15.04.2011

Geçen Yazıdan Devam...

(Bir önceki yazının devamı ve aynı zamanda sonu olan yazı. Önceki yazıyı okumadan buna başlamasanız iyi olur.)




Yazının bu ikinci kısmında olaylar Emin'in gözünden anlatılmaktadır.


Demirbey'i 20 senedir tanıyordum. Çabuk parlar tez sönerdi. Daha tuvalete varmadan sönmüştü. Tuvalete girdiğimizde her erkek gibi çişimiz olmasa da bi yapmayı denedik. Ben gördüğüm en temiz pisuvara yöneldim, Demirbeyse sahne fobisinden ötürü kabinlerden birine girdi. Akşamki maçın kadrosunu bilip bilmediğini sordum. Biliyormuş, kadroyu saydı tek tek. 'Yine mi Necip oynuyo amına koyim! 33 yaşına geldi adam, sanki takımda başka orta saha kalmadı.' diye haykırdım. 'Deme öyle la, elimizde büyüdü o çocuk. Varsın oynasın, Beşiktaşlı!' diye beni sakinleştirdi. İkimiz de ağız tadıyla bi sinirlenemiyorduk. İşimizi bitirip çıktık. Kapının önünde İsmail'le karşılaştık. Bizi görünce yılların değiştiremediği gülüşüyle mehhehheh diye gülmeye başladı. Demirbey evleniyordu, ona ben de gülüyordum tamam ama bana niye gülüyordu bu yavşak. Tüm açıksözlülüğümle açıkta bişey mi gördüğünü sordum? 'O saçlar ne lan öyle?' diyip gülmeye devam etti. Demirbey de yanımda kıs kıs modunda gülüyordu. Demirbey gibi ben de 34 yaşındaydım. Bugüne kadar saçımı sadece bir defa o da 2002 de uzatmıştım, İlhan Mansız'ın samuray saçlarının moda olduğu dönemde ben de Samuray'a bağlamıştım kendimi. Onun dışında hep aynı model saçla bi ömür geçirdim. Saçlarımı taramaz öyle dağınık dümdüz gezdim bi ömür, sadece düğünde dernekte saçları dikiyordum. 90 ların sonundan kalan bir moda bu, hala yaşatıyorum. Jöleyle saç dikmek güzel...

(Uzun yıllar Beşiktaş forması giymeye devam et Necip! Hep başarılı ol, hep doldur gözlerimi Necip!)

İsmail ile beraber, Demirbey'i tekrardan gelinle damadın bekleme odasına götürdük. Kızcağıza dalmasın diye başlarında bekledik. Gelinin simleri bulaştı simsiyah takımlarımıza. Bildiğin ışıma yapıyorduk takım elbiselerimizle. Saat 18:50 de odayı terkedip masalarımıza yöneldik. Zira 19:00 da düğün merasimi başlayacaktı. Demirbey sağolsun kız tarafının bekar kızlarıyla İsmail ve beni aynı masaya oturtmuştu. İsmail habire çatal bıçak peçete ne varsa düşürüp durdu yere. Sapsarı suratı içine girmiş olduğu rezillikten kıpkırmızı oluyor, yine de yaptığı sapıklığa bir son vermiyordu. Bi ara eğildiğinde masanın altında bi ışık yanıp söndü. Sanırım İsmail caps almaya çalışırken flashı açık unutmuştu. Masadaki kızlar jüri gibi, bilirkişi gibi nazar dolu gözleriyle masaları, gelen başlangıç tabağını, birbirlerinin ve diğer kızların elbiselerini, düğün salonundaki hizmeti süzdüklerinden flaşı farketmediler.

(Dövme sakızdan çıktı herkez bilsin yanee)

Sonunda önce nikah memuru orta yaşlı bir adam ve akabinde Demirbeyle eşi salona girdiler. Çatapatlar yandı, herkes alkışladı. Demirbeyle aynı surat ifadesine sahiptim, "Ne diye alkışlıyo la bunlar? Sadece yürüyoruz." diye insanlara garipser şekilde bakınıyordu Demirbey. Nikah masasına oturdular, şahitler masaya teşrif etti ve nikah memuru repliğini ezbere okumaya başladı. Ve sonunda sordu: 'Demirbey Arkonem hanımı hiçbir baskı ve etki altında kalmadan eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?'. Demirbey, benim de kendisinden beklediğim üzere yekten osurukvari bi tonda 'Evet.' dedi ve sırasını savdı. İnsanlar zaten bekledikleri bu cevabı çılgınlar gibi alkışladılar. Aynı soru kızın cevaplaması için de soruldu. Kızla Demirbey yaklaşık 3 yıldır beraberlerdi. Fakat Demirbey bu üç yıl içinde kızla fazla yüz göz olmamış, haftalarca arayıp sormadığı olmuş, bundan önceki ilişkilerinin aksine hiç üzerine düşmemişti kızın. Kızı fazla da tanımıyordu diyebilirim bu yüzden. Ben Demirbey'i tanıyordum ve nikah memurunun sorusuna espri yapmaya çalışarak veya yalandan duraksamayla cevap veren veya da çok çok coşkulu evet diyen bir kızla evlenmeyi katiyyen istemeyeceğini de tahmin edebiliyordum. Nikah memuru sorusunu sormayı bitirende kız önce bi durakladı, 'Ay ben bi daha düşüncem yaaa' dedi ve sonunda 'Ehheh. Eveeeeeeet' diye kız çığlığı attı. İsmail'le göz göze geldik. İsmail kız tarafının duymaması için dudaklarını oynatarak 'Gerizekalı!' dedi, başımla çok çok onayladım onu. Göz göze gelecek insan arıyordum resmen sıradaki hedefim Demirbey'di. Gözlerini sadece sinirli olduğu zamanlar yaptığı gibi belertmişti. Onun da ağzını okudum 'Sikerler!' diyordu.

