Annem sınava gireceksin dedi dayı. Tam tarih saat verin de, geleyim hallolsun.
17.04.2012
Final Inception = Limbo
Ertesi gün düğün vardı. Alışveriş merkezinden çıkar çıkmaz hemen gidip açılayım istedim. Sonra bu akşam kınası vardır, erkekleri kınaya almazlar diye düşünüp bu açılımı bir gün sonrasına erteledim. O gece Oktay'ın evinde zaman geçmek bilmedi. Sürekli düşünüyorduk. Önce Oktay sordu: "Cansever'i mi yoksa Elvan Abeylegesse'yi mi?". Yekten 'Cansever' dedim. Sonra ben sormaya yelteniyordum ki Oktay ikinci soruyu yöneltti: "Yüzü, üst tarafı dünyalar güzeli ama bacaklarını bir kazada kaybetmiş kadını mı yoksa bacakları görkemli birer sütun güzelliğinde ama üst tarafı leş bir kadını mı?". Bu soru beni zorlamıştı. Oktay farketmeden telefon jokerimi kullanıp gizli gizli mesaj atarak Çakıl'a fikrini sordum. Çakıl'dan gelen cevap "İkisini birden yapabiliyor muyuz?" şeklindeydi. Çakıl'ın ölüseviciliğine küfrettikten sonra düşünmekte olduğumuz konu başlığının yanlışlığını farkettim. "Ajan o değil de asıl öbürünü diyeceğim sana. Biz yarın hangi ara akıl çeleceğiz. Sabah evden kızı çıkarırlar, sonra bunun kuaförü, komplesi var, sonra fotoğraf, sonra nikah, sonra düğün, sonra gerdek. Biz ne ara gönlümü titretenin kulağına üfleyeceğiz adımızı?"
...
Sonra vazgeçtik. Tam da yukarıdaki soru işaretini ekrana dökebilmek adına klavyeye sağ el işaret parmağımızla bastığımız anda vazgeçtik oldurma çabalarından.
Canımız sıkıldı. Yüzük de hayaldi zaten, o da... Blogdaki herşey de... Hayal etmek güzeldi de hayal ettiğin şeyi hakikat sanmaya başlamak fena. Hayal bile kurasımız gelmedi sonra. "Ah..." dedik "...4,5 yıl sırf hayal etmişiz burada. İşi, gücü, gerçeği bırakıp onu, bunu safi hayal etmişiz ah!"
Ah Müjgan ah!
(Bağıl hızı uygulamalı anlatan Ah Müjgan Ah videosunu da verelim. Misal Hüsnü burada sabit, bu nedenle Müjgan sabit bir hızla Hüsnü'den uzaklaşır. Bir süre sonra Hüsnü de döner gider Müjgan'la ters istikamete. İşte o zaman Müjgan'ın gidiş hızı istediği kadar aynı seyretsin, Müjgan'la Hüsnü birbirlerinden çok daha hızlı uzaklaşmaya başlarlar. Soundtrack ise yok.)
15.04.2012
EvlenMac Menü İstiyorum. Bi Boy Büyüsün!
Gösterdiği ayakkabıya baktım. Kuru bir 'Güzelmiş' le geçiştirdim. 'Kendimize mi bakıyoruz it, tak geçir ayağına, bak bi şuna' diye sinirlendi. Kırmadım, geçirdim ayağıma. Çok klasik olduğunu düşündüğümü belirtip çıkardım. İçinde geçen küfürleri az biraz seçebildiğim birşeyler mırıldanarak uzaklaştı yanımdan. Gittim, bir halı saha ayakkabısının yanında durdum. Yıllardır yapadurduğum espriyi yinelemek için Oktay'a seslendim. 'Ajan bak bunu alalım bana. Hem kumaşın altına da giyilir ehehe mehehe' diye güldüm. Gülmedi. Yüzüme dahi bakmadan 'Sigara içicem ben' dedi. Bırakmadım peşini, ben de içeyim diyerek yanına koştum. Alışveriş merkezinin balkonuna çıkmıştık. Sigaralarımızı yakıp korkuluklara dirseklerimizi koyarak kah aşağıdaki otoparka, kah karşımızdaki ormana bakmaya başladık.
