23.12.2011

ŞİFRE 1234

Kapkaranlıktı her yer, fakat saate danışarak günün hangi dönemi olduğunu söylemeniz istense 'Haa sabah olmuş.' derdiniz; saat 6:00 ydı ve sabah olmuştu. Üzerinden yorganı atmasına engel oluyordu çarşaf ve yorgan arasında oluşmuş, vücudunu çevreleyen sıcak hava. Başının altındaki orta sertlikte ve alçak yastığın altına sol elini soktu, çakmağını çıkardı; sağ elini ise boyuna kısa gelen, ayaklarının dışarı çıktığı, bu nedenle ya köşegen şeklinde ya da cenin pozisyonunda yatmak zorunda olduğu yatağının altına doğru götürdü ve içinde iki sigara kalmış olan bir paketle kültablasını çıkardı.

Hiçbir rengi barındırmayan bir güne uyandığının farkındaydı. Annesinin kansızlıktan solan teni kadar renksiz bir güne.

Harun; gözünün altındaki torbaların, yüzüne sinirli bir ifade yerleştirdiği, ruhu bu sinirden nasibini bir gram olsun almamış, bıyıkları ile çirkin yapılı ağzını ve dişlerini örtmeye çalışan, alnı ve gözlerinin kenarı genç yaşına rağmen kalıcı çizgilerle dolmuş genelinde sessiz, özelinde kakafoni barındıran bir adamdı.

Sigarası bittiğinde yattığı yataktan çıktı ve terliklerini biçimli ayaklarına geçirdi. Dışarı çıkması gerekiyordu ve bunun için hazırlanmaya fazla vakit ayırmayan biriydi. Yaklaşık 10 dakika içinde hem traşını olmuş, dişlerini fırçalamıştı hem de üstüne başına sokakta gören birinin yadırgamayacağı, hatta kimisinin uyumlu dahi bulabileceği birşeyler geçirmişti. Üstüne giydiklerini, kafasında o gün giymeyi düşündüğü ayakkabıya göre şekillendirdiğinden kapının önünde neredeyse hiç vakit geçirmedi.

23 çift çorabı vardı. Hepsi de kırmızıydı. Konusu açıldığında batıl inancı olmadığı konusunda iddialaşacak inatçılıkta olmasına karşın kırmızı çorap giymenin kendisine şans getirdiğine inanıyordu. Pantolonunun sağ ön cebinin iç tarafındaki bozuk para cebinde de mutlaka şans bilyesini taşırdı. Şans bilyesinden ne yazıkki 23 adet değil tek bir tane vardı. Beyaz alt renkli; üzerinde bilyenin iki ayrı yarımküresinde birbirinden bağımsız  akmakta olan turuncu ve yeşil iki çizgi barındıran, önemsenmeyecek, endişelenmeye değmeyecek derecede ufak bir de çatlağı olan bir bilyeydi bu.

Ayağında kırmızı çorapları ve cebinde bilyesiyle günün ilk ışıklarını beklemeden yola düştü. Bir önceki gün görmüş olduğu kızı yeniden görmek için yine aynı saatte aynı otobüse binmeye çalışacaktı. Her gün başka bir kıza hayran olur, bir sonraki gün onu tekrar görebilmek için hayran olduğu kızı gördüğü yere, gördüğü saatte koşardı. Bugüne kadar  hiç bir hayran olduğu kızı ikinci defa görme başarısına ulaşamamıştı. Ta ki düne kadar...

Artık üçüncü görüşünü kovalıyordu. O varla yok arası sürdüğü rujundan ojesine, ayakkabısından yüzüğüne her detayını aklına kazıdığı o güzel canlıyı iki defa görmeyi başarabildiyse bu gerçekten birşeyin işareti olmalıydı.

Bilmiyordu yine de, üçüncü defa da karşılaşmayı becerdiği anda ne yapacağını, sesini çıkaramayıp bu sefer de dördüncü karşılaşmanın peşine mi düşeceğini; yoksa Kevin Spacey'in 'Seven' filminde Brad Pitt'e bağırdığı gibi 'Laaayt!' diye arkasından mı uluyacağını bilmiyordu. 'Üç' diyordu içinden durmaksızın, maç öncesi kendisine skor tahmini sorulan taraftarın umarsızca 'Beş beş beş' diye bağırdığı tempoda. Kendisi de biliyordu aslında farkedilişi kaçıncı görüşmeye denk gelirse o zamana dek ıslak köpek gibi tir tir her gün kendi şansını yaratmaya çalışacağını, açıp o şekilsiz ağzını, oynatıp o pis dilini 'Ben buradayım' demeyeceğini.


