Hayır
yapılmamış bir şeylerin kalmış olması gerekir tabi. Ama Vedat bulamıyordu.
Filmlerde, kitaplarda veyahut ne bileyim dizilerde tüketmişler her yolu.
Ferhat, Şirin için dağı boşuna delmiş vakti zamanında diye düşündü. O zamanlar
çok daha basit ama yapılmamış şeyler de bulabilirmiş oysa. Ferhat Tarık Akan numarası yapsa, gidip yağlı
boyayla yere ‘SENİ SEVİYORUM’ yazıp bir gece boyu yazının başında beklese; Vedat
da şimdi, günümüzde Uludağ'ın orta yerine tırnaklarıyla fırt fırt kazıya kazıya
delik açıp yeni, orijinal bir şekilde yar gönlüne gidiş yapabilirdi
pekala. Ferhat’a ayrı, Şirin’e ayrı küfretti düşündükçe.
Geceydi. ‘Yağmur koymuyor da, rüzgarı oldukça sertmiş buraların.’ diye
geçirdi içinden. Üşümüştü. Ellerini pardesüsünün ceplerine sokup yumruk haline
getirdi. Sigara yakmadan birini beklemeyi beceremeyeceğini sanardı. Üşümemek
için ellerini cebinden hiç çıkarmadı o gece. Sigara içmeden bekledi sokaktan
geçmesini. Sokak hayvanları bile yoktu ortalıkta. Sadece ayazı romantizme
çevirmeye çalışan birkaç çift geçti sokaktan. Onların haricinde iki tane yüz
hatları oldukça kemikli, sırf bakışlarıyla dost düşman ayırt etmeyen korku
veren adam, bir tane balici, bir tane çöp karıştırıcı, bir tane de selpak
satmaya çalışan sokak çocuğu geçti. Sokak çocuğu Vedat’la konuşmaya yeltendi,
ağzından çıkacak herhangi bir cümlenin zor topladığı cesaretini
kaybettireceğinden korktuğu için muhatap olmadı. İngilizce bir şeyler söyleyip
turist olduğuna ikna olmasını ve gitmesini sağladı. Sokakta uğursuzluktan başka
bir şeyin olmadığı bu saatte O'nu beklemek o an için aptalca geliyor, fakat
oradan ayrıldığı takdirde O'nun binde bir dahi olsa sokaktan geçme ihtimali onu sokağa mıhlıyordu.
O gün
yaklaşık akşam 5ten sabah 10a kadar uyumadan bekledi O'nu. Beklemenin
bitiş saatini kesinkes bilebiliyordu. Çünkü O'nu sokaktaki saatçinin vitrini
önünden geçerken gördü o sabah ilk defa. Bütün saatler özenle 10'u
gösteriyordu. Ne bir dakika eksik, ne bir dakika fazla. Koşarak yanına mı
gitmeli, yoksa ruh hastası gibi gittiği yolu adım adım geriden mi takip etmeli
doğru olan. Bilmiyordu. Nasıl ve neye dayanarak karar verdi bilinmez, koşarak
yanına gitmeye karar verdi. Kafasında kurmuş olduğu onlarca hikaye,
düzenlediği onlarca plan bir köşede duradursun; bazen başınıza gelen şeylerle
değişmek zorunda kalıyor planlarınız, hikayeleriniz. Vedat'ın aklına gelir miydi çamur içinde O'nun karşısına çıkmak? Diz ağrısı yüzünden takım elbisesinin altına spor ayakkabı giydiği için bile efkarlanıyor, sinirinden tüyleri ürperiyordu. Şimdi o takım elbisesi de, spor ayakkabıları da çamur içindeydi. Gece boyu dikilmekten yorulmuş olan
bacaklarından soldakisi, omurilik soğanının vermiş olduğu komuta uymadı ve yerde
sürüklenerek düşmesine sebep oldu. Soğuk, ıslak gecenin şahidi çamurlu
kaldırımlara uzandı yüzükoyun. Cebindeki temiz mendillerden bir tanesini alıp
sadece elini ve yüzünü çamurdan arındırdı. Sağ bacağından kuvvet alarak ayağa
kalktı ve sol bacağını da elinden geldiğince kontrol etmeye çalışarak O'na
doğru hızlı hızlı yürümeye başladı.