"Evdekilerden birşey mi giysemki? Hem boşa masraf, civelek gibi orta yere çıkıp oynayacak halim yok ya. Bi yerde gönlümün titrediğinin düğünü. İçer otururum. Ayağımı, ayakkabımı da gören olmaz.' dedim. Ayağımdaki ayakkabılara baktım. Giyeceğim takımı düşündüm. Zihnimde canlanan görüntü gayet hoştu, giysem giyilirdi. Ama tabi bir de eve gidip prova yapmak lazımdı. Ben bunları düşünürken neredeyse sigaranın sonuna geldik, oysa hiç konuşmuyordu. Oktay uyurken konuşmazdı, bu durumdan da haliyle korkmazdım. Ama böyle alışverişe çıkmışken, kaynatması güzel bir ambiansta geziyorken susuyor oluşu beni korkutuyordu. Acaba bu mimarisi gayet hoş, nezih, şehrin en elit alışveriş merkezinde bana girişir miydi, bu indirimli ürünün kapısından bile giremeyeceği kadar gururlu AVM'de beni, geçmesi muhtemel ünlülere ve jet sosyetenin tanınmış simalarına rezil eder miydi? Bunun düşüncesi dahi beni korkuttu. Şamdan dergisine röpörtaj veren bir iş adamının, gördüğü en trajik, ya da en komik olay sorulduğunda 'Sarışın 1.90 lık bir adamın bıyıklı sıska bir adamı dövüşü'nü anlatması olasılığı aklımı yerinden oynattı. Susarsam dövmez, ama konuşursam ve bu konuşma esnasında ağzımdan yanlış birşey çıkarsa beni komaya sokar sokar çıkarır diyip ben de susuşuna dahil oldum.
Oktay araba kullandığı zamanlarda dahi konuşurken yüzüme bakacak derecede nazik, adab-ı muaşeretten nasibini almış bir adam olmasına rağmen karşıdaki ormanı seyrine devam ederek 'Sen ne biçim bi adamsın?' dedi. Ehheh diye güldüm. O gülmüyordu, devam etti: 'Ulan azıcık da mı üzülmüyorsun? Kaç zamandır peşinde olduğun kız evleniyor lan. Hiç mi aklından geçmiyor gidip ya herro ya merro hissiyatını dökmek? Kalkmış düğün alışverişi yapıyorsun, reşadiye için benden borç istiyorsun. Yarın düğünde de halay başı olursun sen, damadı gerdek odasına ağzına baklava tıkıştırıp sırtına vura vura sokarsın. Ben senin bu batılılığından korkmaya başladım. Batının ahlaksızlığı derken biz pornoyu kastettik mark dorsel ne yaptıysa izledik. Sen huyunu suyunu almışsın. Senin bu yaptığını Tarık Akan yapmaz be!'
'Ajan karalar bağlarım bağlasam. Hatta gel beraber bağlayalım, zira aslında bağlayasım var. Ama karalar bağlar, düğününe nişanına gitmezsem onda gönlüm olduğunu anlar. Çoriskli. Hem sadece katılıcam düğününe, takıcam nede karar kılarsam artık reşadiye olur, 100 aöyro olur- bakıcam durumuma göre, eksikli de kalmıycam anlayacağın. Sonra pastamı yiyip kalkıcam. Hatta pasta çikolatalı değil de meyveliyse onu da yemem.'
