18.11.2016

So Tell the Girls That I am Back in Town

Karşımda oturmuş gözleri kısık bir halde ellerini ovuşturuyordu. Sıcacık çayın gelmesini fırsat bilerek yaktığım sigaramdan bir fırt alıp "Ne yapacaksın?" dedim. "Neyi ne yapacağım?" diye her yalancı, her plancı, kumpasçı, pis insan gibi sorduğum sorudan soruyla kaçmaya, gerçekleri benden gizlemeye çalıştı.
Sandalyede iyice arkama yaslanıp, ellerimi masanın üstüne şap diye vurdum, "İstediğini yap Bernacığım. Ben önlemimi aldım. Ben, yılan bakışının farkına vardım ve şeytani planlarına karşı uyanığım şu dakikadan sonra." dedim. Neden bahsettiğimi anlamadığını söyledi. Mekanın omzuna tahsis ettiği şalı yanındaki sandalyeye fırlatıp masanın üstünde duran cep telefonunu ve cüzdanını çantasına koydu. Kalkmaya hazırlandığı sırada "Yaşıtlarım evlendi gitti, ben hala ruh hastalarıyla buluşuyorum." diye söylendi.
Demek ruh hastalarıyla buluşmak için şu anda masadan kalkıp beni tek başıma bu çaya 5 kahveye 15 lira alan mekanda yalnız bırakacaktı. "Örgütüne de, partisine de, kolektifine de, dayanışmasına da lanet gitsin." dedim ve ptüüüüf diye yere tükürdüm.

Ayağımın dibinde kedi varmış. Kedi ani çıkışım ve ağzımla çıkardığım yere tükürme efektimden korkarak Berna'nın bacağına saldırdı. Kedinin tırnakları uzun olsa gerek, sakinleşip kızcağızın bacağından ayrıldığında Berna'nın giydiği, o vücut hatlarını olanca güzelliğiyle ortaya çıkaran, insanı türlü rüyalara daldıran kaskatı, dapdar kot pantolon sosyetik güzellerin üzerinde görmeye alıştığımız, 'Sen ben giyemeyiz bunu sokakta, millet döner döner bakar. Ama ünlü olunca giyiliyor.' diye anamızla, eltimizle dedikodusunu yaptığımız aşşırı yırtık kota dönüşmüştü.

Bacakları kan revan içinde, gözlerini gözlerime dikti ve "Allah belanı versin!" diye bağırdı. "Bela okuma hayvana. Bilerek yapmamıştır. Tamam bu canlıya nankör falan gibi yakıştırmalar yapılıyor ama yine de bela okumak oldukça yanlış bir şey bence." diye kendisini sakinleştirmeye çalıştım. Sakinleşmedi ve gitti.

Berna'nın ruh hastaları örgütü ile toplantıya yetişme maksatlı acil kalkışının ardından 'Burada çaya 50 x lira vereceğime, evde içerim bu çayımı; hem ortam sıcacık, hem de bu çay keyfimi yalnızca x lira giderle gerçekleştirmiş olur, tasarruf yaparım.' diye düşündüğüm için mekanın içindeki salonda dikilen garsona hesabı getirmesini istediğimi işaret diliyle anlattım. Anladı. Hay hay manasında kafasını salladı ve kasaya doğru gitti.

Garson dışarı ahşap, mini bir sandıkla birlikte geldi. Sandığı açtığımda bir de ne göreyim a dostlar? Hesap. Derhal hesabı ödemek için gerekli meblağı cüzdanımdan çıkardım. Bu sırada başımda duran garson ellerini ovuşturuyordu. Cüzdanı tam açacağım sırada duramadım ve "Ne sinsilik peşindesin arkadaşım sen. Oh oh çaya 5 lira veren keriz parası diye mi seviniyorsun ellerini ovuştura ovuştura. Git sinsiliğini benim görmediğim yerde yap." diye bağırdım garsona. Garson da "Abi ellerimi sinsilikten değil, soğuktan üşüdüğüm için ovuşturuyorum." dedi.
O an aklıma Berna ve elleri geldi, ellerini ovuşturuşu. Sinsi sinsi... Aslında sinsi sinsi değil ama öyle gözüken el ovuşturuşu... Meğer sadece ellerini ısıtmaya çalışıyormuş. Sonra kanlı bacakları geldi,  silkinip kanlı bacaklarını sildim kafamdan ve Berna ile dapdar kotu geldi aklıma. Yalnızca kot ve Berna. Garsona dönüp "Potansiyel yenge adayına, talihsiz bir yanlış anlaşılma sonucu yersiz çıkışmış olabilirim arkadaşım. Ve bunu, şu işletmenizin şuraya iki katalitik soba, iki ufo koymayışına borçluyum. Yok hesap mesap, seksimden oldum işletmeniz yüzünden. Bu hesabı ödemeyerek müessesenizle ödeştiğimizi düşünüyorum." dedim ve mekanın amirinden çaycısına, bulaşıkçısından garsonuna herkesin katılımcı olarak boy göstereceği yüz yılın dayağını yeme ihtimalimi ortadan kaldırmak için koşarak uzaklaştım oradan.