Ya
zaman geçmemişti ya da kendine saat alma gibi bir planı vardı. Zira onca düşme,
yerden kalkıp temizlenme, aksaya aksaya yanına gitme nedeniyle kaybettiği
zamana rağmen O, hala saatçinin vitrini önündeydi. Gecenin soğuğunun burnunda
bırakmış olabileceği muhtemel sümük izlerini, elindeki çamurlu peçetenin temiz
tarafıyla bertaraf etti O’na birkaç adım kalkmışken. Eli yine burnunun ucuna
gittiğine göre o anda heyecanlı ve utangaçtı. Bu iki şart altındayken hep aynı
şey olurdu: Göz teması kuramaz, sağ elini nutuk atan Demirel eli şekline
getirir, minik aralıklarla burnunun ucuna dokunurdu Sesini toplamak için
yalandan bir-iki kez öksürdü ve nihayet yanına ulaştı.
Adını
söyledi. Dönüp baktı. Vedat, O'nun fotoğraflarına saatlerce, günlerce baktığı
için yüzünü ona dönene kadar geçecek zamanda yüzüne dair göreceği her açıdaki
her bir detayı an be an, piksel piksel biliyordu. O'nunsa Vedat’ı tanımak için
biraz uğraşması gerekecekti. Yine de beklediği kadar fazla uğraşmadı. 'Vedat'
dedi, 'Merhaba' diye de ekledi. İçi sıkıldı Vedat’ın. Neden sapığa bakar gibi,
acır gibi, iğrenir gibi bakmıştı ki şimdi? Üstü başı çamur içinde, bir koca
gece sokak bekçiliği yapmış, haber dahi vermeden bambaşka bir ilden kalkıp
gelmiş bir adama normal gözle baksın istemek de nasıl bir bencillik? Ne
yapacaktı, boynuna mı atlayacaktı sanki. Ama yok; moral, bozulmaya yer
aramayagörsün hele. Olması gerekeni değil, gönlünden geçeni olsun istiyor her
şartta, her durumda. Vedat da zeytinyağı misali üste çıkıp kendi ahval ve
şeraitine bakmadan yadırgadı Çimen’i. Evet adı Çimen’di ve bu isim Vedat’a göre
yerküre üstünde sahip olunabilecek en güzel isimdi. Vedat, Çimen’in haberi
olsun olmasın ufak da olsa gönül koydu. Bir iki dakika içinde geri almak üzere…
-
Ayakkabılarım için kusuruma bakma. Bacağım acıyor diğer türlü, bunları giymek
zorundayım ne giyersem giyeyim. Üstüm de çamur, üstümün de kusuruna bakma.
Bacağım yine müsebbibi. Taşıyamadı heyecanımı soldakisi, yürümek için ne
yapılması gerektiğini unuttu. Heyecanlandım, yanlış birşey demem umarım. Dersem
de kusuruma bakma. Bitmedi görmezden gelmeni istediğim kusurlar. Bu sondu
ama. Seni gördüm ya kalbim hızlandı. İnanmazsın onu da na şuncacık bez
yönetiyor. O bez salgılar üretiyor. Üretsin, vazifesi oysa üretsin tabi ama
sırf seni gördüm diye o bez niye kendinden geçercesine, bu denli hızlı
çalışıyor ki. Millet gönlüne hoş geleni henüz üç yaşındaki kardeşinden kıskanır
ben böbreklerimin üzerinde adrenalin salgılayan bezlerden kıskanıyorum.