Oktay sinirlendi yine. Susarsam daha iyi olacağını biliyordum. Şimdi seri yumruk ve diz darbeleriyle zıbartılmayı bekleyen ürkek, ıslak bir çocuktum (Bu son cümleyi yazınca insan edebiyatçı oluyor. Ben de oldum.) 'Kalk gidelim söyleyelim kıza böyleyken böyle, şöyleyken şöyle diyelim. Anlat meramını. Elinde kaybedeceğin birşey yok, en azından bilsin. Kazanırsın durduk yere belli mi olur. Pilavdan döneceği varsa kızın, bunu bekliyorduysa da dönsün. Kaşığı kırılırsa, çeyizlik takım bozulur, atarız onu. Biz ona alırız Hisar'dan bilmem kaç parça şeyi. Nikah şahidin olarak bizzat ben hibe ederim.' diye teklifselce bir öneri sundu. Ben de kendisine elimde çift kişilik, ikinci kategoriden davetiye olduğunu, sahnenin bu kategoriden de netçe seçilebildiğini, düğünün yemekli olduğunu, en kötü ihtimalle pasta gelende salondan ayrılacağımızı belirterek düğüne gelmesi önerisini sundum. Benim ikna kabiliyetim olmadığından ivedilikle reddetti bu önerimi. Bense onun önerisini çatal bıçak takımına ek olarak bir çamaşır makinesi, bir de buzdolabı karşılığında kabul ettim. Güzel pazarlık yapmıştık. 3D Tv'yi almaya ikna edememiştim ama olsundu.
Bir sigaranın koskoca 10-12 fırtında susmuş, son 3-4 fırtında kararlar almış, kaleler yıkmış devletler kurmuştuk adeta. Hedef mağazamız değişmiş, artık ayakkabı dükkanlarına değil; tektaş satan, bizim gibi orta direğin anca vitrinine uzaktan uzaktan bakabildiği, ola ki tezgahtar vitrin önüne gelip de 'Buyrun içerde de modellerimiz var' dediğinde, 'Yok yok, biz baktık sadece. Kolay gelsiiiin' diyerek o imreniş dolu bakmasını bile yarıda kestiği, fiyatlara verilen tepkinin Celestine Babayaro isimli güzide zencinin kulaklarını çınlattığı pırlanta dükkanlarına bakıyorduk artık. Oktay, gezdiğimiz mağazalarda cidden beğendiğim bir tektaş ürününü fiyatına bakmaksızın almamı, şimdilik ödemeyi kendisi yapacağını, benim ilerde çalışıp kendisine ödeme yapabileceğimi söyledi. Adamdı.
Bir sürü dükkan gezdik, sonunda en çok modeli barındıranına girdik. O kadar çok model bir aradaydı ki. Dakikalar geçtikçe, maksimum 4-5 dakikada alışverişini tamamlayan bünyem karar verme konusunda yaşadığı sıkıntı nedeniyle fenalaşmaya başladı. Sonunda Oktay'ın bacağına sarılıp ağlayarak 'Allahını seversen bi çeyrek alıp gidelim, karar veremiyooeaamm' diye hüzünlendim. Dükkan sahibi anlayışlı adammış, cebinden çıkarıp 10 tane 1 liralığı tezgahtarın eline verdi ve benimle ilgilenmesi için uyardı. Alışverişe Oktay devam ededursun, tezgahtar beni masaj koltuğuna götürdü. Tezgahtar kız, çalıştırmadığı masaj koltuğunda oturarak kızını mı torununu mu ne sikimi bekliyorsa işte bekleyen yaşlı teyzeyi yerinden güç bela kaldırıp beni oturttu masaj koltuğuna. İlk lirayı hazneye yollayıp beni masajlatmaya başladı. Ben anlattıkça hafiflerim düşüncesiyle, gizli öznesi olduğum hikayenin tümünü şık giyimli tezgahtar kıza gözlerimi kapatıp anlattım. Fakat anlattıkça hafiflemeyi bırak ağırlaşıyordum. Gözlerimi açanda yaşlı teyzenin kucağıma oturduğunu farkettim. "Karfur'da da dondurmasından, sucuğuna, çorbasından çayına bissürü tattırıyollamış" diyip kandırdım onu, gitti. Gözlerimi açtığım için tezgahtar kızın da gayet güzel olduğunu farkettim ve 'Yau ben var ya o kızı aslında sırf elde etmek için istiyorum, yok nedir bilmem ben, zira tek çocuğum, kahvaltıda sucuğu halka halka doğrardık var sen düşün' diye durumu düzeltmeye, kendimi aslında kalbi boş, kısmetini bekleyen bir playboy'a çıkarmaya çalıştım. Başarılı oldum olmadım orasını bilemem. 10 liranın 7sini harcadığımızda ben sakinlemiştim, Oktay'ın yanına dönmek istedim. Dükkana dönerken yolda yumuşak şekerci gördüm, sağolsun kalan paramızla bana 3 liralık da şeker aldı. Ağzımda yeşilli morlu yılan şekerle dükkana girdiğim sırada kredi kartı kullanmayan Oktay mavice bir balyayı üsüü süüsü süsüü diye sayıyordu. Sayımı bitirdikten sonra mağaza sahibine yeterli meblağı verdi ve yükte hafif pahada ağır paketimizle dışarı çıktık...