Edit: Şarkıya ait soundtracakler Damon Albarn ve Arctic Monkeys'ten:




28.02.2016

Bir Şarkısın Sen Ömür Boyu Sürsen mi Sürmesen mi Düşünmeliyim

Hello, can you hear me?
I'm in California dreaming about who we used to be.

Bir şarkıyı ömür boyu söyleyebilir misiniz? Ya da dinleyebilir misiniz? Başka hiçbir şarkı araya girmeyecek. İsteseniz de değiştiremeyeceksiniz. Size sunulabilecek tek imtiyaz bu şarkıyı yaşadığınız anın ambiyansına göre coverlayabilmemiz olacak.
Mesela bir tanıdığınızı kaybettiniz ve cenazesini takiben okutulan mevlide katıldınız. Seçmiş olduğunuz o tek şarkı, bu anda Ahmet Özhan coverıyla ilahi tadında söylenecek. 
Ya da sevişiyorsunuz. Seçtiğiniz şarkı sevişmeye giden süre boyunca afacan, heyecanlı bir ritmle dönecek fonda. Hani şu Sezercik filmlerinde Sezercik türlü oyunlar yaptığı sırada arkada dönüp duran şarkı. Seks başladığında ise Nine Inch Nails tarafından coverlanmış haliyle çalıp duracak. 
Türevlerini sizler düşünüp yorumlayabilirsiniz.
Kısaca demem o ki size bir şarkıyla evlenmeniz teklifini sunuyorum ve o kadar görüşlere açık bir insanım ki kendi şarkınızı kendinizin seçmesine olanak tanıyorum.
Bu metaforu evliliğe yoran olabilir. Aileyle yaşamaya, emekliliğe dek aynı şirkette çalışmaya yoran olabilir. 
Ben, sadece uzun zamandır yazmıyordum ve bundan sonrası için biraz harekete geçmek adına kafamda dolanıp duran bu fikri buraya iliştirdim hepsi bu.


Şarkı da koyayım hem.

4.01.2016

CANNONBALL

Ne yazacağımı bilmeden sadece fiile odaklanıp geçtim sayfanın başına.

Bıyıklarımı kesmeyi düşünüyorum. En azından geçici bir süre. Düşünüyorum sadece. Bu işte fiile ulaşabilmek o kadar kolay değil. Ehliyetim olmasa bıyıksız halimi hatırlayamayacağım. Neyse ki var o ehliyet ve her bıyıklarımı kesmeye heveslenişimde bana şiddetle dur diyor.

2014 ile kıyaslayınca 2015te ne de az yazı yazdım. Aslında buraya yazdığım bilmem kaç tane yazı gibi niceleri var kafamda. Eskiden hemen not alırdım, kurgular ve buraya geçerdim. Şimdi yazamadığım hikayeleri en ufak boş anımda düşünüyor, ehin ehihin diye kendi kendime gülüp geçiyorum. Arkadaşlarım, iş çevrem, ailem için pek hoş bir durum da değil bu. Hemen herkes yakaladı bu kendi hayalime güldüğüm anları.
Haziran'da yeni bir evim olacak. O hayal edip de bir türlü hayata geçiremediğim yazı masamı orada en güzelinden seçerim. Evin en güzel yerine koyarım diye ummaktan başka çarem yok. Neyse en azından niyetim var yazmaya.

Bu niyet olayı yüzünden kendimi Gerçek Kesit gibi görüyorum. Bir televizyon programı olsam Gerçek Kesit olurdum. Yazan, yöneten, oynayan nasıl da iyi niyetle çektiler bölümleri, nasıl da kutladılar emek verdikleri bu yapımın televizyonda yayınlandığı gün, nasıl da mutlu girdiler hazırladıkları bölümü izledikten sonra yataklarına kim bilir. Ben de yaptığım her işi, söylediğim her lafı, kısaca aldığım her nefesi her icraatımı Gerçek Kesit ekibi gibi 'Çok güzel oluyor lan' diyerek gerçekleştiriyorum. Her gece muhasebesini yapıyorum sonra yaptıklarımın, izleyici gibi bakıyorum o günlük Gerçek Kesit'ime. Bok gibi geliyor bok. Ama iyi niyetli bok. Yapmaya çalışmışım lan diyorum, yekten geçemiyorum kanalı.



Kırmızı ay olacak diye bekleyip buluttan başka hiçbir şey görememiş adamım ben. Bir de günümü gördüm. Yıllar sonra... En güzeldi. İyi ki ayın kırmızı olması gibi bir bahane vardı. Keşke bir daha olsa ve keşke izlesek. Bulutsuz lütfen.

Ben renk körüyüm. Derdim günümü görmek.

Edit: Yazının şarkılarının ilki rahmetliden

İkincisi de