Sinirleniyorum da, karışmasa keşke işime. Ben istiyorum ki zaman yavaşlasın,
yılda bir kırpayım gözümü de kaçırmayayım bir anını gül cemalinin. Ama o,
heyecandan elimi ayağımı bir ediyor. Tabiri caizse kendi sahamdaki maçta
deplasman havası yaşatıyor bana kendi taraftarım. Anla nasıl zor, cümle kurması
düşüncelerini belli belirsiz duyabiliyorken. Ben geldim, seni görmeye
geldim. İnsanların ölmeden önce görülmesi gereken yerleri, görülmesi gereken
şeyleri listeleyip bastığı onlarca kitabın olduğu ve bu kitapların dediği
şeylere riayet eden milyonlarca insanın olduğu şu döneme inat görmek istediğim
bir sen vardın. Gördüm çok şükür. Yine de 'Ölsem de gözüm açık gitmem'
diyemiyorum. Giderim illaki. Çünkü benim konuşmam lazım sana. Biliyorum dışarı
çıkmışsın. Dışarı çıkan insanın işi olur. Gel hayat memat meselesi değilse şu
işin, benimle otur bugün, konuşalım. Çok konuştum, sana söz bırakmamacasına
konuştum. İki kelime dışında ses tellerini titretişini duyamadım. Sen titret
ben hayran hayran odaklanayım çekicime örsüme üzengime. Ben planladım da geldim
kafamda binlerce şey, bir senin benle konuşmayacağını planlamadım. Şu anda
istesen meydan dayağı attırırsın bana ama ben hissettim senin de dinlemek
istediğini. Umarım çalışmadığım yerden vermezsin cevabını. Ben müspet muhabbete
çalıştım durdum.
Çimen, elini
kaldırdı ve Vedat’ın sol omzunun üzerinden birisine gidin dercesine bir işaret
yaptı. Buluştuğu, adını andığı andan beri ilk defa bakışlarını Çimen’in
bakışlarından çekip sol omzunun üzerinden geriye çevirdi. Kendilerine doğru
bakan grubu gördü. Üç kız, bir de erkek vardı. Erkek gelip yüzyılın dayağını
atmadığına göre Çimen’in sevgilisi değildi. O’nun bir el hareketiyle geri
döndüler ve aralarında kahkahalar atarak uzaklaşmaya başladılar. Çimen ‘Gidebiliriz’
dedi. Vedat arkadaşlarının yanında küçük düşürmediğini umduğunu ama düşürdüyse
özür dilediğini söyledi.
Gidebiliriz şeklinde
sese dönüşen kabul belirteci ile şehrin yerlisi sayılabilecek olan Çimen
arkasını dönüp kafasında belirlemiş olduğu yere doğru bir yürüyüş başlattı.
Vedat, hemen arkasından burnunu yaklaştırdı ve bir saniye öncesinde O’nun
durduğu yerdeki havayı bütünüyle içine çekti. Vedat parfüm kullanırdı ama buna
rağmen parfümden anlıyor denilemezdi kendisi için. İçine çekmiş olduğu havanın
burnundan çekmiş olduğu kısmı gözlerini yaşarttı. Jean Baptiste Grenouille’in
bilmeden elinden kaçırdığı koku uğruna döktüğü o hayranlık gözyaşlarının
benzerleri göz pınarlarını zorluyordu. Yaklaşık beş dakika önce yanlışlıkla
düştüğüne benzer bir şekilde ama bu sefer bilinci yerinde olarak dizlerinin
üzerine kapaklanmak üzereydi ki gözlerini açtı ve düşmekten kurtuldu.
Konuşkan biri
olmamasına rağmen yapmış olduğu uzun ve essiz girizgah için kendiyle gurur
duydu. Sessizlikten keyif almasına rağmen şimdi yürüyüş esnasında yaşadıkları
sessizlikten kurtulmak için açtı ağzını, yummadı gözünü –bir kez daha düşmemek
için:
-
Kızdın mı bana?
-
Ne için?
-
Geldiğim için. Sen gel demeden. Habersiz. Pis gibi, sapık gibi..
-
Bilmiyorum.
-
Ben de bilmiyorum.
-
Sen neyi bilmiyorsun?
-
Nasıl gelebildiğimi..