(Edit: Yazı uzun olunca okunmuyor diye burada kesim yapıyorum. Devam edeceğim ikinci yazı olacak bu da. Muhtemelen haftaya: Final)
(Edit2: Fonda da Jay Jay Reyizson'dan So Tell the Girls That I am Back in Town)
"Evdekilerden birşey mi giysemki? Hem boşa masraf, civelek gibi orta yere çıkıp oynayacak halim yok ya. Bi yerde gönlümün titrediğinin düğünü. İçer otururum. Ayağımı, ayakkabımı da gören olmaz.' dedim. Ayağımdaki ayakkabılara baktım. Giyeceğim takımı düşündüm. Zihnimde canlanan görüntü gayet hoştu, giysem giyilirdi. Ama tabi bir de eve gidip prova yapmak lazımdı. Ben bunları düşünürken neredeyse sigaranın sonuna geldik, oysa hiç konuşmuyordu. Oktay uyurken konuşmazdı, bu durumdan da haliyle korkmazdım. Ama böyle alışverişe çıkmışken, kaynatması güzel bir ambiansta geziyorken susuyor oluşu beni korkutuyordu. Acaba bu mimarisi gayet hoş, nezih, şehrin en elit alışveriş merkezinde bana girişir miydi, bu indirimli ürünün kapısından bile giremeyeceği kadar gururlu AVM'de beni, geçmesi muhtemel ünlülere ve jet sosyetenin tanınmış simalarına rezil eder miydi? Bunun düşüncesi dahi beni korkuttu. Şamdan dergisine röpörtaj veren bir iş adamının, gördüğü en trajik, ya da en komik olay sorulduğunda 'Sarışın 1.90 lık bir adamın bıyıklı sıska bir adamı dövüşü'nü anlatması olasılığı aklımı yerinden oynattı. Susarsam dövmez, ama konuşursam ve bu konuşma esnasında ağzımdan yanlış birşey çıkarsa beni komaya sokar sokar çıkarır diyip ben de susuşuna dahil oldum.
Oktay araba kullandığı zamanlarda dahi konuşurken yüzüme bakacak derecede nazik, adab-ı muaşeretten nasibini almış bir adam olmasına rağmen karşıdaki ormanı seyrine devam ederek 'Sen ne biçim bi adamsın?' dedi. Ehheh diye güldüm. O gülmüyordu, devam etti: 'Ulan azıcık da mı üzülmüyorsun? Kaç zamandır peşinde olduğun kız evleniyor lan. Hiç mi aklından geçmiyor gidip ya herro ya merro hissiyatını dökmek? Kalkmış düğün alışverişi yapıyorsun, reşadiye için benden borç istiyorsun. Yarın düğünde de halay başı olursun sen, damadı gerdek odasına ağzına baklava tıkıştırıp sırtına vura vura sokarsın. Ben senin bu batılılığından korkmaya başladım. Batının ahlaksızlığı derken biz pornoyu kastettik mark dorsel ne yaptıysa izledik. Sen huyunu suyunu almışsın. Senin bu yaptığını Tarık Akan yapmaz be!'
