16.10.2013

A CLAAG - FİNAL

             Çay kaç dakikada biter diye geçiriyordum içimden. Fincansa değişir, ajdaysa değişir tabi. Umarım fincan söyler,çünkü ajda bardak bitene dek iki sigara içilebildiğini hatırlıyorum. İki sigara yedişer dakikadan on dört dakika eder. Derdimi dememe yetip yetmeyeceğini kestiremiyordum. Sonunda, kafamın içinde dönen hesaba bir son verip konuşma süremi netleştirmek için oturacağımız yere girmeden önce son kez konuştum:
           
             - Bir bardak mı içeceğiz çayı sadece?
             - Evet.
             - Fincanla mı getiriyor buradakiler, ajdayla mı?
             - İkisi de var. Ama fincan çabuk soğuyor diye sevmiyorum ben.
             - Bak ne kadar çok ortak özelliğimiz var da haberimiz yok. Ben de sevmem aynı sebepten ötürü. Ama fincanı bitirmesi daha uzun sürer sanırım.
             - Bitiyor iki türlü de.
           
             Bu işin bir kursu, bir halk eğitim programı falan varsa Çimen kesin ona gidiyordu. Nasıl da moralini bozuyordu insanın. 'Bitmez' de. 'Semaver söyleyelim' de. 'Çay biter ama yarın yenisi olur, o yenisinden içeriz.' de. De bir şeyler ki boynum, vazo kırmış çocuğun annesinin karşısında dururkenki hali gibi bükülmesin.

             Yere bakarak ilerliyordum. Gözümün önünde mavi ayakkabıları. Kırmızı olmamalarına rağmen güzeller. Kirlenmesin diye, basacağı kaldırım taşlarına gözümle önceden basıyordum. Birinin altında bir çamur birikintisi, bir su deryası fark etseydim de ayakkabılarını kirlenmekten kurtararak kahramanı olabilseydim. Hem kaldırım taşlarının her birinin altı tertemizdi, hem de Çimen, sanki havada yürüyormuş gibi yumuşacık basıyordu ayaklarını yere. Ben bu gibi düşüncelere dalmışken bir anda Çimen'in ayaklarını kaybettim. Panik içinde kafamı önce sola sonra çevirdim. Denk gelemedim kırmızı paltosuna. Hemen sağa çevirdiğimde ise bin şükür gördüm O'nu. Çay bahçesine gelmiştik ve Çimen kapıdan girmek üzereydi. Topallamasını engelleyemediğim sol bacağıma rağmen bir gayret hızlanarak yetiştim kapıdan girişine. Kapı metaldi. Gecenin ayazını yemiş olduğu için Çimen'in elini üşütürdü. O, kapının koluna erişemeden açtım kapıyı. Önce O, ardından ben içeri geçtik.

              Daha önce geldiği, hatta sanırım sık sık geldiği bir yer olsa gerek ki çalışanlar kapının girişinde O'nu görür görmez samimi bir gülümsemeyle selamlayıp, biraz sonra oturacağımız masanın yolunu açtılar. Bu da, Çimen'in hep bu masada oturduğu kanaatine sahip olmama neden oldu. Çimen 'İki çay!..' diye bağırdı. '...Ajda bardak!'. Son cümlesini söylerken ilk defa bana bakarak güldü. 'Fincan çay vermeyin kimseye! Sonra dudaklarını değdirip değdirip çekiyorlar. Bir çayla tüm gün mekanda takılıyorlar.' diye bağırdım ben de. Son cümlemi söylerken ilk defa O'na bakarak güldüm. Kendi gülümsemesinin sonunu henüz getirmemiş, dudaklarının iki ucu hala yukarıya doğru kavis yapıyordu. Gülümsemesi gülümsememle çakıştı. İşte bu da ilk gülüşmemiz oldu.



