1.10.2013

A CLAAG

                   Hayır yapılmamış bir şeylerin kalmış olması gerekir tabi. Ama Vedat bulamıyordu. Filmlerde, kitaplarda veyahut ne bileyim dizilerde tüketmişler her yolu. Ferhat, Şirin için dağı boşuna delmiş vakti zamanında diye düşündü. O zamanlar çok daha basit ama yapılmamış şeyler de bulabilirmiş oysa. Ferhat Tarık Akan numarası yapsa, gidip yağlı boyayla yere ‘SENİ SEVİYORUM’ yazıp bir gece boyu yazının başında beklese; Vedat da şimdi, günümüzde Uludağ'ın orta yerine tırnaklarıyla fırt fırt kazıya kazıya delik açıp yeni, orijinal bir şekilde yar gönlüne gidiş yapabilirdi pekala. Ferhat’a ayrı, Şirin’e ayrı küfretti düşündükçe.

                   Geceydi. ‘Yağmur koymuyor da, rüzgarı oldukça sertmiş buraların.’ diye geçirdi içinden. Üşümüştü. Ellerini pardesüsünün ceplerine sokup yumruk haline getirdi. Sigara yakmadan birini beklemeyi beceremeyeceğini sanardı. Üşümemek için ellerini cebinden hiç çıkarmadı o gece. Sigara içmeden bekledi sokaktan geçmesini. Sokak hayvanları bile yoktu ortalıkta. Sadece ayazı romantizme çevirmeye çalışan birkaç çift geçti sokaktan. Onların haricinde iki tane yüz hatları oldukça kemikli, sırf bakışlarıyla dost düşman ayırt etmeyen korku veren adam, bir tane balici, bir tane çöp karıştırıcı, bir tane de selpak satmaya çalışan sokak çocuğu geçti. Sokak çocuğu Vedat’la konuşmaya yeltendi, ağzından çıkacak herhangi bir cümlenin zor topladığı cesaretini kaybettireceğinden korktuğu için muhatap olmadı. İngilizce bir şeyler söyleyip turist olduğuna ikna olmasını ve gitmesini sağladı. Sokakta uğursuzluktan başka bir şeyin olmadığı bu saatte O'nu beklemek o an için aptalca geliyor, fakat oradan ayrıldığı takdirde O'nun binde bir dahi olsa sokaktan geçme ihtimali onu sokağa mıhlıyordu. 
                     

                   O gün yaklaşık akşam 5ten sabah 10a kadar uyumadan bekledi O'nu. Beklemenin bitiş saatini kesinkes bilebiliyordu. Çünkü O'nu sokaktaki saatçinin vitrini önünden geçerken gördü o sabah ilk defa. Bütün saatler özenle 10'u gösteriyordu. Ne bir dakika eksik, ne bir dakika fazla. Koşarak yanına mı gitmeli, yoksa ruh hastası gibi gittiği yolu adım adım geriden mi takip etmeli doğru olan. Bilmiyordu. Nasıl ve neye dayanarak karar verdi bilinmez, koşarak yanına gitmeye karar verdi. Kafasında kurmuş olduğu onlarca hikaye, düzenlediği onlarca plan bir köşede duradursun; bazen başınıza gelen şeylerle değişmek zorunda kalıyor planlarınız, hikayeleriniz. Vedat'ın aklına gelir miydi çamur içinde O'nun karşısına çıkmak? Diz ağrısı yüzünden takım elbisesinin altına spor ayakkabı giydiği için bile efkarlanıyor, sinirinden tüyleri ürperiyordu. Şimdi o takım elbisesi de, spor ayakkabıları da çamur içindeydi. Gece boyu dikilmekten yorulmuş olan bacaklarından soldakisi, omurilik soğanının vermiş olduğu komuta uymadı ve yerde sürüklenerek düşmesine sebep oldu. Soğuk, ıslak gecenin şahidi çamurlu kaldırımlara uzandı yüzükoyun. Cebindeki temiz mendillerden bir tanesini alıp sadece elini ve yüzünü çamurdan arındırdı. Sağ bacağından kuvvet alarak ayağa kalktı ve sol bacağını da elinden geldiğince kontrol etmeye çalışarak O'na doğru hızlı hızlı yürümeye başladı. 