Marc Dorcel Reyiz |
'Ajan karalar bağlarım bağlasam. Hatta gel beraber bağlayalım, zira aslında bağlayasım var. Ama karalar bağlar, düğününe nişanına gitmezsem onda gönlüm olduğunu anlar. Çoriskli. Hem sadece katılıcam düğününe, takıcam nede karar kılarsam artık reşadiye olur, 100 aöyro olur- bakıcam durumuma göre, eksikli de kalmıycam anlayacağın. Sonra pastamı yiyip kalkıcam. Hatta pasta çikolatalı değil de meyveliyse onu da yemem.'
Oktay sinirlendi yine. Susarsam daha iyi olacağını biliyordum. Şimdi seri yumruk ve diz darbeleriyle zıbartılmayı bekleyen ürkek, ıslak bir çocuktum (Bu son cümleyi yazınca insan edebiyatçı oluyor. Ben de oldum.) 'Kalk gidelim söyleyelim kıza böyleyken böyle, şöyleyken şöyle diyelim. Anlat meramını. Elinde kaybedeceğin birşey yok, en azından bilsin. Kazanırsın durduk yere belli mi olur. Pilavdan döneceği varsa kızın, bunu bekliyorduysa da dönsün. Kaşığı kırılırsa, çeyizlik takım bozulur, atarız onu. Biz ona alırız Hisar'dan bilmem kaç parça şeyi. Nikah şahidin olarak bizzat ben hibe ederim.' diye teklifselce bir öneri sundu. Ben de kendisine elimde çift kişilik, ikinci kategoriden davetiye olduğunu, sahnenin bu kategoriden de netçe seçilebildiğini, düğünün yemekli olduğunu, en kötü ihtimalle pasta gelende salondan ayrılacağımızı belirterek düğüne gelmesi önerisini sundum. Benim ikna kabiliyetim olmadığından ivedilikle reddetti bu önerimi. Bense onun önerisini çatal bıçak takımına ek olarak bir çamaşır makinesi, bir de buzdolabı karşılığında kabul ettim. Güzel pazarlık yapmıştık. 3D Tv'yi almaya ikna edememiştim ama olsundu.
Bir sigaranın koskoca 10-12 fırtında susmuş, son 3-4 fırtında kararlar almış, kaleler yıkmış devletler kurmuştuk adeta. Hedef mağazamız değişmiş, artık ayakkabı dükkanlarına değil; tektaş satan, bizim gibi orta direğin anca vitrinine uzaktan uzaktan bakabildiği, ola ki tezgahtar vitrin önüne gelip de 'Buyrun içerde de modellerimiz var' dediğinde, 'Yok yok, biz baktık sadece. Kolay gelsiiiin' diyerek o imreniş dolu bakmasını bile yarıda kestiği, fiyatlara verilen tepkinin Celestine Babayaro isimli güzide zencinin kulaklarını çınlattığı pırlanta dükkanlarına bakıyorduk artık. Oktay, gezdiğimiz mağazalarda cidden beğendiğim bir tektaş ürününü fiyatına bakmaksızın almamı, şimdilik ödemeyi kendisi yapacağını, benim ilerde çalışıp kendisine ödeme yapabileceğimi söyledi. Adamdı.