Demirbey öyle insanlar kırılsın üzülsün diyebilecek vurdumduymaz bi adam değildi. Başından neler geçmiş, ne kazıklar yemiş ama sırf karşısındaki -kazığı atan kişi bile olsa- üzülmesin mutsuz olmasın diye sessiz sakin karşılamıştı hep başına gelenleri. Sırf üzülmesin diye kendi işine gelmeyen, istemediği şeyleri bile yapardı. O nedenle imzasını atar ama birkaç ay içinde de kızı boşar dedim içimden, zira kızın soruyu cevaplama şekli tavrı ona çok çok tersti ama bi kızın en güzel gününü mahvedecek göt benim bildiğim Demirbeyde yoktu. Yanıldım, 22 senelik arkadaşımın vereceği tepkiyi bilemedim. Demirbey masada ayağa kalktı. 'Maç kaçıyor la ya!' diye bi bağrış bağırdı. Kapıya doğru yürümeye başladı. Blöf gibi durmuyordu zaten, ama bir umut blöf bekleyenler de Demirbeyin kapıdan çıkıp gözden kaybolmasıyla beklentilerini sonlandırdılar. Demirbey'in annesi bayılmış, babasıysa bi buçuk metrelik boyuna bakmadan oğlunu dövmek için koşmaya kalkmıştı, neyseki kardeşleri tutup sakinleştirdi onu. Kendi annemi annesinin başına, yardıma yollayarak Demirbey'in peşinden çıktım salondan. İsmail de koşturdu. Uzaklaşmamıştı, saklanmamıştı Demirbey, dışarıdaydı. Ağzında sigara, gelin arabasının süslerini söküyordu hızlı hızlı. Bizi görünce 'Yandı kapora! Babam sikicek beni!' dedi. 'Ama o nası bi cevap vermedir abi? Eğer çıkmasaydım, eğer kaçmasaydım oradan nazlı yar diye denyonun tekini alacaktım koynuma. Taktım evim yuvam olsun diye kimle ne yaptığımdan haberim yok. Olmuyor işte, gitti gideli olmuyor! Bahtımı talihimi... 12 sene oldu, bahtımı talihimi... Ben bi bok yemedim çilesini ızdırabını ben çekiyorum 12 sene ya!' . Sakinleştirdik onu. İsim yazan kağıtları, plakadaki yazıları, çiçekleri şeritleri söktük el birliğiyle, hızlıca. Atladık arabaya ve son sürat kaçmaya başladık. 'İyi hoş da nereye gidiyoruz oğlum?' dedi İsmail. Düşünmemiştik. 'Sizin işiniz yok, benle kalırsınız değil mi?' diye sordu Demirbey. 'Yok işimiz lan!' dedim, İsmail 'Hacı yarın mençıstır maçı var onun dışında yok benim de.' dedi. Sürücü koltuğunun sol tarafından arkaya elimi uzatıp bacağını sıktım. 'Mençıstır maçı da işten sayılmaz, izlemesem nolcak lan hem canın sağolsun.' diye ağız değiştirdi. 'Beşiktaş maçını veren bi radyo açsana.' dedi, radyoyu bulup açtım, sonra kafasını bana çevirdi bir dakika kadar konuşmadan baktı, sinirli olduğu zamanlar yaptığı gibi diyeceklerini süzgecinden geçiriyor, pişman olacağı birşey söylemek istemiyordu. '12 yıldır arkadaşlar hep iyi lan.' dedi Demirbey, sigarasından son nefesi alıp izmariti camdan yola bıraktı. 'Bolu'ya gidelim' dedi 'Kimse yoktur oralarda bu mevsim.Boluya gidelim.'.




(Yazı biterken 'Mazi kalbimde bir yaradır' çalmaktaydı)

4 yorum:

  1. bak ben yeni takipçiyim öyle meseleye karnıyarık gibi ortasından girmeyi de sevmem adam gibi baştan sona okuyorum yazıları... çok iyisin yahu... vallaha!! tamam tamam ilk söyleyen diilim biliyorum yeniyiz ama işte idare et!!

    YanıtlaSil
  2. çok teşekkür ederim çok. valla oku, bişey kaybetmezsin, gülersin bol bol (:

    YanıtlaSil

söyle güzelim dinliyorum?