dahil olmuş olsaydım o an tısk bazında ön dişlerimin arasından tükürürdüm. Zira pembe en sevmediğim renktir. Fakat bu iki şartı da sağlayamadığım için 'Vegan bir leopar. Hmm..' demekle yetindim. Zaten az konuştuğumdan, konuştuğum zamanlarda da özneli, yüklemli, tümleçli cümle kurmadığımdan, ne dediğimi bir türlü anlayamadığından yakındı. 

Beni bir sen anla. Yanlış da olsa..

Ama yok. Yanlış anlamayı bırak, hiç anlayamıyordu. Diğerleri gibi.. Sahi diğerleri iyi kötü aklımdaydı da bu kimdi? Pot kırmadan öğrenebilseydim keşke.

'Önündeki leğende sırf salata var. Et yemiyorsun ama etçil bir canlı kılığına girmişsin.' dedim. 'Anca eleştir. Beğenme bir şeyleri. Hiç dönüp kendine bakmayı denedin mi?' dedi. İşte leopar desenini seven kadın cevabı. Lafı sokmanıza fırsat vermeden, daha elinizde tutmuş yaklaşmaya çalışıyorken sertçe bir atakla 'Burada, bende eleştirilecek bir gram şey yok. Gel beraber seni itin götüne sokalım.' dedi adeta. 
'Baktım. Bakıyorum sık sık.' diye cevap verdim. 'Yalan söyleme. Bakıyor olsan kendinden fırsat bulup sağı solu, eşi dostu eleştirecek fırsatın kalmaz. Hadi gel üstüne başına bakalım, tipine bakalım. İster misin? Bunun için mi çağırdın beni buraya Müjgan da Müjgan diye koşturdun ardımdan?' diye sordu. 



Leopar saldırısı! Müjgan nasıl olur da leopar? Zihnimde dahi cümlelerim yarım yamalak hale geldi. Müjgan mı? 
Hala dediklerini anlamıyordum. Zaten içtiğim şeyle leopar desen hakimiyetinin etkisi birleşip akıl sağlığımı elimden almıştı. Ayağa kalkıp masayı terk etti. 'Gitme!' dedim, her gidenin peşi sıra denmesi gerektiği gibi. İki dakika içinde geri döndü. Arkamdan elime doğru bir bira şişesi daha uzattı. Koltuğumun ardından dolanıp önüme geldiğinde leopar desen yoktu ortada. Pembe iç çamaşırı vardı. Böyle böyle tüm habitatın anasını siktik. Sırf iki gram seks uğruna... Leoparla ortam hazırlandı ve pembe renk assolist misali hazır ortama kondu. 'Konuşuyorduk?' dedim.
'Sen konuşuyor, laf sokuyordun. Sıra bana gelince dayanamadın, sabahtan beri yaptığın gibi yine dinlememeye başladın. Ben de sana hizmet etmekten keyif aldığım için elindeki boşalmış şişeyi yenileyeyim diye düşündüm hayatım.' dedi. 'Aferin!' dedim. Elimi tutup kendine doğru çekerek oturduğum yerden kaldırmaya çalıştı. 'Gel boşuna laf kalabalığı yapıp kalp kırmayalım. Soyun sen de. Müjgan'ım diyip bi sarıl artık be.' dedi. Yüzünü seçemiyordum artık. Yine çarpmıştı meret. Yıllardır delisi divanesi olduğum Müjgan'ın bana 'Gel sarıl.' dediği günkü halime bak. Hoş, bunu diyen Müjgan da iç çamaşırıyla. Bu muydu Müjgan? Sarhoşluğun da etkisiyle 'Ben çok bekledim seni be Müjgan. Tek başıma. Nasıl sıkılıyor insan biliyor musun? Önümden geçen çiftleri saydım durdum senelerce. Birileri geldi, beklediler, bekledikleri geldi, bir olup gittiler. Ben hep burada, hep seni bekledim be Müjgan.' diye serzenişte bulunup Bursa'da bir türkü bara sponsor olduğunu gördüğüm gün içmeyi bıraktığım Beck's yerine kullanmaya başladığım bir başka marka birayı kafama diktim. Ağzımdaki son yudumu da  yuttuktan sonra pembe iç çamaşırına dönüp 'Müjgan! Sen, bana 'Hiç gelme!' dedin. Hiç dedin. Şimdi tutup da neden geldin benim evime?' dedim. 