Bir sürü dükkan gezdik, sonunda en çok modeli barındıranına girdik. O kadar çok model bir aradaydı ki. Dakikalar geçtikçe, maksimum 4-5 dakikada alışverişini tamamlayan bünyem karar verme konusunda yaşadığı sıkıntı nedeniyle fenalaşmaya başladı. Sonunda Oktay'ın bacağına sarılıp ağlayarak 'Allahını seversen bi çeyrek alıp gidelim, karar veremiyooeaamm' diye hüzünlendim. Dükkan sahibi anlayışlı adammış, cebinden çıkarıp 10 tane 1 liralığı tezgahtarın eline verdi ve benimle ilgilenmesi için uyardı. Alışverişe Oktay devam ededursun, tezgahtar beni masaj koltuğuna götürdü. Tezgahtar kız, çalıştırmadığı masaj koltuğunda oturarak kızını mı torununu mu ne sikimi bekliyorsa işte bekleyen yaşlı teyzeyi yerinden güç bela kaldırıp beni oturttu masaj koltuğuna. İlk lirayı hazneye yollayıp beni masajlatmaya başladı. Ben anlattıkça hafiflerim düşüncesiyle, gizli öznesi olduğum hikayenin tümünü şık giyimli tezgahtar kıza gözlerimi kapatıp anlattım. Fakat anlattıkça hafiflemeyi bırak ağırlaşıyordum. Gözlerimi açanda yaşlı teyzenin kucağıma oturduğunu farkettim. "Karfur'da da dondurmasından, sucuğuna, çorbasından çayına bissürü tattırıyollamış" diyip kandırdım onu, gitti. Gözlerimi açtığım için tezgahtar kızın da gayet güzel olduğunu farkettim ve 'Yau ben var ya o kızı aslında sırf elde etmek için istiyorum, yok nedir bilmem ben, zira tek çocuğum, kahvaltıda sucuğu halka halka doğrardık var sen düşün' diye durumu düzeltmeye, kendimi aslında kalbi boş, kısmetini bekleyen bir playboy'a çıkarmaya çalıştım. Başarılı oldum olmadım orasını bilemem. 10 liranın 7sini harcadığımızda ben sakinlemiştim, Oktay'ın yanına dönmek istedim. Dükkana dönerken yolda yumuşak şekerci gördüm, sağolsun kalan paramızla bana 3 liralık da şeker aldı. Ağzımda yeşilli morlu yılan şekerle dükkana girdiğim sırada kredi kartı kullanmayan Oktay mavice bir balyayı üsüü süüsü süsüü diye sayıyordu. Sayımı bitirdikten sonra mağaza sahibine yeterli meblağı verdi ve yükte hafif pahada ağır paketimizle dışarı çıktık...
Baya yosun yetişiyormuş yüzük içinde. Hoş... |
(Edit: Yazı uzun olunca okunmuyor diye burada kesim yapıyorum. Devam edeceğim ikinci yazı olacak bu da. Muhtemelen haftaya: Final)
(Edit2: Fonda da Jay Jay Reyizson'dan So Tell the Girls That I am Back in Town)
4.04.2012
Lana del Rey "He!" Dese Seni Unutabilirdim Zalımey
'İyi misin?' dedi. Bir kere olsun işaret parmağımla dokunabilmek için varımı yoğumu vereceğim, kuğularınki gibi uzun boynunu sola birkaç derecelik açıyla yatırarak. Sedat Bucak'tan büyük olmasın ama büyük gözleri, üzerlerindeki kaşların halinin de etkisiyle endişeli gibi, üzüntülü gibi olmuştu. Gözlerine birkaç saniyeden fazla bakamıyordum. Medusa'm kurbann olaaaam! Zira belli bir süre sonunda ağzımı açmaya, ses tellerimi tiretmeye teşvik ediyordu bakışları. Ağzımı açtığım takdirde söyleyeceklerim malum. Ve malumat yasaklı. Neyseki iyi bir susucuyum da bugüne dek tek kelime etmedim. Zaten al bir arkadaşımı, bir tanıdığımı karşına, 'Anlat Demirbey'i.' de. Tek kelime edemezler, Benim özetim bile tek kelime etmiyorken, benim ağzımı açıp tek kelime edememem anormal değil.
Cibiş cibiş olan gözlerimi kırpıp bir yandan da başımla onayladım 'iyiyim' manasında. Bakışımı bakışından çekip kolumdaki kıllara çevirdim. 'Garip aslında. Alnımdan çıkmıyor, buradan çıkıyor. Parmağımın ucundan çıkmıyor, buradan çıkıyor.' diye düşündüm. Onun bakışı ise benim bakışımdan kurtulmasına rağmen hala surat nahiyemde dolaşıyordu.