Coldplay- Trouble

13.12.2011

Duygulandım Beybim


Hüzünkovan kuşu diye miy miy girme şarkıya
Hayatımda da duymadım öyle kuş zati.
Muhabbet kuşuyla edilmesi muhtemel muhabbet belki hüznü kovar,
Orasını bilemem.
Zaten mahmurluk dediğin, duygusallık dediğin şarkıyla türküyle başlamamalı bebek
Gogol Bordello'da ağlamışlığın var mı senin?
Peki ya bi 10 liran?
Sigaram bitmiş. Maaş kartı evde kalmış maralım
Esirgeme erkeğinden, ateşle bi 10'luk
Sikik tipimde bir albeni olmadığından
Şeytan tüyü denen meretten de nasibimi almadığımdan
5 vakit sesimi övüp duruyorsun tıpkı bir ibadet gibi, tıpkı şişman kız öğünü gibi
Övüyorsun övmesine dudu dillim, aybalam
İşte o sigara olmasa benim Müşfik Kenter sesi Nihat Doğan'a bağlar önünü alamam.
Hem ben biliyorum benim tipime acayip sinir olduğunu.
Kavga ettiğimiz zamanlar ben 'Kahretsin!' diyip klip tadında hüzünlenirken;
Kah duvardan resmini indirip,
Kah odamda, üzerimde takım elbise olmasına aldırış etmeden çömelip,
Kah duvarlara görsel güzellik barındıran tek yumruk atarken...

Sen!
Ah sen!
Sen 'Tipini siktiğim' diye bacak arana yastık, eline nutella kavanozu alıyorsun.
Çağırıyorsun kız meclisini,
'Üzülme Melis', 'Ağlama Melis' dendikçe ilgiden aklını çıldırıyorsun
Bir yandan da yalandan ağlıyorsun.
Gel inkar etme.
Adeta seviştiğin bu bıyıklı adam bir Richard Gere'mışçasına,
Efenime söyleyeyim bir Hugh Grant'mişçesine,
Yaşadığın aşk dillere destan, dünyadaki tüm aşkları ayakta tutan bir aşkmışçasına hüzünleniyorsun.
Adeta bir Romantik Komedisin kuzu dişlim.

Ben bıktım bu yalan dolandan.
Benim hüznüm de sevincim de Flash TV frekansından.
Sense "Cnbc-e beni kesmiyor, internetten diziye başladım" diyorsun.
Akasya Durağı'na burun kıvırıp mutluluğu uzaklarda arıyorsun.
Ben...
Haylaz yakışıklın,
Divane Serserin,
Yenibosna Stayla Demirbey'in sana paralı yayına başlayacak.
Şifre koyacak.
Sen bile çözemeyeceksin
Yıldızlar çözemeyecek.
Biru Çurum gibi düşücem gözlerinden
Biru Çurum kim sorgulayacaksın.
İster 'Vaay' de
İster 'Götün kalkmış' de.
Ben 1.80 im bebek, sesim de güzel.
Akıl ala ala geziyorum ortada
İşine gelirse.
Ha bu arada
Yılbaşında ne yapacaksın?

10.12.2011

79,90



Eldivenleri çok güzeldi. Elleri de öyle... Hangisini görmek istediğime karar veremedim, ikilemde kaldım. Eldivenlerini çıkarıp masanın üzerine koyduğunda ikisi de ayrı ayrı görüş alanımda olduğundan bunun en iyisi olduğunu düşündüm. Varlığıyla görsel ziyafet sunuyordu bana. Ama o ziyafet yetmezmiş gibi yiyecek birşeyler söyledim hem ona hem kendime. Aslında ona ya da kendime söylemedim, garsona söyledim. Garsona yiyecek birşeyler söyledim, o bize getirdi. Biz de yedik.