-
…
-
…
Çimen, giymiş olduğu kırmızı kabanı sayesinde yoldan geçmekte olanların ilgilerini, yanındaki berduşa uğramasına fırsat vermeden kendi üzerine çekiyordu. Vedat biraz sıkıldı bu duruma. Futbol takımı söz konusu olduğunda milyonlarca insan onun takımını tutsun, en güzel takım olduğuna inansın isteyen erkekler, iş kadına gelince sevdikleri kadının güzelliğini bir kendileri bilsin, bir kendileri fark etsin isteyebiliyor. Düpedüz kıskançlık ve tutarsızlık. Vedat, Çimen'i son gördüğünde Çimen hafiften boynu önde, biraz kamburca yürüyordu. Şimdi değişmişti. Ya artık güzelliğinin farkına varmıştı ya
da hep farkında olduğu güzelliğini ona unutturacak, onu aşağılık hissettirecek
kimseden kurtulmuştu. Konuşmanın ‘Sapık vaaaaar!’la bitmemesi ve şu anda hala
devam etmesinin verdiği mutlulukla karışık gurur sayesinde aksayan bacağına
inat o da dimdik yürümeye başladı. Nicedir yapmacık halini dahi zor yaptığı şey
de o an Vedat farkında olmadan gerçekleşmekteydi: Vedat minicik de olsa gülümsüyordu.
-
Aç mısın? Üstün de çamur zaten hep.
-
Yok değilim sanırım. Hissetmiyorum. Çamur da, ayağım takıldı dün. Düştüm
çocuk gibi. Ondan oldu. Sonra vakit mi olmadı ne olduysa temizlenemedim de.
-
Az önce düştün. Hafızanı da mı kaybettin.
-
Gördün mü?
-
Arkadaşlarımla beraberdik. Senin düştüğünü görünce ‘Adama bak düz yolda düştü’
diye bana gösterdiler. Orada seni gördüm, tanıdım. Bana geldiğini anladım.
Onların gitmelerine izin verip seni bekledim ben de, konuşabil diye.
Konuşamayacağını düşündüm kalabalık içinde.
-
Buraya kadar geldiysem onu da yapardım aslında. Demek o yüzden onca vakit
kaybetmeme rağmen seni gördüğüm saatçinin önünden ayrılmamıştın.
-
O yüzden… Acıyor galiba canın, aksıyorsun?
-
Yok acımıyor. Bacağım biraz sıkıntılı, arada aksıyor
-
İyi madem.
-
Belki de ben normal yürüyorumdur. Metin Üstündağ’ın dediği gibi “Ben
yürüdükçe dünya biraz aksıyor.”dur belki..
- ...
- ...
‘İyi madem’ ! Bunu
kafasına yazmıştı. Çok güzel demoralize edici bir cümle diyerek üzerinde
kullanmayı düşündüğü insanlarla beraber kafasının bir köşesine not etti.
…
Edit: Soundtrack Nirvana ve Florence and The Machine'den. Devam etmesi lazım gelen ve değişik versiyonları da olacak bir yazı.. (Beğeniye, tepkinize bağlı..)
~ diğer yazının final bölümü nerede güzel kardeşim?
YanıtlaSilpazar oldu, pazartesi oldu, salı oldu hatta çarşamba'ya döndü..
hani? nerede?
"Vedat, Çimen’in haberi olsun olmasın ufak da olsa gönül koydu. Bir iki dakika içinde geri almak üzere…" buna bi de "Ben istiyorum ki zaman yavaşlasın, yılda bir kırpayım gözümü de kaçırmayayım bir anını gül cemalinin" buna sarılmak istiyorum. baya komple yazıya sarılmak istiyorum. ama o "iyi madem"ler hep ölsün.
YanıtlaSilCanım adsız1, komikli neşriyat girecek hava yoktu ne bende ne gökyüzünde. Onu bitiricem Ankara!!!dan döner dönmez.. ama şimdi isteme ne olur..
YanıtlaSilminik adsız2, demokrasi paketinde iki şeyi aradım sadece:
YanıtlaSil1- Uyuşturucu serbest bırakılmış mı?
2- 'İyi madem'le 'Peki.' lügattan çıkarılmış mı?