                   Ya zaman geçmemişti ya da kendine saat alma gibi bir planı vardı. Zira onca düşme, yerden kalkıp temizlenme, aksaya aksaya yanına gitme nedeniyle kaybettiği zamana rağmen O, hala saatçinin vitrini önündeydi. Gecenin soğuğunun burnunda bırakmış olabileceği muhtemel sümük izlerini, elindeki çamurlu peçetenin temiz tarafıyla bertaraf etti O’na birkaç adım kalkmışken. Eli yine burnunun ucuna gittiğine göre o anda heyecanlı ve utangaçtı. Bu iki şart altındayken hep aynı şey olurdu: Göz teması kuramaz, sağ elini nutuk atan Demirel eli şekline getirir, minik aralıklarla burnunun ucuna dokunurdu Sesini toplamak için yalandan bir-iki kez öksürdü ve nihayet yanına ulaştı. 


                  Adını söyledi. Dönüp baktı. Vedat, O'nun fotoğraflarına saatlerce, günlerce baktığı için yüzünü ona dönene kadar geçecek zamanda yüzüne dair göreceği her açıdaki her bir detayı an be an, piksel piksel biliyordu. O'nunsa Vedat’ı tanımak için biraz uğraşması gerekecekti. Yine de beklediği kadar fazla uğraşmadı. 'Vedat' dedi, 'Merhaba' diye de ekledi. İçi sıkıldı Vedat’ın. Neden sapığa bakar gibi, acır gibi, iğrenir gibi bakmıştı ki şimdi? Üstü başı çamur içinde, bir koca gece sokak bekçiliği yapmış, haber dahi vermeden bambaşka bir ilden kalkıp gelmiş bir adama normal gözle baksın istemek de nasıl bir bencillik? Ne yapacaktı, boynuna mı atlayacaktı sanki. Ama yok; moral, bozulmaya yer aramayagörsün hele. Olması gerekeni değil, gönlünden geçeni olsun istiyor her şartta, her durumda. Vedat da zeytinyağı misali üste çıkıp kendi ahval ve şeraitine bakmadan yadırgadı Çimen’i. Evet adı Çimen’di ve bu isim Vedat’a göre yerküre üstünde sahip olunabilecek en güzel isimdi. Vedat, Çimen’in haberi olsun olmasın ufak da olsa gönül koydu. Bir iki dakika içinde geri almak üzere…

                  - Ayakkabılarım için kusuruma bakma. Bacağım acıyor diğer türlü, bunları giymek zorundayım ne giyersem giyeyim. Üstüm de çamur, üstümün de kusuruna bakma. Bacağım yine müsebbibi. Taşıyamadı heyecanımı soldakisi, yürümek için ne yapılması gerektiğini unuttu. Heyecanlandım, yanlış birşey demem umarım. Dersem de kusuruma bakma. Bitmedi görmezden gelmeni istediğim kusurlar. Bu sondu ama. Seni gördüm ya kalbim hızlandı. İnanmazsın onu da na şuncacık bez yönetiyor. O bez salgılar üretiyor. Üretsin, vazifesi oysa üretsin tabi ama sırf seni gördüm diye o bez niye kendinden geçercesine, bu denli hızlı çalışıyor ki. Millet gönlüne hoş geleni henüz üç yaşındaki kardeşinden kıskanır ben böbreklerimin üzerinde adrenalin salgılayan bezlerden kıskanıyorum. Sinirleniyorum da, karışmasa keşke işime. Ben istiyorum ki zaman yavaşlasın, yılda bir kırpayım gözümü de kaçırmayayım bir anını gül cemalinin. Ama o, heyecandan elimi ayağımı bir ediyor. Tabiri caizse kendi sahamdaki maçta deplasman havası yaşatıyor bana kendi taraftarım. Anla nasıl zor, cümle kurması düşüncelerini belli belirsiz duyabiliyorken. Ben geldim, seni görmeye geldim. İnsanların ölmeden önce görülmesi gereken yerleri, görülmesi gereken şeyleri listeleyip bastığı onlarca kitabın olduğu ve bu kitapların dediği şeylere riayet eden milyonlarca insanın olduğu şu döneme inat görmek istediğim bir sen vardın. Gördüm çok şükür. Yine de 'Ölsem de gözüm açık gitmem' diyemiyorum. Giderim illaki. Çünkü benim konuşmam lazım sana. Biliyorum dışarı çıkmışsın. Dışarı çıkan insanın işi olur. Gel hayat memat meselesi değilse şu işin, benimle otur bugün, konuşalım. Çok konuştum, sana söz bırakmamacasına konuştum. İki kelime dışında ses tellerini titretişini duyamadım. Sen titret ben hayran hayran odaklanayım çekicime örsüme üzengime. Ben planladım da geldim kafamda binlerce şey, bir senin benle konuşmayacağını planlamadım. Şu anda istesen meydan dayağı attırırsın bana ama ben hissettim senin de dinlemek istediğini. Umarım çalışmadığım yerden vermezsin cevabını. Ben müspet muhabbete çalıştım durdum.