             - Sen mi başlamak istersin?
             - Evet. Özür dileyerek. Aslında filmlerde oluyor böyle karşısına çıkıvermeler. Siz, kızlar da hoşlanıyorsunuz sonra ve filmin baş rolünü oynayan, bu aniden esas kızın karşısına çıkıveren esas oğlanı öve öve bitiremiyorsunuz. Kah sanal ortamlarda, kah kendi sohbetlerinizde... O filmlerdeki adamın yakışıklılığının sağladığı bi tölerans puanı var tabi. Bende o yok. Ama bilemiyorum. Bir şey olacaksa böyle olmalı dedim. Big Fish'teki gibi. Sen de heyecanlan, ben de heyecanlanayım.
             - Vedat..
             - Ben, seninle ilgili ne hissediyor, ne istiyorsam, ne düşünüyorsam söylemeye geldim. Söyleyeceklerimin hepsini hemen her gece düşündüm ve sıraya koyarak geldim. Sırayı nereye koyduğumu unuttum ama şimdi karşında. Doğaçlıyorum.
           
             O sırada çaylarımız geldi. Geri sayım başlamadan önce bi giriş yapma fırsatı bulduğum için içten içe seviniyordum.

             - Sıcaktır, bekletelim biraz. Sonra başlarız içmeye.
             - Üfleriz belki, soğur.
             - Bir sonraki çay içişimizde üfleriz. Şimdi zaman kısıtlı, yanık dillerle dudaklarla konuşmayalım diye demiştim.
             - Vedat!..

             Kocaman gözlerinin yüzüne vuran ışıktan küçülmüş göz bebekleri büyümüştü. Sinirli ses tonuyla adımı anarak başladığı cümlenin devamını getirmeden önce etrafına hızlıca bakındı. Bir kez yutkundu.        
   
             - ... Yakın zamanda ikinci bir çay içişimiz olmayacak.
             - ...
             - Olmayacak çünkü benim sevgilim var. Yakın zamanda olmayacak dediğim için istihap haddine dek umutla doldurma kendini lütfen. Mutluyum ben. Belki hiç olmayacak. Bu ağzından çıkanlar olmasaydı bardaklar dolusu çay içerdik. Ama beni seven bir adam zaten var. Seni, bu içindeki ben sevgisiyle nasıl karşıma alabilirim, nasıl konuşmaya devam edebilirim senle. Sen de duramazsın yanımda zaten. Hem Fırat...
             - Harun!
             - Ne Harun'u?
             - Sevdiğim ama yolumun kesişmediği ya da ayrıldığım kadınlar Müjgan. O kadınlara benden sonra veya şimdi olduğu gibi benden önce gidip beraber olan her adam da Harun.
             - Müjgan mı oldum şimdi ben de o zaman?
             - Şimdi değil. Benden uzaktaydın zaten. Müjgan'dın yani. On beş dakika evvel Çimen oldun. Şimdi göz göre göre Müjgan oluyorsun yine. Sırf ben daha erken gelemedim diye. Ve hayatıma bir Harun daha ekleniyor.
             - Müjgan'la benim yaptıklarımı bir tutmak oluyor ama bu. Yok mu başka bir isim başka bir filmden?
             - Yo değil öyle. Ne yaparsa yapsın seviliyor ya Müjgan. Ona binaen benim isimlendirmem. Harun'u sorma ama. Bilmiyorum..
           
             İkinci gülüşmemiz gerçekleşti o anda. Ve muhtemelen sonuncu gülüşmemiz olacaktı bu, zira sohbet pek hoş yönlere ilerlemiyordu.

