14.01.2014

Demirbeyin Bıyıkları 200. Yazıyı İftiharla Sunar

Bitiremediğim pizzanın kalan dilimlerini içine koyduğum poşet elimde kapıyı tıklattım. Açan Alpay Erdem'di. Ben daha merhaba bile dememiştim ki o,
'Amatör günlerimiz Salı akşamı. Güle güle.' dedi ve ben birşey diyemeden kapıyı kapadı.

Benden 13 yaş büyük olan kuzenim sayesinde henüz 8 yaşında başlamıştım mizah dergilerini okumaya. O kapı suratıma kapatıldığında ise 17 yaşındaydım. O gün; dokuz yıldır çizimlerini, yazılarını okuduğum adamları görmek, onlarla tanışmak için çalmıştım o kapıyı. Kapının sadece on-on beş saniye açık kalması bu nedenle büyük bir yıkım olmuştu. O kapıdan amatör çizer olarak giriliyorsa, ben de amatör çizer olarak girecektim. Ve sonrasında çizer olup, bir daha çıkmamacasına içeride kalacaktım.. En azından o dönemde bi anlık hırsla kendime koyduğum hedef o olmuştu.

Kalem tutmaya dair yeteneğim olsa, yazım düzgün olurdu. Ben, daha harfleri zar zor kağıt üzerine işlerken kalktım o kalemle insan, hayvan, obje çizmeye yeltendim. "Zorla bir şeyler değiştirilebilir mi?" sorusunun cevabı karikatürle ilgilendiğim dönemle baz alınarak cevaplanırsa: 'Evet.'. Şimdi bile ara ara çekmeceden çıkarıp bakıyorum schoeller kağıda yaptığım çizimlere. Gün sırasına göre eskiden yeniye incelediğim zaman görüyorum nasıl başladığımı, ne aşamaya geldiğimi. Mağara duvarına çizilen şeyler tadında başlayıp, Salih Memecan'ın ekmek yediği seviyeyi geçmişim. İktidar yanlısı bir tutumu da o çizgime eklesem şimdi bir yerlerde maaşımı hak ettiğimden fazla bir tutar halinde alıp gül gibi geçiniyor olurdum. Neyseki beynim henüz kontrolüm dışında değil.

Ve sonra bir gün, Metin Üstündağ'ın karşısındaydım. Ankara'dan kalkıp İstanbul'a iş göstermeye gitmiştim. İlk gidişim de değildi tabi. Hemen hemen her iki haftada bir piyasadaki mizah dergilerini kolaçan edip işlerim hakkında yorum almaya, yorumlar çerçevesinde kendimi geliştirmeye çalışıyordum. O gün de diğerlerinden farklı değildi. Her zamanki gibi o kalabalık içinde bekledim, bekledim.. Çizgisi gerçekten kötü olmasına rağmen bunu görmek istemeyenler, çizgisi harikulade olmasına rağmen mizahtan nasibini almamış olanlar ve bir de ne çizgisi ne esprisi yeterli olanlar.. Sıra bana geldiğinde elimdeki poşette bu sefer pizza dilimleri yerine işlerim vardı. O günkü amatör günü inceleyicisi MetÜst, işlerimi incelemeye başladı. Hatırlıyorum, tam yedi tek çizim, bir de vinyetle süslediğim yazı götürmüştüm göstermek için. Çizimlerden birini inceleyip bir diğerine geçmesi arasındaki süre beni gerecek kadar azdı. Vinyetli yazımı ise en sona koymuştum. Çizimlerle işi bitip de yazıya geçtikten sonra işler değişti. Yazıya ayırdığı süre oldukça tatmin ediciydi. Yazıyı atlamadan, es geçmeden okudu ve bitirdi. Kafasını yazıdan kaldırıp 'Önceki işlerine kıyaslayacak olursam.. Çizimin gelişiyor, evet. Ama yavaş bir şekilde... Kızmaca alınmaca yok, bence bileğin hiç bir zaman anlatmak istediğini anlatmana yetecek kadar iyi olmayacak.' dedi. Sinirden, dudaklarımı ısırmaya başlamıştım. 'Farkında mısın peki?' diye devam etti. Farkındaydım. Kaç tane fikiri, espriyi çöpe atmıştım bir kağıda oturtmayı beceremediğim için. Biliyordum. Ona da söyledim: 'Farkındayım abi.' (P.S. : Farkında falan değildim o gençlik ateşi yüzünden. Çizimlerin videosunu çekip youtube'a bile koymuşum. Baya övünüyormuşum aslında elimden çıkanlarla. Sadece çıkamayanların farkındaymışım.)