                 Çimen, elini kaldırdı ve Vedat’ın sol omzunun üzerinden birisine gidin dercesine bir işaret yaptı. Buluştuğu, adını andığı andan beri ilk defa bakışlarını Çimen’in bakışlarından çekip sol omzunun üzerinden geriye çevirdi. Kendilerine doğru bakan grubu gördü. Üç kız, bir de erkek vardı. Erkek gelip yüzyılın dayağını atmadığına göre Çimen’in sevgilisi değildi. O’nun bir el hareketiyle geri döndüler ve aralarında kahkahalar atarak uzaklaşmaya başladılar. Çimen ‘Gidebiliriz’ dedi. Vedat arkadaşlarının yanında küçük düşürmediğini umduğunu ama düşürdüyse özür dilediğini söyledi.

                 Gidebiliriz şeklinde sese dönüşen kabul belirteci ile şehrin yerlisi sayılabilecek olan Çimen arkasını dönüp kafasında belirlemiş olduğu yere doğru bir yürüyüş başlattı. Vedat, hemen arkasından burnunu yaklaştırdı ve bir saniye öncesinde O’nun durduğu yerdeki havayı bütünüyle içine çekti. Vedat parfüm kullanırdı ama buna rağmen parfümden anlıyor denilemezdi kendisi için. İçine çekmiş olduğu havanın burnundan çekmiş olduğu kısmı gözlerini yaşarttı. Jean Baptiste Grenouille’in bilmeden elinden kaçırdığı koku uğruna döktüğü o hayranlık gözyaşlarının benzerleri göz pınarlarını zorluyordu. Yaklaşık beş dakika önce yanlışlıkla düştüğüne benzer bir şekilde ama bu sefer bilinci yerinde olarak dizlerinin üzerine kapaklanmak üzereydi ki gözlerini açtı ve düşmekten kurtuldu.

                 Konuşkan biri olmamasına rağmen yapmış olduğu uzun ve essiz girizgah için kendiyle gurur duydu. Sessizlikten keyif almasına rağmen şimdi yürüyüş esnasında yaşadıkları sessizlikten kurtulmak için açtı ağzını, yummadı gözünü –bir kez daha düşmemek için:
-         Kızdın mı bana?
-         Ne için?
-         Geldiğim için. Sen gel demeden. Habersiz. Pis gibi, sapık gibi..
-         Bilmiyorum.
-         Ben de bilmiyorum.
-         Sen neyi bilmiyorsun?
-         Nasıl gelebildiğimi..
-        
-        


