15.04.2012

EvlenMac Menü İstiyorum. Bi Boy Büyüsün!

Gösterdiği ayakkabıya baktım. Kuru bir 'Güzelmiş' le geçiştirdim. 'Kendimize mi bakıyoruz it, tak geçir ayağına, bak bi şuna' diye sinirlendi. Kırmadım, geçirdim ayağıma. Çok klasik olduğunu düşündüğümü belirtip çıkardım. İçinde geçen küfürleri az biraz seçebildiğim birşeyler mırıldanarak uzaklaştı yanımdan. Gittim, bir halı saha ayakkabısının yanında durdum. Yıllardır yapadurduğum espriyi yinelemek için Oktay'a seslendim. 'Ajan bak bunu alalım bana. Hem kumaşın altına da giyilir ehehe mehehe' diye güldüm. Gülmedi. Yüzüme dahi bakmadan 'Sigara içicem ben' dedi. Bırakmadım peşini, ben de içeyim diyerek yanına koştum. Alışveriş merkezinin balkonuna çıkmıştık. Sigaralarımızı yakıp korkuluklara dirseklerimizi koyarak kah aşağıdaki otoparka, kah karşımızdaki ormana bakmaya başladık.

"Evdekilerden birşey mi giysemki? Hem boşa masraf, civelek gibi orta yere çıkıp oynayacak halim yok ya. Bi yerde gönlümün titrediğinin düğünü. İçer otururum. Ayağımı, ayakkabımı da gören olmaz.' dedim. Ayağımdaki ayakkabılara baktım. Giyeceğim takımı düşündüm. Zihnimde canlanan görüntü gayet hoştu, giysem giyilirdi. Ama tabi bir de eve gidip prova yapmak lazımdı. Ben bunları düşünürken neredeyse sigaranın sonuna geldik, oysa hiç konuşmuyordu. Oktay uyurken konuşmazdı, bu durumdan da haliyle korkmazdım. Ama böyle alışverişe çıkmışken, kaynatması güzel bir ambiansta geziyorken susuyor oluşu beni korkutuyordu. Acaba bu mimarisi gayet hoş, nezih, şehrin en elit alışveriş merkezinde bana girişir miydi, bu indirimli ürünün kapısından bile giremeyeceği kadar gururlu AVM'de beni, geçmesi muhtemel ünlülere ve jet sosyetenin tanınmış simalarına rezil eder miydi? Bunun düşüncesi dahi beni korkuttu. Şamdan dergisine röpörtaj veren bir iş adamının, gördüğü en trajik, ya da en komik olay sorulduğunda 'Sarışın 1.90 lık bir adamın bıyıklı sıska bir adamı dövüşü'nü anlatması olasılığı aklımı yerinden oynattı. Susarsam dövmez, ama konuşursam ve bu konuşma esnasında ağzımdan yanlış birşey çıkarsa beni komaya sokar sokar çıkarır diyip ben de susuşuna dahil oldum.

Oktay araba kullandığı zamanlarda dahi konuşurken yüzüme bakacak derecede nazik, adab-ı muaşeretten nasibini almış bir adam olmasına rağmen karşıdaki ormanı seyrine devam ederek 'Sen ne biçim bi adamsın?' dedi. Ehheh diye güldüm. O gülmüyordu, devam etti: 'Ulan azıcık da mı üzülmüyorsun? Kaç zamandır peşinde olduğun kız evleniyor lan. Hiç mi aklından geçmiyor gidip ya herro ya merro hissiyatını dökmek? Kalkmış düğün alışverişi yapıyorsun, reşadiye için benden borç istiyorsun. Yarın düğünde de halay başı olursun sen, damadı gerdek odasına ağzına baklava tıkıştırıp sırtına vura vura sokarsın. Ben senin bu batılılığından korkmaya başladım. Batının ahlaksızlığı derken biz pornoyu kastettik mark dorsel ne yaptıysa izledik. Sen huyunu suyunu almışsın. Senin bu yaptığını Tarık Akan yapmaz be!'
Marc Dorcel Reyiz

'Ajan karalar bağlarım bağlasam. Hatta gel beraber bağlayalım, zira aslında bağlayasım var. Ama karalar bağlar, düğününe nişanına gitmezsem onda gönlüm olduğunu anlar. Çoriskli. Hem sadece katılıcam düğününe, takıcam nede karar kılarsam artık reşadiye olur, 100 aöyro olur- bakıcam durumuma göre, eksikli de kalmıycam anlayacağın. Sonra pastamı yiyip kalkıcam. Hatta pasta çikolatalı değil de meyveliyse onu da yemem.'

