10.12.2011

79,90



Eldivenleri çok güzeldi. Elleri de öyle... Hangisini görmek istediğime karar veremedim, ikilemde kaldım. Eldivenlerini çıkarıp masanın üzerine koyduğunda ikisi de ayrı ayrı görüş alanımda olduğundan bunun en iyisi olduğunu düşündüm. Varlığıyla görsel ziyafet sunuyordu bana. Ama o ziyafet yetmezmiş gibi yiyecek birşeyler söyledim hem ona hem kendime. Aslında ona ya da kendime söylemedim, garsona söyledim. Garsona yiyecek birşeyler söyledim, o bize getirdi. Biz de yedik.

Biriyle karşılıklı oturduğum zaman yemek yerken gerilirim oldum olası. O saniyelik ağız açışlarım saatlerce sürüyormuş gibi utangaç yemek yerim. Şimdi bir de bıyığım var, haliyle gerilimim katlanıyor. Bir elim sürekli peçetede. Sebepli sebepsiz silmelerden bıyıklarım aşınıyor. Burnuna bakıyorum, yıldızlı.. Dişlerine bakıyorum. Nizami, dümdüz. "Kurbanlık olsa kaçarı, yok gitti." diyorum. O ağızdan henüz söylenmemiş ninniler çalınıyor kulağıma, kulağımı bırakıyorum masallarına, içim geçiyor.

Bir gece öncesinde baktığım ağız bugün baktığım ağızdan çok farklı. Semih'in ağzına bakıyordum bir gece önce. Normalde işitme engelim yok, Semih'e karşı da hallenen bir yanım yok. Ağzının içine bakmamın nedeni girmiş olduğumuz mekandaki yüksek sesli müzik. Duyamıyorum Semih'i. Duymak istiyorum, zira yüzümü güldürüyor ve gülmeye ihtiyacım var. Paris, Münih, Roma, Manisa, New York , Miami, Rio, Manisa Manisa Manisa Manisa diye şarkıya eşlik ediyoruz. Kalabalık bir grup olarak gitmiştik bara. Ama kafası uç noktada iyi olan bir Semih bir bendim o gece. İkimizin de ne kadar içtiğini bilmiyorum. Semih'i takip etmedim, ben de bi duble içicem dedim, sonra dostların serpiştirilmiş olduğu upuzun masada sağa sola gezerken 'Kardeşim benim bardak orda kaldı ya alıyorum tiksinmezsen' diye diye masanın tüm anasonunu emdim. Üzerine bir iki de arkadaşlık adına duygusal, özlem içeren cümle işitince ben amı götü dağıttım. Semih de benden habersiz bana eşlik etmiş sağolsun. Herkesin Semih gibi bir arkadaşı olmalı bu arada. Hani şu vakti zamanında Semih K. ismiyle adına yazılar yazdığım adam. Evet, herkese onun gibi arkadaş lazım.
Semih'in kulağına yanaşıp 'Çok güzel. Çok...' diyorum. "E yapıştıralım kardeşim o zaman. Tısss" diyor. Aslında onu demek istemiyorum ama sırf kafa güzelliğimden dilimi ağzımın dışına çıkarıp yüksek frekanslı titretme hareketlerine giriyorum. Neyseki sonra düzeltip 'Ya ben bunlardan bahsetmiyorum, benim dediğim hani şey var ya...' diye başlıyorum güzelliğin kaynağını anlatmaya. Dakikalarca anlatıyorum. O demin, gürültüden yarım metre yanımdaki adamı duymayan kulaklarım hiç bir gürültü sesi algılamıyor cümlem sona erdiğinde, hiçbir sesi algılamıyor. Ölümüne sessiz etraf, insanların bu sessizlikte masaların, yarım duvarların üzerinde sürdürdükleri dansa şaşıyorum. Kafam sağa eğimli Semih'e bakıyorum. Dertsiz adama dert katmışım. Hüzünleniyor gözleri, yutkunuyor. Ne garip ki yutkunuşunun çıkardığı sesi çok net duyuyorum. Cilalık bira şişesini kafama dikiyorum. Semih'in iman tahtasına dokunup asıl kalabalık güruhun yanına dönüyorum. Ses yok etrafta. Çakıl yüzüme yaklaşıp birşeyler bağırıyor. Tükürüğü yüzüme geldiği için tiksinip siliyorum o tükürüğü. Ağzına bakıyorum. Bir gün sonra göreceğim ağızla kıyaslanamayacak, Semih'inkinden bile kötü bir ağız. Çakıl cümlesini bitirmiş, kurduğu ve benim duyamadığım cümle bir soru cümlesi sanırım, yüzüme bakıyor. Ya da bir espri, gülümseyerek onaylamamı bekliyor. Onun da iman tahtasına işaret parmağımla dokunup "Ben hepinizi çok seviyorum" diyorum, kendimi dışarı atıyorum. Hayatımın en garip gecelerinden birini yaşıyorum. Kendimi kaybetmek üzereyim ve onu içimde taşıdığımdan, kendimi kaybedersem onu da kaybederim korkusuyla ayılmaya çalışıyorum. Ayık kalmaya...


'Saçların...' diyor '...güzel olmuşlar.' . Kafamın üstünde çıkan kılları övüyor. Bense onun güzel gözlerine güzel birşey gösterdim diye seviniyorum, saçımın bana yakışıyor oluşu umrumda değil. Zaten soruyor 'Neden bu kadar iyi olmaya çalışıyorsun, bu kadar düşünceli olmaya...'. Çalışmıyorum ki aslında. Öyleyim. Sadece karşımda bir Allahın kulu üzgün dursun istemiyorum. Ve olaylar gelişir... Yaşar Usta, Sucu Rıza, İsmail Abi. Belki bu üç adamdan biriyim, belki hepsinden birer parça taşıyan bir adam, belki de tamamen ayrı özelliklerde ama aynı neticede bir adam.

Edit: Arkada tıngır mıngır Radiohead'den Street Spirit çalıyor.




1 yorum:

  1. Kafanın üstünde çıkan kılları övüyor ve sen o kıllar olduğu sürece sevileceksin diye korkuyorsun o an. Öyle olması gerektiği için değil, tam da korkuyla onların yokluğu ve zincirleme gelecek yokluklar korkutuyor seni. Birine bağlanırken, bağlantılı olarak bağlandığın hallerin aklına geliyor. hem rakip görüyorsun kendine kıllarını hem de seviyorsun onları, seni ona sevdirdikleri için.
    Bunları sen hissediyormuşsun gibi söylediğime bakma, maksadım yazıyı okuyunca yanlış da olsa tespitlerim empati yapmak, seni o mekanda içerken 'gördüm' diyebilmek. Ben kendime söyledim hepsini, böyle anlarda hep hissetmişimdir saçlarım olmazsa ne yaparım diye ;))

    YanıtlaSil

söyle güzelim dinliyorum?