Biriyle karşılıklı oturduğum zaman yemek yerken gerilirim oldum olası. O saniyelik ağız açışlarım saatlerce sürüyormuş gibi utangaç yemek yerim. Şimdi bir de bıyığım var, haliyle gerilimim katlanıyor. Bir elim sürekli peçetede. Sebepli sebepsiz silmelerden bıyıklarım aşınıyor. Burnuna bakıyorum, yıldızlı.. Dişlerine bakıyorum. Nizami, dümdüz. "Kurbanlık olsa kaçarı, yok gitti." diyorum. O ağızdan henüz söylenmemiş ninniler çalınıyor kulağıma, kulağımı bırakıyorum masallarına, içim geçiyor.

Bir gece öncesinde baktığım ağız bugün baktığım ağızdan çok farklı. Semih'in ağzına bakıyordum bir gece önce. Normalde işitme engelim yok, Semih'e karşı da hallenen bir yanım yok. Ağzının içine bakmamın nedeni girmiş olduğumuz mekandaki yüksek sesli müzik. Duyamıyorum Semih'i. Duymak istiyorum, zira yüzümü güldürüyor ve gülmeye ihtiyacım var. Paris, Münih, Roma, Manisa, New York , Miami, Rio, Manisa Manisa Manisa Manisa diye şarkıya eşlik ediyoruz. Kalabalık bir grup olarak gitmiştik bara. Ama kafası uç noktada iyi olan bir Semih bir bendim o gece. İkimizin de ne kadar içtiğini bilmiyorum. Semih'i takip etmedim, ben de bi duble içicem dedim, sonra dostların serpiştirilmiş olduğu upuzun masada sağa sola gezerken 'Kardeşim benim bardak orda kaldı ya alıyorum tiksinmezsen' diye diye masanın tüm anasonunu emdim. Üzerine bir iki de arkadaşlık adına duygusal, özlem içeren cümle işitince ben amı götü dağıttım. Semih de benden habersiz bana eşlik etmiş sağolsun. Herkesin Semih gibi bir arkadaşı olmalı bu arada. Hani şu vakti zamanında Semih K. ismiyle adına yazılar yazdığım adam. Evet, herkese onun gibi arkadaş lazım.
Semih'in kulağına yanaşıp 'Çok güzel. Çok...' diyorum. "E yapıştıralım kardeşim o zaman. Tısss" diyor. Aslında onu demek istemiyorum ama sırf kafa güzelliğimden dilimi ağzımın dışına çıkarıp yüksek frekanslı titretme hareketlerine giriyorum. Neyseki sonra düzeltip 'Ya ben bunlardan bahsetmiyorum, benim dediğim hani şey var ya...' diye başlıyorum güzelliğin kaynağını anlatmaya. Dakikalarca anlatıyorum. O demin, gürültüden yarım metre yanımdaki adamı duymayan kulaklarım hiç bir gürültü sesi algılamıyor cümlem sona erdiğinde, hiçbir sesi algılamıyor. Ölümüne sessiz etraf, insanların bu sessizlikte masaların, yarım duvarların üzerinde sürdürdükleri dansa şaşıyorum. Kafam sağa eğimli Semih'e bakıyorum. Dertsiz adama dert katmışım. Hüzünleniyor gözleri, yutkunuyor. Ne garip ki yutkunuşunun çıkardığı sesi çok net duyuyorum. Cilalık bira şişesini kafama dikiyorum. Semih'in iman tahtasına dokunup asıl kalabalık güruhun yanına dönüyorum. Ses yok etrafta. Çakıl yüzüme yaklaşıp birşeyler bağırıyor. Tükürüğü yüzüme geldiği için tiksinip siliyorum o tükürüğü. Ağzına bakıyorum. Bir gün sonra göreceğim ağızla kıyaslanamayacak, Semih'inkinden bile kötü bir ağız. Çakıl cümlesini bitirmiş, kurduğu ve benim duyamadığım cümle bir soru cümlesi sanırım, yüzüme bakıyor. Ya da bir espri, gülümseyerek onaylamamı bekliyor. Onun da iman tahtasına işaret parmağımla dokunup "Ben hepinizi çok seviyorum" diyorum, kendimi dışarı atıyorum. Hayatımın en garip gecelerinden birini yaşıyorum. Kendimi kaybetmek üzereyim ve onu içimde taşıdığımdan, kendimi kaybedersem onu da kaybederim korkusuyla ayılmaya çalışıyorum. Ayık kalmaya...


