26.01.2014

Yanlış Yalnız

      Orhan'ın düğününün üzerinden henüz 5 ay geçmişti. Kış vakti gelmiş çatmış; Orhan, henüz eski arkadaşları olan bizlerin giremediği 'Dünyaevi'ne çoktan alışmıştı. Eskiye kıyasladığımızda artık nadiren gerçekleşen buluşmalarımızda Orhan'ın ayak ucuna, yerdeki kilimin üzerine tünüyor; adeta bir Alp Dede'yi, adeta bir Fethullah Gülen'i dinliyormuşçasına Orhan'ın Dünyaevi tasvirlerini, hikayelerini dinliyorduk. 'Akraba gezdik' diyordu, "Vay!" diye ünlemliyorduk. 'Double date'e gittik evlilerle' diyordu, "Hele hele" diyorduk. 'Altın da iyi arttı bu ara, takılanlar birdi bir buçuk oldu.' diyordu, "Maşallah" diyorduk. Orhan mutlu ve dahi mesuttu. Orhan hoşsa biz de hoştuk, gerisi mühim değil.

      Günlerden bir gün ki kendisi yılın ilk ayının ortalarına denk gelmekle beraber İstanbul o günün gecesinde tarihin en soğuk havalarından birine ev sahipliği yapmıştır. İşte o gün, sabahın kör vaktinde telefonum çaldı. Daha sonradan öğrendiğime göre o saatte arka arkaya telefon çalımları yaşanmış, o uygunsuz saatte aranan bir ben değilmişim. Herkesi arayan isim de aynıymış: Orhan.

      Telefonu binbir güçlükle buldum yatağın içinde. Benim sesim ne kadar uykuluysa, Orhan'ın sesi de bir o kadar heyecanlıydı. Bir sürü şey söyledi 3-4 dakikalık konuşma boyunca. Ben, huyum olduğu üzere dediklerinin hepsini unuttum ve uyumaya devam ettim. Neyse ki bir süre sonra kapı çalındı. Kapıyı açmak için yataktan kalkmanız gerekiyor ve o yorgan üzerinizden kalktığı anda kombisi kapanmış evin dondurucu soğuğunu yiyorsunuz, ki bu da uyanmanıza sebep oluyor. Uyandım ister istemez. Gelen Tuncay'dı.


      'Hazırlanmadın mı sen daha?' diye sitemselce söylendi. Hazırım dedim. Git giyin çabuk 37 saatimiz kaldı dedi. İçeri gelmesini rica ettim. Afyonumun patlaması için de bir sigara yaktım. Yatağın ayak ucuna oturup saati sordum. Dört dedi. Ey em diye de ekleme yaptı. 'Senin Boğaziçi'li ağzını siksinler.' dedim. Küfürleşme ileri boyuta taşındı ve uykum açıldı. Tuncay, benim gibi değildi. Uykusundan telefon sesiyle uyandığında yaptığı konuşmaları hatırlayabilen bir arkadaşımdı. Orhan'ın eşinin iki günlüğüne iş seyahatine çıktığını ve Orhan'ın bu iki günlük süre zarfı içinde bize ihtiyacı olduğunu anlattı. Bu nedenle iki günlük sürenin her saatini hatta her dakikasını Orhan'ımıza hakkıyla, neşe ve huşu içinde, yer yer çıldırtarak yaşatmamız gerektiğini belirtti.

     'Uykum var.' dedikten sonra sigaramı küllüğe iyice bastırarak söndürdüm ve izmaritin sönük ucuyla küllerin hepsini bir yere topladım. 'İstersen kalabilirsin. Giymen için bir şeyler verebilirim.' dedim. 'Gelmiyor musun? Orhan'ı yalnız mı bırakacaksın?' dedi. 'Hep yalnızız.' dedim.

Edit:  Soundtrack iki farklı şarkının birleşimi gibi duran Teenage Riot. Girişi ayrı, bitişi ayrı güzel..


SonicYouth

3 yorum:

  1. you'll never walk alone.

    YanıtlaSil
  2. Biliyorum. Biliyorum da yürüdüğümüz yollar baya ayrıldı. İhtiyaç molasında karşılaşırsak ne ala artık..

    YanıtlaSil

söyle güzelim dinliyorum?