               Çimen, giymiş olduğu kırmızı kabanı sayesinde yoldan geçmekte olanların ilgilerini, yanındaki berduşa uğramasına fırsat vermeden kendi üzerine çekiyordu. Vedat biraz sıkıldı bu duruma. Futbol takımı söz konusu olduğunda milyonlarca insan onun takımını tutsun, en güzel takım olduğuna inansın isteyen erkekler, iş kadına gelince sevdikleri kadının güzelliğini bir kendileri bilsin, bir kendileri fark etsin isteyebiliyor. Düpedüz kıskançlık ve tutarsızlık. Vedat, Çimen'i son gördüğünde Çimen hafiften boynu önde, biraz kamburca yürüyordu. Şimdi değişmişti. Ya artık güzelliğinin farkına varmıştı ya da hep farkında olduğu güzelliğini ona unutturacak, onu aşağılık hissettirecek kimseden kurtulmuştu. Konuşmanın ‘Sapık vaaaaar!’la bitmemesi ve şu anda hala devam etmesinin verdiği mutlulukla karışık gurur sayesinde aksayan bacağına inat o da dimdik yürümeye başladı. Nicedir yapmacık halini dahi zor yaptığı şey de o an Vedat farkında olmadan gerçekleşmekteydi: Vedat minicik de olsa gülümsüyordu.
-         Aç mısın? Üstün de çamur zaten hep.
-         Yok değilim sanırım. Hissetmiyorum. Çamur da, ayağım takıldı dün. Düştüm çocuk gibi. Ondan oldu. Sonra vakit mi olmadı ne olduysa temizlenemedim de.
-         Az önce düştün. Hafızanı da mı kaybettin.
-         Gördün mü?
-         Arkadaşlarımla beraberdik. Senin düştüğünü görünce ‘Adama bak düz yolda düştü’ diye bana gösterdiler. Orada seni gördüm, tanıdım. Bana geldiğini anladım. Onların gitmelerine izin verip seni bekledim ben de, konuşabil diye. Konuşamayacağını düşündüm kalabalık içinde.
-         Buraya kadar geldiysem onu da yapardım aslında. Demek o yüzden onca vakit kaybetmeme rağmen seni gördüğüm saatçinin önünden ayrılmamıştın.
-         O yüzden… Acıyor galiba canın, aksıyorsun?
-         Yok acımıyor. Bacağım biraz sıkıntılı, arada aksıyor
-         İyi madem.
-         Belki de ben normal yürüyorumdur. Metin Üstündağ’ın dediği gibi “Ben yürüdükçe dünya biraz aksıyor.”dur belki..
-         ...
                 
                ‘İyi madem’ ! Bunu kafasına yazmıştı. Çok güzel demoralize edici bir cümle diyerek üzerinde kullanmayı düşündüğü insanlarla beraber kafasının bir köşesine not etti.

               …


                Edit: Soundtrack Nirvana ve Florence and The Machine'den. Devam etmesi lazım gelen ve değişik versiyonları da olacak bir yazı.. (Beğeniye, tepkinize bağlı..)







18 yorum:

  1. ~ diğer yazının final bölümü nerede güzel kardeşim?
    pazar oldu, pazartesi oldu, salı oldu hatta çarşamba'ya döndü..
    hani? nerede?

    YanıtlaSil
  2. "Vedat, Çimen’in haberi olsun olmasın ufak da olsa gönül koydu. Bir iki dakika içinde geri almak üzere…" buna bi de "Ben istiyorum ki zaman yavaşlasın, yılda bir kırpayım gözümü de kaçırmayayım bir anını gül cemalinin" buna sarılmak istiyorum. baya komple yazıya sarılmak istiyorum. ama o "iyi madem"ler hep ölsün.

    YanıtlaSil
  3. Canım adsız1, komikli neşriyat girecek hava yoktu ne bende ne gökyüzünde. Onu bitiricem Ankara!!!dan döner dönmez.. ama şimdi isteme ne olur..

    YanıtlaSil
  4. minik adsız2, demokrasi paketinde iki şeyi aradım sadece:
    1- Uyuşturucu serbest bırakılmış mı?
    2- 'İyi madem'le 'Peki.' lügattan çıkarılmış mı?

    Hüsrana uğradım..