'Yaz o zaman.' dedi. Ve yazdığım şeyle alakalı fikirlerini söyledi. Dudaklarımı dişlerimin arasından bırakmıştım artık. Henüz bıyık bırakmadığım dönemlerdi. Yamuk yumuk gülümsüyordum sevinçten. Ve bu gülümsememi örtebilecek bir bıyığım da yoktu.

İşte ben, o gün bu gündür yazıyorum.


Hiçbir zaman için düzenli, haftada bir kısa öykü yazabilen bir adam olamadım. MetÜst'le görüşmemizden sonra dergiye hiç yazı götürmedim. İnsanların yazılarını paylaştıkları adresi, blogspot'u buldum. Kendime ait sayfamı açtım. Yedinci yılı geride bıraktım. Hala gerçek mi değil mi benim bile karıştırdığım, anlayamadığım şeyleri hikayeleştirip yazıyorum. Başlarda 20 yaşın verdiği heyecan ve agresiflikle, o yaşlarda aklımın fikrimin tek odağı olan seks temalı hikayeler yazarken şimdilerde yedi yılın birikimi Müjgan'lar ve kaybeden adamlar hakkında yazıyorum. İç bunaltmadan.. Her defasında da ekliyorum: Ama arkadaşlar iyidir.

İç bunaltacak bir şey yok çünkü. Ömrün bitişi mağlubiyete denk geliyor ve biz de elimizden geldiğince iyi oynayarak yenilmeye çalışıyoruz. Bir ömür hakkımız varken yediğimiz gollere üzülerek vakit kaybetmeye de gerek yok.

Bu yazıyı, 7 yıllık sürecin çetelesi olan 199 adet yazının başlangıcının nasıl olduğunun hikayesini anlatma amacıyla yazdım. Ve 200. yazı olarak çeteledeki yerine koydum. Buradaki 199 yazıdan herhangi birinin, herhangi bir cümlesine minicik de olsa tebessüm etmiş biri varsa, onun gülme kaslarından öpüyorum.

Yazmam için elime malzeme veren tüm Müjganlara, tüm arkadaşlarıma, tüm Harunlara ve başımdan gelip geçen yahut aklımdan gelip geçen herşeye ve herkese teşekkür ederim.

Edit: Güzel şarkının unofficial klibi. Görüntüler The Red Baloon filminden. Klip, kitabımın kapağının da fikir babasıdır aynı zamanda.


7 yorum:

  1. Her yerimden öp o vakit, çünkü yazdıklarına güldüğüm yer tek değil. Kimi zaman 'Bak sen bizim Demirbey'e' diye; kimi zaman da vermemiş gibi gözükerek verdiğin Müjgan mesajlarına güldüm, götümle.

    YanıtlaSil
  2. Götle gülüş-ağızla gülüş paritesi ne ajan?
    Ne kadar güldüğünü hesaplıycam (:

    Müjgan'ı boşver, sayesinde kitap yazdık çorba parası çıkacak. Asıl, Tabutta Rövaşata'daki Sarı olmaya ne de müsaitsin sen. Filmi her izleyişimde aklıma düşüyorsun. İşte o vakitler her yerinden öpüyorum..

    YanıtlaSil
  3. Şu an parite hesabını ben de yapamam kardeşim, tutarlı bir değişim göstermiyorlar, seni yanıltmak istemem(:

    Sarı'ya gelince, mezarlık iyi hoş da, içindeki ben olunca tansiyonumu düşürüyor biraz :p

    By the way, 200. yazın için bir kutlama yapalım diyorum, ne dersin? Gecenin yükünü ben çekerim, hediye babında. Çorba senden ama ;)

    YanıtlaSil
  4. Hmm.. Hediyeniz çok ince, çok zarif birşey. Teşekkür ederim..

    Knorr'un sahibini aradım. Elindeki tüm işleri bırakmasını ve bize çorba hazırlamasını salık verdim. Kısaca çorba köpeğin olsun.

    Topu ben aldım, kaleyi sen seç. Ankara? İstanbul? Ona göre netleşir herşey.

    YanıtlaSil
  5. http://www.youtube.com/watch?v=rVeMiVU77wo

    YanıtlaSil
  6. 200 yazı.. Dile kolay yahu.
    Ah o hiç gelişmeyecek resim yeteneğimi aklıma getirdin bak. Ha bir de tabi yetenek denirse :)

    YanıtlaSil
  7. Gelişiyor. Sürekli çizersen gelişiyor. Ama sınırı var işte. Benimkinin sınırı çok kısıtlıymış, belki seninki daha bir derya denizdir. Denemeden bilemezsin..

    YanıtlaSil

söyle güzelim dinliyorum?