             - Çay bitmez oldu bak şimdi de.
             - Müjgan deme bana
             - Demem, söz. Takılma artık.
             - Takılmıyorum. Ama Harun'u bırakıp şimdi senle çıksam bu çay bahçesinden Müjgan olurum asıl. Harun'un Müjgan'ı. Yapamam.
             - Harun.. Seviyor mu seni çok Harun?
             - Öyle söylüyor.
             - Söylenen şey geçersizdir.
             - Sana göre..
             - Ben sana hiçbir sevgi sözcüğü, aşklı meşkli cümle, süslü laf etmedim. Ben buraya sana ne hissediyorsam söylemeye geldim, söyledim. Sen gördün zaten yüzümden en süslü lafı da, en facebook'ta akrabaların paylaştığı aşklı meşkli özlü sözü de. Yol boyunca beni susturuşun da bu yüzdendi. Yüzüme bakıp ağzımdan çıkanın gerçekliğini gözlerinle görmek istedin.
             - ...
             - İçecek misin çayını?
             - Hani fincan istiyordun? Ne şimdi bu acelen?
             - Şu anda aklın bu masayla, benle meşgul. Bir an önce çıkayım istedim. Harun'a hissedeceğin herhangi bir şeyi benim yüzümden hissedemiyorsun.
             - Her an bir şey hissetmek zorunda mı sevgililer?
             - Bilmiyorum. Öylesi güzel geliyor.


             Bardağın yarısını dolduran çayı bir dikişte içtim ve ayağa kalktım. Deri ceketimin iç cebine attım elimi. Yapmış olduğum rulo, bir gündür çıkmadan orada beklediği için düzelmesi zaman alacaktı. Rulo haline gelmiş kitabımı çıkardım iç cebimden. Masanın üzerine bıraktım. 'SEN GÜL DİYE YAZDIM'.

             Gülümsedi yine. Tutamadım ayna gibi yansıttım gülüşünü. Gülümsedim ben de. Yanılmışım. Son gülüşmemiz ben O'na sırtımı dönüp çay bahçesinden çıkmadan önce gerçekleşti böylece. Harun'lar arasına yeni bir Harun ekledim.
           
              O'na söylemedim ama Müjgan'lar arasına da yeni bir Müjgan ekledim.

           Edit: Bu mini macera gayet mutsuz sonla bitti. Yine de cast akarken çalan şarkı, soundtrack biraz olsun içinizi açacak. Gorillaz - Feel Good Inc.


             

9 yorum:

  1. böhüü,niye mutsuz bitirdin uyuz <_<

    YanıtlaSil
  2. @ıssız madam -> yurdum şartlarında mutlu bitemez bu hikaye be madam /:

    YanıtlaSil
  3. fikrimi değiştirdim. aynı ıssız madam gibi bühühüü yapasım geldi.
    finali mutlu sonla yeniden yazsanız da; ruhumuz şenlense olmamı sayın yazar? :)

    YanıtlaSil
  4. @alis -> Yarın yazıyı tek başlık altında toplayacağım. Final de değişecek biraz, fakat mutsuz son takıntımdan vazgeçemeyeceğim sanırım.
    Küçüklüğünde en sevdiği masal 'kibritçi kız' olan adamdan mutlu son çıkmıyor /:

    YanıtlaSil
  5. Hi there! Do you know if they make any plugins to protect against hackers?
    I'm kinda paranoid about losing everything I've worked hard on.
    Any suggestions?

    Also visit my homepage; you can look here

    YanıtlaSil
  6. Merhabalar. cooooooooooooook guzel bir yazi olmus. blogunuzu oylesine blogtan bloga atlarken kesfettim hemen takibe aliyorum. banada beklerim :)

    YanıtlaSil
  7. Selaaaaaaaaaaaaaaaam, harika bir hikaye. Bana da beklerim. asdfghj

    bence çok güzel bitmiş hikaye. Mutlu bitseydi, Harunlar arasına Harun, Müjganlar arasına Müjgan eklenmeyecekti. Gülüşler, son gülüş sıfatından mahrum bırakıldığı için değerli olmayacaktı. Her gülüş "acaba son mudur?" telaşıyla değerlendirilmeyecekti. Normal, düz, sıradan bir gülüş olmuş olacaktı. O yüzden çok güzel bitti. Eline sağlık :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Diğer yazılara olan tepkinden sonra bunu hiç beğenmeyeceğini sanıyordum. Ama gördüm ki sen de benim gibi mutsuz son fetişistiymişsin.
      Sevindim beğenmene (:

      Sil

söyle güzelim dinliyorum?