'Sen iyi misin?' diye sordum. Soru işaretine geldiğim sırada gözlerimi kolumdan gözüne çevirdim. Bu sefer o kaçırdı gözlerini pencereye doğru. 'Harun...' dedi '...az görüşüyoruz, hatta neredeyse görüşemiyoruz Harun'la. Çok fena! Kem açıyoruz karşılıklı.'. Kem açma diyince çağrışımla çalışan kafam mis kokular saçan vücudunun çırılçıplak, hadi olmadı iç çamaşırlarıyla bilgisayarın önünde hareketler sergilediğini düşündü. 'Harun'un babasının ormanını sikeyim!' dedim. İçimden dedim. Dikkatim dağılsın, dimağım açılsın diye etrafa bakınmaya başladım. Hatta sağımdan geçen bir yılan gördüm. O, herhangi bir kız olsa dirseğimle dürte dürte 'Tısss! Yılanı kes!' diye yanımdan geçen yılanı gösterir, bu yılan hakkındaki fikirlerini benimle paylaşmasını beklerdim. Aklımı yılanda bırakıp masaya döndürdüm fikriyatımı.
Fikriyatımın bu uzaklaşıp geri dönüşü yaklaşık bir dakika kadar sürmüştü. Bir dakika kadar susmuştu, susmuştum. Susuşmuştuk. İşteş fiillere geçişimiz uğruna kendisini halaya davet etmek isterdim. Cansever'e olan sevdamdan vazgeçmesem, Cansever başka kollarda aşkı arama hevesine girmiş olmasa şimdi terden sırılsıklam olmuş bedenlerimize giydiğimiz ceketlerle halay çekiyor olurduk. Ama O, batıya bakan yüzümüzdü. Yabancı biri ülkeye girecek olsa, karşılama heyetine seçilebilecek derecede batılı, çağdaş duruyordu. Bu nedenle bu coşumumu halayla kutlayamadım. Batının eşli danslarına ilgim olmadığından kutlama hevesim içime kaçtı. Yetmezmiş gibi O da içime kaçan hevesimin ardından tıpaladı beni. Harun'u anlattı da anlattı. İyi bir susucuyum demiştim ya hani, dinledim de dinledim. Hiç 'O değil asıl öbürü var bak şöyle...' diye sözü devralmadım. Adeta Harun'la ilişki yaşadım, Harun'a kem açtım, Harun'u 'Seni düşünüyorum' manasında çaldırdım, Harun'a 'Hastayım' dedim, Harun tüm diğer erkekler gibi hastayım diyen kızın cayır cayır regl olduğunu bildiğinden Harun'u üstüme titretemedim falan. Harun'la çıkar olmuştum 15 dakikada. Öyle bunaldım ki, kalkıp masadan cep telefonunu alıp Harun'a trip atacak kadar girdim ilişkinin içine, Harun bana kötü davranıyormuş gibi hissetmeye başladım. Benim devasa derdim, O; bana yetiyorken ek hesap açtım dert haneme , ek dert sahibi oldum. Ben Harun'u arayıp çocuk sesiyle konuşmaya yeltenecek gibi oluyordum ki telefonu çaldı. Açmadı. Açmadım. Açmayıştık. İşteşlerimiz git gide çoğalıyor, Harun da olmasa sevgili olacak gibi oluyorduk. Ama Harun aramızda yatan çocuk misali ürememize engel oluyordu.
Çalan telefonun dikkatimi bir kez daha dağıtışıyla ben çevremi düşünmeye başladım. Önce bi "Tüm çevrem çift doldu laaan. Düğün mevsimi de geliyor, ver elini çocuklarla ortaklaşa kullanılan bekarlar masası!" diye duygulanır gibi oldum, sonra bu çevremi düşünme konusuna filtrasyon uygulayıp sadece erkek olan çevremi düşünmeye başladım. Kız arkadaşı olsun olmasın isimleri kafamda sıralıyor, olası bir Harun dövme olayına kim gelir kim gelmez diye takım çıkarıyordum. Emin geldi aklıma sonra. "Eminciğim yarın Harun dövücez, hızımızı alamazsak bir de Tolga dövelim ne dersin" diye çağdaşça bir teklif sunsam hayatta gelmezdi. Ama " Emin la! Ne diycem, bak! Yarın Dikmen'de 8-9 arası Harun dövücez. Adam eksik, var mı sınavın kunavın, gelir döver misin sen de? Bizden sonra dayak atacak yokmuş, o yüzden biz ısınmışken, takım da toplanmışken bi de Tolga dövelim diyoruz canısı, gelirsin he mi?" desem Emin iki eli kanda olsa gelirdi. Emin halı sahayla şarj olan bir arkadaşımdı. Benim bi kutu sigaradan çok daha ucuza adam siktirebileceğim bir çevrem vardı.