Oktay sinirlendi yine. Susarsam daha iyi olacağını biliyordum. Şimdi seri yumruk ve diz darbeleriyle zıbartılmayı bekleyen ürkek, ıslak bir çocuktum (Bu son cümleyi yazınca insan edebiyatçı oluyor. Ben de oldum.) 'Kalk gidelim söyleyelim kıza böyleyken böyle, şöyleyken şöyle diyelim. Anlat meramını. Elinde kaybedeceğin birşey yok, en azından bilsin. Kazanırsın durduk yere belli mi olur. Pilavdan döneceği varsa kızın, bunu bekliyorduysa da dönsün. Kaşığı kırılırsa, çeyizlik takım bozulur, atarız onu. Biz ona alırız Hisar'dan bilmem kaç parça şeyi. Nikah şahidin olarak bizzat ben hibe ederim.' diye teklifselce bir öneri sundu. Ben de kendisine  elimde çift kişilik, ikinci kategoriden davetiye olduğunu, sahnenin bu kategoriden de netçe seçilebildiğini, düğünün yemekli olduğunu, en kötü ihtimalle pasta gelende salondan ayrılacağımızı belirterek düğüne gelmesi önerisini sundum. Benim ikna kabiliyetim olmadığından ivedilikle reddetti bu önerimi. Bense onun önerisini çatal bıçak takımına ek olarak bir çamaşır makinesi, bir de buzdolabı karşılığında kabul ettim. Güzel pazarlık yapmıştık. 3D Tv'yi almaya ikna edememiştim ama olsundu.

Bir sigaranın koskoca 10-12 fırtında susmuş, son 3-4 fırtında kararlar almış, kaleler yıkmış devletler kurmuştuk adeta. Hedef mağazamız değişmiş, artık ayakkabı dükkanlarına değil; tektaş satan, bizim gibi orta direğin anca vitrinine uzaktan uzaktan bakabildiği, ola ki tezgahtar vitrin önüne gelip de 'Buyrun içerde de modellerimiz var' dediğinde, 'Yok yok, biz baktık sadece. Kolay gelsiiiin' diyerek o imreniş dolu bakmasını bile yarıda kestiği, fiyatlara verilen tepkinin Celestine Babayaro isimli güzide zencinin kulaklarını çınlattığı pırlanta dükkanlarına bakıyorduk artık. Oktay, gezdiğimiz mağazalarda cidden beğendiğim bir tektaş ürününü fiyatına bakmaksızın almamı, şimdilik ödemeyi kendisi yapacağını, benim ilerde çalışıp kendisine ödeme yapabileceğimi söyledi. Adamdı.

Bir sürü dükkan gezdik, sonunda en çok modeli barındıranına girdik. O kadar çok model bir aradaydı ki. Dakikalar geçtikçe, maksimum 4-5 dakikada alışverişini tamamlayan bünyem karar verme konusunda yaşadığı sıkıntı nedeniyle fenalaşmaya başladı. Sonunda Oktay'ın bacağına sarılıp ağlayarak 'Allahını seversen bi çeyrek alıp gidelim, karar veremiyooeaamm' diye hüzünlendim. Dükkan sahibi anlayışlı adammış, cebinden çıkarıp 10 tane 1 liralığı tezgahtarın eline verdi ve benimle ilgilenmesi için uyardı. Alışverişe Oktay devam ededursun, tezgahtar beni masaj koltuğuna götürdü. Tezgahtar kız, çalıştırmadığı masaj koltuğunda oturarak kızını mı torununu mu ne sikimi bekliyorsa işte bekleyen yaşlı teyzeyi yerinden güç bela kaldırıp beni oturttu masaj koltuğuna. İlk lirayı hazneye yollayıp beni masajlatmaya başladı. Ben anlattıkça hafiflerim düşüncesiyle, gizli öznesi olduğum hikayenin tümünü şık giyimli tezgahtar kıza gözlerimi kapatıp anlattım. Fakat anlattıkça hafiflemeyi bırak ağırlaşıyordum. Gözlerimi açanda yaşlı teyzenin kucağıma oturduğunu farkettim. "Karfur'da da dondurmasından, sucuğuna, çorbasından çayına bissürü tattırıyollamış" diyip kandırdım onu, gitti. Gözlerimi açtığım için tezgahtar kızın da gayet güzel olduğunu farkettim ve 'Yau ben var ya o kızı aslında sırf elde etmek için istiyorum, yok nedir bilmem ben, zira tek çocuğum, kahvaltıda sucuğu halka halka doğrardık var sen düşün' diye durumu düzeltmeye, kendimi aslında kalbi boş, kısmetini bekleyen bir playboy'a çıkarmaya çalıştım. Başarılı oldum olmadım orasını bilemem. 10 liranın 7sini harcadığımızda ben sakinlemiştim, Oktay'ın yanına dönmek istedim. Dükkana dönerken yolda yumuşak şekerci gördüm, sağolsun kalan paramızla bana 3 liralık da şeker aldı. Ağzımda yeşilli morlu yılan şekerle dükkana girdiğim sırada kredi kartı kullanmayan Oktay mavice bir balyayı üsüü süüsü süsüü diye sayıyordu. Sayımı bitirdikten sonra mağaza sahibine yeterli meblağı verdi ve yükte hafif pahada ağır paketimizle dışarı çıktık...
Baya yosun yetişiyormuş yüzük içinde. Hoş...

(Edit: Yazı uzun olunca okunmuyor diye burada kesim yapıyorum. Devam edeceğim ikinci yazı olacak bu da. Muhtemelen haftaya: Final)

(Edit2:  Fonda da Jay Jay Reyizson'dan So Tell the Girls That I am Back in Town)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

söyle güzelim dinliyorum?