Hüsrana uğradım..
gıyamam o vedat'a ben
YanıtlaSil@ıssız madam - gıyarsın madam. sapık sanar, sapkın sanar, rahatsız sanar bırakır gidersin saatçinin önünde
YanıtlaSilbir kere vedat, böbrek üstü bezlerinin ne iş yaptığını ve çekiç örs üzenginin sırasını bildiğine göre oldukça donanımlı.(en azından benden donanımlı, ben sırasını hep karıştırırım)
YanıtlaSilbu hikayede vedatın aksaması veya engelli olması bende bir acıma duygusu da uyandırmıyor.
içimi acıtan şey, sırılsıklam aşık olması. o kadar aşıkken; fiziğimiz süper olsa da, moda dergisinden fırlamış gibi dursak da hepimiz zavallı görünürüz bence.. ve umursamazlıkla karışık hoşgörüye maruz kalırız.. vedatı sevdim. kalemine sağlık:)
Vedat da teşekkür etti, yanımda şimdi. Vedat'ı anladığın için ayrıca mutlanmış
Silselam ben vedat'ın böbrek üstü beziyim
YanıtlaSil@benim izleyicim - lanet olsun sana böbrek üstü bez kere. Her seferinde kazanan sen oluyorsun sevgili böbrek üstü bezi. ya da senin gibi Vedat'ın tırnağı olamayacak Harun'lar.
YanıtlaSilEdit: Hoşgeldin blog'a. İlk yorumun için teşekkürler..
Okumaya deger bir böbrek üstü bezi olmuş:)
YanıtlaSilBu yazıyı okumadım dahaca, ders çalışmam gerekiyor, yarın da bu seriyi okurum inş da, blogun çok güzel, yani şablon tasarım olarak vs. Çok kıskandım aynısını yapasım var sdfg
YanıtlaSilDiğer yandan da güzel blog. Yazılar güzel ama uzun. Hiç bana göre değil yazı bitene kadar pek bi sabırsızlanıyorum, üşengecim de ben, geçmişler olsun bana..
Bu arada, zorla yazılarını okutman hoşuma gitti sdfg yoksa benim okuyacağım olmuyor, seviyorum blogları ama açıp okuyamıyorum tembellikten, böyle ısmarlama iyi oluyormuş, ben de uygulayacağım bu taktiği. Gidip link atcam millete okuyun lan diyeceğim.
Geçen yaptım zaten, bloglara gittim, "ben de beklerim ;)" geyiği var ya, ona girdim. Bunu bana yakıştırıp ciddiye alanlar oldu, gelirim tabiiiiğ hoşgeldin kiii, dediler bana yaa :( Bi tanesi de dedi ki : "yaa ben seni zaten takip ediyorum kiiii. :)))"
Sonra koşarak uzaklaştım..
Bu yazıyı okudum az önce. Ders çalışmam filan gerekmediğinden.. Blogun hala güzel, ona diyeceğim yok.
SilAynısını yapasım yok artık, sınav haftaları çok kıskanç oluyorum galiba.
Yav, unutup okumayabilirdim niye gelip hatırlatmadın? :p
şaka şaka aklımdaydı, ama sen hatırlat gel oku de bence. :)
Ya bunu ben ayarlamış olsam bi benzerini sana yapardım da ben de Melodram'dan rica etmiştim.
SilBen okumama ihtimalini düşünmedim (: Bu haftasonuna doğru ben de sana bi ziyaret gerçekleştiririm gibime geliyor.
Bence benim blogdan uzak dur, ben mantıklı şeyler yazmıyorum, kaldı ki artık hiiç yazmamaya karar verdiğim için, orasıyla alakalı bir mail,yorum almamak orayı unutmamı kolaylaştırır. (o değil, bu hiiç yazmamaya 5456216521. karar verişim, kafam hayrolsun)
SilBurası iyi, ben uzun olmalarına rağmen senin yazılarını okumam gerektiğine karar verdim. :)
Şu son cümle yeter günümün güzel geçmesine.
SilNasıldı peki? Güzel geçmiştir umarım günün.:)
SilGayet iyi. Ye bir okuyucu da kazandım hem. Bir de şu yorgunluklar olmasa..
Sil