'Saçların...' diyor '...güzel olmuşlar.' . Kafamın üstünde çıkan kılları övüyor. Bense onun güzel gözlerine güzel birşey gösterdim diye seviniyorum, saçımın bana yakışıyor oluşu umrumda değil. Zaten soruyor 'Neden bu kadar iyi olmaya çalışıyorsun, bu kadar düşünceli olmaya...'. Çalışmıyorum ki aslında. Öyleyim. Sadece karşımda bir Allahın kulu üzgün dursun istemiyorum. Ve olaylar gelişir... Yaşar Usta, Sucu Rıza, İsmail Abi. Belki bu üç adamdan biriyim, belki hepsinden birer parça taşıyan bir adam, belki de tamamen ayrı özelliklerde ama aynı neticede bir adam.

Edit: Arkada tıngır mıngır Radiohead'den Street Spirit çalıyor.




24.11.2011

IRKÇILIK HA?

Üzerinden neredeyse 1 hafta geçti ama ben daha salim kafayla oturup bi içimdekileri dökemedim şu blog'a.

Geçen cumartesi Beşiktaşkımın Galatasaray'la oynadığı futbol maçı için İstanbul İnönü Stadı'ndaydım yine. Yine kapalı altta... Oynadık, sallamak ne kelime sağlı sollu dövdük, olmadı, olduramadık. Yukarıdaki bazen kanaat notuyla sizin teşekkürünüzü takdire çevirebildiği gibi elinizdekini, hakettiğinizi de alabiliyor. Sonuç ne olursa olsun o beyaz forma siyah şort beyaz tozluklarla sahaya çıkan her bir çocuğun ayrı ayrı (Belki biri - Q7 hariç) canlarını dişlerine taktıklarını, maçı kazanmadan eve gitmeyi istemediklerini gördüm, hissettim. Bu nedenle skora takılmadan, hayal kırıklığımın üzerinde durmadan o çocuklara, yine biri hariç ayrı ayrı teşekkür ederim.

Gel gelelim maçtan daha çok öne çıkan olay Eboue ve ırkçılık konuları oldu. Eboue başta olmak üzere tüm rakip oyuncular maçı yerde yatarak tamamlamaya kalkınca taraftarın tepkisi oldu. Cihan kralının takımı gelse, o Şeref'li stadyumda bir dakika vakit geçirmeye kalksa aynı tepkiyi o da görür, zira o staddaki herkes oynanan oyunun kah rakip tarafından kah kendi oyuncusu tarafından hakkının verilmesini istiyor. Tribünde ben dahil bir çok adam yemeğinden sigarasından para ayırıp, binbir fedakarlıkla o maçı izlemeye gelmiş, sen yerde yatıyorsun. Benim her bir dakikasına 1 lira ödediğim etkinlikte sen hırsızlık yapıyorsun. Ekmeğim kadar köfte koymak varken sen yeşilliği basıp köftelerden çalıyorsun. O zaman tepki gösterilir, alınmaca gücenmece yok. Komik olan çıkıp taraftar grubunu ırkçılıkla suçlaman.

Taraftarın alıp en bi candan bağrına bastığı, takımdan ayrıldıktan sonra bile gözünü gönlünü ayırmadığı oyuncusu siyahi bu takımın. Melez falan değil, bildiğin siyahi. O senin ırkçı dediğin taraftar binlerce kilometre ötede, İspanya'da bir adam rengi yüzünden aşağılanıyor diye 3 gün sonrasında tribünün en orta yerinde, tam da kalbinde 'Hepimiz Eto'o yuz!' pankartı açıyor, lanetliyor renkle, dinle, dille, coğrafyayla insan ayıranı. Sırf insanla da kalmıyor; yunusa, kediye köpeğe, baykuşa bir gram zulmedilse o taraftar grubu çekiyor dikkatleri yapılan terbiyesizliğe. Hiç mi anlatmadılar, hiç mi bahsetmediler dost sohbetlerinde sana abilerin. Anama küfrettiler, bacımı karıştırdılar de, amenna ama ırkçılıkla suçlayamazsın ki bu adamları, bizi. Bilip bilmeyen inanır. Ama yalancısın artık gözümde, ben biliyorum kendimi, bizi.