    YanıtlaSil
  5. @ıssız madam - gıyarsın madam. sapık sanar, sapkın sanar, rahatsız sanar bırakır gidersin saatçinin önünde

    YanıtlaSil
  6. bir kere vedat, böbrek üstü bezlerinin ne iş yaptığını ve çekiç örs üzenginin sırasını bildiğine göre oldukça donanımlı.(en azından benden donanımlı, ben sırasını hep karıştırırım)
    bu hikayede vedatın aksaması veya engelli olması bende bir acıma duygusu da uyandırmıyor.
    içimi acıtan şey, sırılsıklam aşık olması. o kadar aşıkken; fiziğimiz süper olsa da, moda dergisinden fırlamış gibi dursak da hepimiz zavallı görünürüz bence.. ve umursamazlıkla karışık hoşgörüye maruz kalırız.. vedatı sevdim. kalemine sağlık:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Vedat da teşekkür etti, yanımda şimdi. Vedat'ı anladığın için ayrıca mutlanmış

      Sil
  7. selam ben vedat'ın böbrek üstü beziyim

    YanıtlaSil
  8. @benim izleyicim - lanet olsun sana böbrek üstü bez kere. Her seferinde kazanan sen oluyorsun sevgili böbrek üstü bezi. ya da senin gibi Vedat'ın tırnağı olamayacak Harun'lar.

    Edit: Hoşgeldin blog'a. İlk yorumun için teşekkürler..

    YanıtlaSil
  9. Okumaya deger bir böbrek üstü bezi olmuş:)

    YanıtlaSil
  10. Bu yazıyı okumadım dahaca, ders çalışmam gerekiyor, yarın da bu seriyi okurum inş da, blogun çok güzel, yani şablon tasarım olarak vs. Çok kıskandım aynısını yapasım var sdfg

    Diğer yandan da güzel blog. Yazılar güzel ama uzun. Hiç bana göre değil yazı bitene kadar pek bi sabırsızlanıyorum, üşengecim de ben, geçmişler olsun bana..

    Bu arada, zorla yazılarını okutman hoşuma gitti sdfg yoksa benim okuyacağım olmuyor, seviyorum blogları ama açıp okuyamıyorum tembellikten, böyle ısmarlama iyi oluyormuş, ben de uygulayacağım bu taktiği. Gidip link atcam millete okuyun lan diyeceğim.

    Geçen yaptım zaten, bloglara gittim, "ben de beklerim ;)" geyiği var ya, ona girdim. Bunu bana yakıştırıp ciddiye alanlar oldu, gelirim tabiiiiğ hoşgeldin kiii, dediler bana yaa :( Bi tanesi de dedi ki : "yaa ben seni zaten takip ediyorum kiiii. :)))"

    Sonra koşarak uzaklaştım..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yazıyı okudum az önce. Ders çalışmam filan gerekmediğinden.. Blogun hala güzel, ona diyeceğim yok.
      Aynısını yapasım yok artık, sınav haftaları çok kıskanç oluyorum galiba.

      Yav, unutup okumayabilirdim niye gelip hatırlatmadın? :p
      şaka şaka aklımdaydı, ama sen hatırlat gel oku de bence. :)

      Sil
    2. Ya bunu ben ayarlamış olsam bi benzerini sana yapardım da ben de Melodram'dan rica etmiştim.
      Ben okumama ihtimalini düşünmedim (: Bu haftasonuna doğru ben de sana bi ziyaret gerçekleştiririm gibime geliyor.

      Sil
    3. Bence benim blogdan uzak dur, ben mantıklı şeyler yazmıyorum, kaldı ki artık hiiç yazmamaya karar verdiğim için, orasıyla alakalı bir mail,yorum almamak orayı unutmamı kolaylaştırır. (o değil, bu hiiç yazmamaya 5456216521. karar verişim, kafam hayrolsun)

      Burası iyi, ben uzun olmalarına rağmen senin yazılarını okumam gerektiğine karar verdim. :)

      Sil
    4. Şu son cümle yeter günümün güzel geçmesine.

      Sil
    5. Nasıldı peki? Güzel geçmiştir umarım günün.:)

      Sil
    6. Gayet iyi. Ye bir okuyucu da kazandım hem. Bir de şu yorgunluklar olmasa..

      Sil

söyle güzelim dinliyorum?