(Edit: 1 tur daha devam edeceğim yazıya ilerleyen günlerde. Soundtrack ise Ceviz Ağacı olmasın mı?
Cibiş cibiş olan gözlerimi kırpıp bir yandan da başımla onayladım 'iyiyim' manasında. Bakışımı bakışından çekip kolumdaki kıllara çevirdim. 'Garip aslında. Alnımdan çıkmıyor, buradan çıkıyor. Parmağımın ucundan çıkmıyor, buradan çıkıyor.' diye düşündüm. Onun bakışı ise benim bakışımdan kurtulmasına rağmen hala surat nahiyemde dolaşıyordu.
'Sen iyi misin?' diye sordum. Soru işaretine geldiğim sırada gözlerimi kolumdan gözüne çevirdim. Bu sefer o kaçırdı gözlerini pencereye doğru. 'Harun...' dedi '...az görüşüyoruz, hatta neredeyse görüşemiyoruz Harun'la. Çok fena! Kem açıyoruz karşılıklı.'. Kem açma diyince çağrışımla çalışan kafam mis kokular saçan vücudunun çırılçıplak, hadi olmadı iç çamaşırlarıyla bilgisayarın önünde hareketler sergilediğini düşündü. 'Harun'un babasının ormanını sikeyim!' dedim. İçimden dedim. Dikkatim dağılsın, dimağım açılsın diye etrafa bakınmaya başladım. Hatta sağımdan geçen bir yılan gördüm. O, herhangi bir kız olsa dirseğimle dürte dürte 'Tısss! Yılanı kes!' diye yanımdan geçen yılanı gösterir, bu yılan hakkındaki fikirlerini benimle paylaşmasını beklerdim. Aklımı yılanda bırakıp masaya döndürdüm fikriyatımı.
Kadın olsam trip esnasında yaklaşık böyle birşey olurdum. |
Çalan telefonun dikkatimi bir kez daha dağıtışıyla ben çevremi düşünmeye başladım. Önce bi "Tüm çevrem çift doldu laaan. Düğün mevsimi de geliyor, ver elini çocuklarla ortaklaşa kullanılan bekarlar masası!" diye duygulanır gibi oldum, sonra bu çevremi düşünme konusuna filtrasyon uygulayıp sadece erkek olan çevremi düşünmeye başladım. Kız arkadaşı olsun olmasın isimleri kafamda sıralıyor, olası bir Harun dövme olayına kim gelir kim gelmez diye takım çıkarıyordum. Emin geldi aklıma sonra. "Eminciğim yarın Harun dövücez, hızımızı alamazsak bir de Tolga dövelim ne dersin" diye çağdaşça bir teklif sunsam hayatta gelmezdi. Ama " Emin la! Ne diycem, bak! Yarın Dikmen'de 8-9 arası Harun dövücez. Adam eksik, var mı sınavın kunavın, gelir döver misin sen de? Bizden sonra dayak atacak yokmuş, o yüzden biz ısınmışken, takım da toplanmışken bi de Tolga dövelim diyoruz canısı, gelirsin he mi?" desem Emin iki eli kanda olsa gelirdi. Emin halı sahayla şarj olan bir arkadaşımdı. Benim bi kutu sigaradan çok daha ucuza adam siktirebileceğim bir çevrem vardı.
(Edit: 1 tur daha devam edeceğim yazıya ilerleyen günlerde. Soundtrack ise Ceviz Ağacı olmasın mı?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)