Milliyetçilik kisvesi altında Kürdü, Rum'u, Ermeni'si topun ağzına getirilen bu ülkede bu taraftar açtı 'Hepimiz Ermeni'yiz' pankartını, bu taraftar karşılıklı kırmızı-yeşil diye bağırdı Diyarbakır'lılarla, bu taraftar kardeş kulüp belledi Yunanistan'ın PAOK takımını. Kimseden korkmadan, diyeceğini içine atmadan mertçe söylediler kardeşçe dileklerini.

Hak yaradan seni de öyle uygun görmüş, farklı renkte yaratmış. İnan dert değil, inan o forma altında o spor ahlakından yoksun işlere girişmeseydin bir gram da bulaşanın olmayacaktı. O gece o taraftarın derdi tribünlere buyrun gelin aşağı hareketi yapan, ardından kasıklarını tuta tuta tribüne gösteren Engin Baytar'laydı sadece. Kenarda takımını yöneten terbiyesizin, saha içindeki birkaç piyonundan biriydi o ve bizim derdimiz de onunlaydı çikolata renkli kardeşim. Ama sen emek çaldın, sen cebimdeki parayı çaldın. Ve tepki gördün, tüm olay bu.

Yalan söylüyorsun. Milyonlarcasını inandırdın kendine, peki ya yalan söylediğini bilenler, en az o inananlar kadar fazla olan o güruh... Nasıl bakacaksın suratlarına. Kusura bakma çikolata renkli kardeşim ama yalan söyledin. Göz göre göre...



Son bir şey daha sevgili Eboue. O tribünden kimse sana renginle alakalı aşağılayıcı bir söylemde, eylemde bulunmadı. Ama bil ki bir ademoğlu dahi buna kalkışsaydı bir kaşık suda boğulurdu orada, müsaade edilmezdi asla. O terbiyesize de o terbiyesizliği yapma fırsatı tanınmazdı. Kendimden biliyorum, bizden biliyorum.

12.11.2011

İSMAİL ABİ

"Kitap insanın en iyi dostu olmalı ama bence." şeklinde kız devrik cümlesi kurdu. Karşımda bir Semih, bir Emin olsa 'Ya bi siktir git cancağızım' der, ağzının payını verirdim. Ama o, kız olduğu için, yetmezmiş gibi bir de çok güzel olduğu için 'Bittabi!' diye destekledim onu. "Herkes kitabını götüne sokmalı bence." dese, kalkıp İlahi Komedya'yı rulo haline getirip götüme sokardım. Böyle de kaypak bir tarafım var. Hoşlandığım kız gelsin muhteşem grup Ayna'yı kötülesin, Ayna grubunun elemanlarının evlerini arar bulur, kapılarına dayanırım. Dışarı çıkıp döğüşmeye davet ederim. "2-3 grup üyesi birleşip bekar evine çıkmışlar abi." gibisinden bir bilgi geldiği takdirde ben de boş durmam, bilirsin. Çevrem geniş. Derhal adam toplar öyle basarım o grubun evini.


Manowar'dan ayırt edilebilme maksatlı turuncu giyinilmiş.'Ouff Kasım'da aşk başkadır diyorlar güya, nerde hani ouuff' diye kızsalca yakındı. Filmin adı Sweet November, Tatlı Kasım, Cici Kasım diyemedim. "Hipermetrop musun ki acaba? Yakınındadır belki, çok yakınında" diye adeta bir homoseksüel gibi aklımca 'Bak! Bana bak la! Şşşş! Hooo!' diye kendimi gösterdim sırf aylardan Kasım diye libidosu tavan yapmış ceylana. Neden nabza göre şerbetçi olmuştum? Nedeni neydi bu kaypaklığımın?

Beni denemek maksatlı 'MASA'yı övse, ben de coşup ben de övsem 'MASA'yı, yere göğe sığdıramasam, kız olsam 'MASA'ya verirdim desem; sonra kurnaz gibi, sinsi gibi "Ne kadar 'MASA' varsa topunun anasını sikeyim" diyerek deneme işlemini başlatsa. Anne gibi kutsal bi kavrama ağzının öykünmesini garipsemeden, "Senden sonra da müsaadenle ben sikeyim canısı!" diye bitaraf olamayıp bertaraf olurum. O'nun da istediği bu tabi. 'Vay...' dese 'Sen ne pis, ne yanardöner ne amsalak' adammışsın' dese, benim karaktersiz bi it olduğumu yüzüme vurma maksatlı böyle ali cengiz oyunu düşündüğünü itiraf etse, 'Negzel düşünmüşün dudu dillim, hem ben zeki kadınlardan hoşlanırım' desem ama iş işten geçmiş, sözüm beş para etmez hale gelmiş olsa ve O beni o sohbet yerinde bırakıp gitse. Ne derim ki? Hiçbir şey diyemem. Anca 'Amsalaklık değil ya! Bi kere insan sevdiğine 31 çekemez ki' diye hüzünselce bağırırım arkasından. Ne çare...