------------------------------------------------------------------------------------------------------


Kapı çaldı. Sigarayı söndürüp camı kapadım. Yavaş adımlarla koridoru geçip kapıyı açtım. İki büklüm olmuş ayakkabılarını çıkarmaya çalışıyordu. 'Geç içeride çıkar.' dedim. Dediğimi yaptı. Ayakkabılarını çıkardıktan sonra ayağa kalktı, yüzüme soran gözlerle bakarken elimle salonu işaret ettim. Salondaki ikili koltuğa oturdu. Çıkardığı ayakkabıları antrede ayağa takılmayacak bir yere çektikten sonra ben de salona girdim ve tekli koltuğa oturdum. 'Yanıma gelsene.' dedi isterik bir sesle. İyi böyle diyerek bir sigara daha yaktım. Oturduğu yerde doğruldu, halıya eğildi ve emekleyerek önüme dek gelip ayağa kalktı. Kucağıma oturmak istedi. 'Geç otur yerine. Napıyorsun?' diye tersledim. 'Deli mi ne? Sen bilirsin.' dedi ve havalı adımlarla yerine döndü. Cebimden cüzdanımı çıkarıp 1500 lira saydım, hafifçe doğrulup eline tutuşturdum. 
'Anlaştığımız gibi..'

'Yolda bulsan sayacaksın ekiki kokiki' diye güldü. Çekemeyeceğimi anladığım için kütüphanenin alt katında duran şarabı alıp mutfağa, açmaya gittim. Bardak kullanmaya lüzum görmeden kafama diktim. 'Ne zaman başlıyoruz?' dedi. 
'Başlarız, başlanır. Önce neye başlayacağımızı bilelim. Her şeyden önce; ben ne kadar içersem içeyim, karışmayacaksın. Sana zarar vermeye kalktığım anda bana zarar ver. Aklına ne gelirse. Öldürebilirsin bile. Kendini nasıl daha iyi savunacağını sen bilirsin, bana sorma. İkinci olarak, bu evde olduğun müddetçe adın Müjgan. Alış, en ufak pot kırma. Müjgan der demez bak bana. Üçüncü olarak kapat şu telefonu siktirtme belanı.'. Ben konuşurken gözlerime bakmak yerine ilgilenmekte olduğu telefonunu hemen kapattı. 'Son olarak, seks bugün senden istediğim, isteyebileceğim son şey. Bana yemek yap. Beraber yemek yiyelim. Ve burada olduğun müddetçe elimdeki şişe biterse hemen dolaptan başka bir tane getir. Bu elim asla alkolsüz kalmasın.' dedim. 'Seks için çağırmadın mı beni?' diye sordu afallamış bir yüz ifadesiyle. 'Hayır Müjgan.' dedim, şişeyi bir kez daha kafama diktim. 


Edit: Yarın, sonunda kitap için görüşmelere başlayabiliyorum. Cağaloğlu'ndan güzel şeylerle dönebilirim umarım. Soundtrack de Cults'tan -High Road

2.03.2014

Searching for Something to Rely On



Yine 2  Mart.
Bir sene önce ve ondan önceki sene ve ondan önceki sene yazdığım 2 Mart yazılarına şöyle bir bakıyorum da değişmemiş fikrim:

Hala bugün, yarından daha heyecanlı ve güzel. Hayal kurmak serbest ve ben kurduğum hayallerde ne kutlamalar ne hediyeler alıyorum gün boyu, aklım şaşıyor. Reelde, yarın iş seyahati maksatlı Bursa'ya gidecek ve fazlaca stresli bir gün geçireceğim. Oysa geçtiğimiz hafta, 3 Mart için izin alma planları yapıyordum. Clap Along'da bahsettiğim günlerden birini ayarlayacaktım kendime. Olmadı. Olmuyor.

Ne ben gidebiliyorum zaten. Ne de o geliyor bana. Uzaklığı bile güzel bazı hayallerin. Ya da güzel değildir aslında ve yakın çevremin dediği gibi gün geçtikçe mutsuzluktan mutlanan, bir şeyleri kasten oldurmamaya çalışan bir rahatsıza dönüşüyorum gün geçtikçe ve bu yüzden böyle diyorum. Bilmiyorum..

Yaşasın Nannaist Mücadelemiz

Elimde yaşama hakkı var. Bir tane. Bulamayana, erkenden kaybedene, çok da uzağa gitmeden, bundan 9 ay önce öldürülen Ali İsmail Korkmaz ve beraberindeki yaşça küçüğüm (Ethem hariç) direniş kayıplarımıza haksızlık olur yarın ve daha sonra yaşayacağım günlerdeki zorluklara mutsuzlanmak, yaşlandığıma üzülmek. Onlar yaşlanamayacakken.. 223 gündür yaşayan ama ne yaşadığını bilmeyen, direnen Berkin Elvan'ın yanında haksızlık olur, şımarıklık olur geçen seneki doğum günümle yarın arasındaki bir yıllık süreye dil uzatmak.

Temennim aynı: Umarım tanıdığım, tanıştığım insanlar için bir şekilde 'İyi ki doğmuşum'dur.

Oh simple thing???