Kasım'da aşkın başkalığını bitirince, yaklaşan tarih 11.11.11 saat 11:11 geyiğine sardı. Saatle ilgili tek ilginç olayı akşam saate bakıp 19:03 ü görürse mutlu olan, Beşiktaş şarkıları söylemeye başlayan benim zerre sikimde olmayan bu şeyi ben de önemsedim tabi, hiç durur muyum? Ama nasıl uzaklaştım, nasıl başkalaştım kendime tarif edemem. Dilim onu onaylayadursun, dimağım "Hicri takvimde de oluyor mu lan böyle olay? Takip ediyor mudur ki böyle olayları Hicri'ciler de?" konusunda takılmıştı.


Ben bütün gün O'nu onayladım. Akşam eve geldiğinde onaylama gereği duymadığım, sohbet ederken benliğimden çıkmadığım, yanar dönerliğe bulaşmadan aynı taraflarda yer aldığım, gocunmadan - ürkmeden farklı taraflarda yer almayı da kabullenebildiğim ve yine güzel, belki O'ndan çok daha güzel canına yandığımın facebook profil sayfasını açtım. Sik yazsa beğenen, sok yazsa ayakta alkışlayan, peçete yazsa şapka çıkartan iki üç tipi farkettim. Sabahki kaypak halim geldi gözümün önüne. Neden sonra bu üç tipi, kalabalıkta metrobüs bekleyen, yan yana duran üç adam gibi gördüm. Üçü de kapıyı kendilerine göre parsellemeye çalışıyor fakat kapı kimin önünde duracak orası meçhul. Yine de kapının gözüne kendilerini sokabilmek, kapıya kendilerini farkettirebilmek adına omuzlarını kabartıp, ayaklarını pergel misali açarak kapladıkları yüzey alanını genişletmeye çalışıyor, sınırlarını mümkün mertebe en üst seviyeye çıkartarak şanslarını arttırmak istiyorlardı.


Sonra o üç adamın arkasında kendimi gördüm. 'Ayakta da giderim' diye düşünen, kavgaya gürültüye gelemeyen, hem olur da oturursam ve başıma bir yaşlı teyze gelirse, binbir emek aldığım yeri vereyim-vermeyeyim gerginliğine girmektense bu gerginliği başka kullara bırakan. Oturmak isteyen, ama oturmanın meşakatine göğüs geremeyen kararsız bir adam.

Zaten ben isteyen ama istenmeyi de bekleyen, asla ısrarcı olamayan, kararsız 'Orta şut karışımı bir vuruş'tum.


(Bu güne dek bir yıl içinde en fazla 40 yazı girişi yapabilmişim. Bugün itibariyle yılın bitmesine 1,5 ay kala bu sayıya eriştim. Mutluyum. Çok... Coldplay'den Talk çalıyor şu anda efem)

6.11.2011

117

Çok yakında sigarayı bırakacağım. O sabah sırf içeceğim sigaraya altlık olsun diye pastaneye gidip 2 kaşarlı simidi paket yaptırdım. Yalnızlığımı kırsın diye de adetim olmasa da pazar ekli bi gazete aldım. Maksadım içinde olduğum yalnızlığın etrafa yaydığı kokuyu biraz olsun dağıtmaktı, pazar eki bir cam açma etkisi yaratır bünyemde diye düşünmüştüm. Allah için ergenlere yönelik şapşahane fotoğraflar koyuyorlarmış o pazar eklerine. Biz gözlerimizi sıkı sıkıya yumup çalışırdık zamanında. Gerçi şimdiki ergen de proksiydi, de-ne-se'ydi takılıyor, mecmuaya eke mi kaldı orası ayrı. Ama imkanı olmayan ergenler için güzel bir ekmiş pazar eki.

Neyse efendim, ben o pazar ekinde, zerre sikimde olmayan ünlü hayatlarını sırf ekle aram bozulmasın, ihtiyacım olduğunda bir daha alabileyim diye hmm hmmm diye biyografi okuyormuşçasına okudum. Yolda görsem düz adam, düz kadın diyeceğim ama pazar ekinde "cemiyetten isimler" sıfatıyla kendilerine yer bulmuş godamanlara göz gezdirdim. En arka sayfaya geldiğimde ise overdose yakışıklıya maruz kaldım. Kurduğum son cümle yüzünden cinsel tercihimin sorgulanmasını istemem (homofobik olduğum da düşünülmesin, Kallavi sokağa girip çıkmış adamım ben, ama heteroseksüelim). Overdose yakışıklıya maruz kaldım dememin sebebi; o son, o sınırlı, o zaten yarısı reklam olan sayfada Kenan İmirzalıoğlu, Mehmet Günsur, ve Kıvanç Tatlıtuğ gibi Türk kızları nazarında ultra mega beğenilen üç adamın birden fotoğraflarının bulunmasıydı. Bilen bilir, sesimim güzelliğiyle (Şarkı söylerken değil, ama konuşurken adeta bir Müşfik Kenter'im), entellektüel birikimimle övünürüm sadece ama tipimle değil. Zaten tipimi sevsem gram sevmediğim İlyas Salman'ın yeniden moda olmasını, Mavi Jeans reklamlarında Kıvanç yerine boy göstermesini gönülden ister miydim?

Bir Kıvanç'ı süzdüm, bir Günsur'u, bir Deli Yürek'i. "Alayınıza kezzap ulan" diye içten bi beddua salladım.


Tipimle de fazla derdim yok aslında. İlerde nefes alamayıp öleceğim nasılsa ve gömecekler falan. O sarı lepiska saçlar da gömülecek, benim 312 numara kestane saçlar da. Benim derdim ilk intiba. Sorsan çoğu kişi ben eline ben götüne ben gözüne diye sallıyor ilk baktığı yerleri. Aslında komple adama bakıyorlar işte. İş elle olsa Solo reklamında 'Hem yumuşak hem hesaplı' diye ellerini kıpırdatan adam tüm kıtayı sekse boğardı. Ayrıca dünyanın en güzel eli 22 Haziran 1986'da kullanıldı ve rafa kaldırıldı o tamamen ayrı konu. Her neyse, yukarıda saydığım ülkenin 3 önde gelen yakışıklısından daha dolu adamım büyük ihtimalle ama o 3 adamla aynı masaya otursam, masaya gelen ilk kız bana sipariş verir; beni hakir görür. Ben de kızın bu ukala tavrına sinirlenip patlarım üçlüye: 'Ortalama güzellikte kızlar gibi, daha güzel gözükebilme maksatlı çirkin arkadaş diye mi gezdiriyorsunuz beni yanınızda lan! Mitolojiden fırlamış gibi kas yığınısınız, rabbim boş zamanında yaratmış her birinizi, neyimden korktunuz da böyle kullanıyorsunuz beni. Çirkin arkadaşsız da gayet göze yakışıklı geliyorsunuz lan.' derim ve eklerim 'Kıvanç şu kardeşin var ya hani sen kuzeysen o güney, sen güneysen o kuzey. Hah o işte senden yakışıklı oğlum. Günsur! Senin de filmlerin sikimsonik kusura kalma ajan! Kenan! Senin de Ömer halin Ezel halini sikip atar.'
İşte böyle über üçlü arasında istediğiniz kadar Mecnun olun Leyla'nız kaçıyor. Hepimiz kaçırmışızdır. Halbuki belki de o kızı en çok ben sevdim ve gelecek zamanda da en çok ben sevebileceğim, o sevme, mutlu etme işini en layıkıyla en had safhasında ben gerçekleştireceğim.Olamaz mı? Olur!

Belki o kız da en çok benimle mutlu olacak. Olamaz mı, olur! İşte bir tek kaşım gözüm ağzım burnum yüzünden kaçırmayayım neşe trenimi. İsyanım buna.

Kız üçünden birini seçtiğinde Lüffücüğüm gibi 'Yalnız Daver Bey! Bu Tosun Paşa biraz çapkındır. Bu Tosun Paşa'nın içkisi vardır, kumar da oynar' şeklinde nifak da sokmam, çekilirim köşeme pansumanımı yaptırırım. Zaten ben o filmde Daver Bey'in kızı Leyla ne Seferoğlu Suphi'ye ne hakiki Tosun Paşa'ya verilsin istemedim. Ben Şaban'ı destekledim. Kaçıncı izleyişim, sonunu bildiğim kesin, fakat hala ilk defa izliyormuşçasına üzülürüm Leyla ile Hakiki Tosun Paşa'nın öpüşme sahnesinde. Eminim Şaban'dı Leyla için iç açıları toplamı 181 derece olan üçgenleri çizebilecek olan.


Edit: Sakin'den İlk Yara'dır ilham kaynağım iki gecedir.

1.11.2011

Ama Maddi Manevi! Maddi Manevi!

O sabah kalkıp da bir böceğe dönüşmüş olsam daha mutlu olurdum. En azından farklı birşey tecrübe etmiş olurdum. Sabah kalktım. Böceğe dönüşmemiştim. Dişimi fırçaladım, üstümü değiştirip çıktım. Üstüm kaldı.

Apartmandan çıkar çıkmaz fırsst fırrst sesleri çalındı kulağıma. Henüz gün doğmamıştı ve Erkin Koray'ın ana bacı girmeye yeltenip, henüz çok geniş bir toplum olmadığımızı düşünerek 'kör olası' şeklinde içinden geçenleri sansürleyerek sıfatlandırdığı çöpçü amaçsızca kaldırımın tozunu alıyordu. Her sabah olduğu gibi...


Yolun karşısında üç kişi bekliyordu. Sabah ezanının henüz okunmadığı bu vakitte ayakta olduklarına göre onların işyerleri de şu anda durduklarından farklı bir kıtada olmalıydı. Benim gibi... Önce iki genç arkadaşın ortak servisi geldi, binip gittiler. Sonra tıknaz, topsakalın modasının geçtiğinden bi haber olan, yerel kanal haber spikeri tipli adamın servisi geldi. O da binip gitti. Her sabah olduğu gibi...

Tıknazın binişinden 1-2 dakika sonra da benim servisim geldi. Önce şöföre, ardından benden önce servise binen tek kişi olan bi kadına günaydın dedim. Günaymamıştı oysa ama dedim. Her sabah olduğu gibi...

Yediğim poğaça, içtiğim çay-sigara sayısı, saatleri herşey asker disiplininde vakit şaşmadan yaşanıyordu.

Bilen bilir Almanlar disiplinli sayılınca disiplinli sayılanlardan olamadım. Hep 'Olur yeaa, yapılır' cı, son dakikacı adam oldum. Bu; kahramanın tanıtıldığı giriş bölümüne, kahramanın başına olayların geldiği, kahramanın zor duruma düştüğü gelişme bölümüne ve kahramanın bu zor durumdan türlü şekillerde düzlüğe çıktığı ve hikayeyi mutlu sona bağlayan final bölümüne sahip olan klasik sinema türüne başkaldırmak isteyip de hal mecal bulamamak... Hey Hat!

Neyse ki altı yaşında çocuğun kafasında canlanan henüz yedi günlük,hilali biraz geçkin, yarım aya henüz ulaşmamış, kafasında ucu ponponlu uyku şapkası olan, eblek gülüşlü ay dede tasvirinin bir benzeri de benim kafamda var. Bembeyaz tenli, burnunun üzeri çilli, kızıl- perfume (the story of a murderer) filminden fırlamışçasına güzel saçlı kadın da benim güzel kadın tasvirim. O kadın sağolsun bu ara her sabah böceğe dönüşüyorum, gün içinde insana evriyorum, insanca yatıyorum ve yeniden böcek olarak kalkıyorum.


Ve İstanbul'da bu tasvir sayesinde moraller gayet iyi. Eööö ga gayet iyi.

Hepinizi baya baya özledim, baya baya da öpüyorum.

(Edit: Yazsam roman olur tarzında, komikli şeyler gelip duruyor başıma, velhasıl mukadderat zaman yok kalem kağıda düşmeye. Elbet olacak... )

(Edit Piaff: Bir kaç yazıdır belirtmemişim "fonda arar" şeklinde yazı boyunca fonda bana eşlik eden şarkıyı . Bu yazıda bana hyperlinkimizdeki bu şarkı eşlik etti.)